- 814 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
ŞAPKASINDA GÜLLER AÇAN KADIN
Sen nazla gezerken güzelim güller içinde
Ben şiir okusam hüsnüne bülbüller içinde
Yaslan şu yetim kollara bir kerrecik olsun
Ben cân vereyim şevk ile kâküller içinde
Hep goncalar açmış yüzünün şen güneşinde
Yoktur bu güzellik inan ki hiç bir eşinde
Sevdazedeler âh edip yansın ateşinde
Ben cân vereyim şevk ile kâküller içinde
Öncelikle bu yazıyı kaleme almama vesile olanın Edebiyat Defteri sayın üyerimizden biri olduğunu belirtmek isterim. Şiirlerime daha çok da yazılarıma yaptığı yorumlardan tanımıştım kendisini birkaç yıl kadar önce. Yazdığı yorumlarda çalışmaların ruhuna derinlemesine süzülüp yazarın bile belki de gözden kaçırdığı ayrıntıları yakalayarak çok doğru saptamalarda bulunuyordu.ki Defteri bu tür harika yorum sihirbazlarıyla dopdolu. Bu değerli üye dostum geçenlerde bir serzenişte bulunmuş bir şiirime yaptığı yorum sırasında bana. Tarzımın ve üslubumun çok değişik farklı heyecan verici duru ve kaliteli olduğundan özellikle aşk şiirlerimden çok etkilendiğinden söz etmiş. Aslında bu tür yazılarım yok değildi defterde. Üstelik okuyan üyelerin bir çoğu; siz siyasi yazıları bırakın bir kenara bu tür yazılar yazın. Kaleminize o kadar çok yakışıyor ki diyorlardı söz birliği edercesine.
İyi güzel de; aşkı yazmak öyle kolay öyle sıradan bir şey midir? Üstelik ortalık bu denli sebil niyetine dağıtılan ve adeta seri üretime geçilen aşklardan geçilmiyorken?
Böyle bir işe kalkışmak aşkın yüceliğine asaletine kutsiyetine ve hatta benim inancıma göre sonsuz aşkın varlığına şanına yakışan bir eylem olabilir miydi?
Ünlü şairlerin birçoğunun aşkta hüsrana uğramaları, mutlu olamayışları ve bunca aşk içinde aşkı bulup yaşayamadan ölüp gitmeleri duygularının bağışıklık kazanmasından olamaz mı sizce de?
Ancak aşkı yazmamak dünyaya dur ! demek olmazmıydı yine de?
Anlatacağım bu hikaye başta abideleşmiş edebiyatçılarımızın unutulmaz musiki hocalarının çeşitli sanat dallarında önemli eserler üreten sanatçı ve bilim insanlarının ömürlerini sürdürdüğü İstanbul’un çok önemli efsanevi ilçesi Kadıköy de geçmiş.
Kadıköy Kuşdili Çayırı’nın en önemli yapılarından biri sayılan Kuşdili Tiyatrosu alaturka temaşanın ve bir halk sanatı olan Tuluat’ın merkezi konumundaki tiyatroda film gösterimleri yapılmaktaymış. Naşid Bey’in gösterisinde boş sandalye bulmak neredeyse olanaksızdı. Tuluat sanatının bu büyük ustası, Arap, Azeri, Kürt, Tatar, Laz, Ermeni, Musevi, Rum ve Arnavut gibi birçok kültürden oluşan Anadolu insanının taklitini başarıyla sahneliyordu. Kuşdili Tiyatrosu’nda Naşid Bey’den başka Kel Hasan Efendi, Dümbüllü İsmail ve Şevki Şakrak da sahne alırlarmış.
Bu hikayenin kadın kahramanını pek çok Kadıköylü Modalı gibi ben de yakından tanıdım. Ancak ne var ki bu gizemli kadının gerçek hikayesini kimseler çözemedi tam olarak. Onun o esrarlı renkli hayatı ve şaşırtıcı kişiliği zamanın gazete dergi ve kitaplara konu olmuşsa da o bir avucunda aşkları diğerinde sırlarıyla göçüp gitti sessizce. Ancak hala hatırlanır ve yüzlerde hüzünlü bir gülümsemeyle yad edilir onu tanıyanlarca.
Moda’nın delisiyle kedisi eksik olmaz derler. Bu doğrudur da. Ta nerelerden getirilip Modaya bırakılan kedilere gözleri gibi bakar modalılar. Yemez yedirirler. Öyle ki ara sıcakları bile vardır benim tabirimle. Kuru mamanın yüzüne bile bakmayan bu kedileri gördükçe ’modada emekli olacağına kedi ol!’ yakıştırmamı duyanlar tatlı tatlı gülümsemeden edemezler.
Delisine gelince…
Bu deliler! Kadıköy le özdeşleşip efsaneleşmiştirler bir anlamda. Ve bunların hemen hepsi aşk mağduru kadınlardır.
Kimleri ihanetin, kimileri karşılıksız aşkların, kimileri de birbirlerini delice seven sevgililerin birinden birini yitirmenin acısını tatmış olmalarındandır.
Bu talihsiz kadınlar önemli eğitimler almış meslek sahibi görgülü kaliteli ve sanat yetenekleri olan fevkalade zarif ve asil kadınlardı.Son üçünü görmüş tanımıştım.
O zamanın parasıyla “Yirmi beş kuruş” isterdi yanına yaklaştığı insanlardan.
Hem de öylesine işveli ve kibar bir şekilde yapardı ki bunu, acımayla karışık, değişik bir gizem duygusu uyandırırdı “yirmi beş kuruş” u istediği insanlar üzerinde.
Vakur, vaktiyle görmüş geçirmiş, asil bir duruşu vardı.55 belki de 60 yaşlarındaydı onu tanıdığım yıllarda. Başında bir peruk, kırmızının en keskin tonundan ruj, allık ve oje sürer kirpik diplerine kalemle ince ve sıkça kirpikler çizer; eski, yıpranmış ama bir dönem çok da kaliteli olduğu her halinden belli olan kıyafetleriyle, Altı yol’dan Bahariye Caddesi’ne ve bazen Moda İlkokulu’nun önüne kadar, işveyle, edayla yürürdü.Ara sıra şen kahkahalar atsa da, yeşil gözlerinde her daim saklı bir hüzün vardı.
Üzerlerinde büyük büyük çiçeklerin olduğu kocaman şapkalar takardı başına. Bazen hasırdan olurdu bu şapkalar, bazen daha farklı biçimde. Şapkaları kendinle bütünleşmiş gibiydi.Giysileri çok eski ve yıpranmış olmasa, büyük bir davete gittiğini bile düşünebilirdiniz havasından, endamından.
Gözüne kestirdiği birilerinden, son derece kibar bir şekilde “ Yirmi beş kuruşun var mı şekerim?” diye para isterdi.Fazla para değil asla, sadece ama sadece“yirmi beş kuruş”. Fazlasını almazdı zaten.
1960’lı ve 1970’ li yıllarını, Kadıköy’ de Bahariye Caddesi, Altı yol ve Moda ‘da geçirenlerin çok iyi hatırlayacakları biriydi. “Çayır Güzeli” ydi adı.
Birbirinden farklı hikayeler anlatılırdı O’nun için.
Bir rivayete göre çok zengin bir ailenin kızıyken, çıkan bir yangın, nesi varsa alıp götürmüştü hayatından, akıl sağlığı da dahil.
Başka bir rivayete göre, eşi pilotmuş, çok da severlermiş karı koca birbirlerini. Gel zaman git zaman, eşini bir uçak kazasında kaybetmiş. Toparlayamamış bir daha kendini.
Atatürk’e aşık olduğunu, aşkına karşılık bulamadığından bu hallere düştüğünü söyleyenler bile vardı.
Sonraları hayatını, yıkık dökük bir evde geçirdiğini, civardaki insanların verdiği yiyeceklerle karnını doyurduğunu, asıl adının Adalet olduğunu öğrendik.
Hakkında söylenen bu rivayetlerin hangisinin doğru olduğu ise hiçbir zaman bilinmedi.
Bir ara görünmez oldu "Çayır Güzeli”.
Öldü dediler.
Gerçekte kimdi, nereden gelmişti, neler yaşadı da bu hale geldi; hiç birimiz öğrenemedik.
YORUMLAR
Her İnsanin bir hikayesi var 'elbet 'Kiminin hikayesi . Efsaneye dönüşür ; ve Kimileride O 'efsaneleşmiş Hayatları ' Şiirsel bir Seromoniye dönüştürürler .. Tıpkı Sizin gibi !!
Hep goncalar açmış yüzünün şen güneşinde
Yoktur bu güzelik inan hiç bir eşinde
Sevdazedeler âh edip yansın ateşinde
Ben can vereyim şevkile kâküler içinde..
Keyif aldım okurken..
Sevgilerile ..Mutlu Akşamlar ...
DEVRİM DENİZERİ
Ee Beren Yılmaz olmak öyle kolay olmasa gerek..
Benden de Sevgi Selam ve Sağlıklı Güzel günler...
İngiliz Kraliçesi hala o şapkalardan giyiyor,bu hayat malesef aşırı hassaslar duygusallar ve için bir cehennem ,kültürün halk katmanlarına inmediği bir ülkede hisli tipler daha çok etkileniğyor, nadide çiçekler
ayaza,sert iklime dayanmıyor,kaktüs yada çakır dike3ni:) olmak gerekiyor oda güzelliklerden vazgeçmek demek zor ve cevaplanmaSI imkansız sorular ve sorunlar ortaya çıkarıyor yazınız,dramatik,travvatik.....
daha neler,selamla güzel.
hani edebiyat defterinin "eleştiri yaz" bölümü var ya, aslında bu bölümde başka seçeneklerde olmalı yazı yazmak için. örneğin "övgü yaz..." benzeri bölümler.
işte böylesi bölümler olsaydı sizin bu güzel paylaşımınız için övgü yaz bölümü seçilirdi.
yazınız çok hoş, güzel duygular oluşturdu benliğimde.
teşekkürler, saygılar.
DEVRİM DENİZERİ
Selam sevgi ve esenlikler