BİR RÜYA MIYDI ÇOCUKLUĞUM ? 1.BÖLÜM -1-
SARIMSAK DAĞINDAN GÜN DOĞARKEN
"Bindokuzyüzkırkdokuz" Yılının bir bahar günü sabahında Güneşin ilk ışıkları Sarımsak Dağı’nın üzerinden süzülürken Dünya’ya geldiğimi söylerdi babam.. Çocuk iken anlamını bilmezdim ama bana; “Oğlum, sen Lenin’le aynı gün doğduğun için doğum günün bütün dünyada işçi bayramı olarak kutlanır” derdi.. O yıllarda bütün doğumlar evde olur, yeni doğanın nüfus kaydı da doğduğu gün değil, hayata tutunduğuna dair emarelerin aileyi ikna ettiği ve işlerin el verdiği zaman yaptırılırmış. Bundan dolayı benim nüfus kaydım da Altı Mayıs olarak tescil edilmiş. Nitekim ailemizin Yılmaz adı verilen ilk bebeği bir hafta yaşayıp öldüğünden nüfus kütüğüne işlenmemiş, sonra sırasıyla Emine ablam, Yıldırım abim ve ben doğmuşum. Benden bir buçuk yıl sonra da kız kardeşim Saniye Dünyaya gelmiş.
Kahramanmaraş’ın doksan kilometre kadar batısında yer alan ve adı söylendiğinde, anlamadım! Tavrını doğuran, küçük olmasına karşın eski bir ilçedir Andırın. Kahramanmaraş’ın ilçesi olsa da o yıllarda vasıtaların çalışabileceği bir kara yolu bağlantısı olmadığından işi olanlar ya at sırtında dere tepe aşıp patika yollardan iki günde veya kamyon-jeep rast gelirse önce Kadirli’ye oradan Ceyhan’a daha sonra da Adana’dan gelen bir vasıta ile Kahramanmaraş’a vasıl olabilirdi.
Her yıl ilkbaharda Çukurova’dan gelip yaylalara göçen Aydınlılar(Göçerler) da Meryemçil Yaylasına gidebilmek için yüklü eşek, at ve deve eşliğinde, koyun sürüleriyle Andırın güzergâhından geçmek zorundaydılar. Ünlü halk şairimiz Karacaoğlan da bu yollardan yaylaya çıkmış, yani bu ellerde çarık eskitmiştir.
Dırıl, Karamağra ve Sarımsak Dağlarının çerçevelediği engebeli bir arazi üzerinde kurulan ilçe, o yıllarda zengin bir bitki örtüsüne de sahipti. Yükseklerde Kamalak, Mezleki, Ardıç, Sedir, Andız, Selvi, Kızılçam, Karaçam, Köknar, başta olmak üzere çamgiller ailesinin tüm bireylerini görmek mümkündü. Aşağılara inildikçe Karaağaç, Gürgen, Meşe, Menengiç, Hartlap, Tesbi, Karaçalı, Kayın, Zakkum, Akçakesme türlerinden oluşan karışık orman serası sizi selamlar, sonra her mevsim açlığınızı giderebileceğiniz yabani meyve ağaçlarına sıra gelirdi. Bunların arasında Yabani Fındık, Kocayemiş, Harnup(Keçi Boynuzu), Kızılcık, Yonuz Eriği, Yaban Armudu, Çıtımık, Dut ve Ceviz en çok ziyaretçisi olanlardandı. Tepelerin üzerlerini Akdenizin makisi örter, zirai amaçlı açılmış küçük tarlalar bile kısa zamanda envai çeşit ot ve çiçeklerle kaplanır, etrafta renk cümbüşünden başka bir şey göremezdiniz.
Akdeniz üzerinden lodosla gelen bol nem, Çukurova’yı geçip Toroslar’a yükselirken yamaçları serinletip, bu bölgede mevsimine göre sis, yağmur, zopur, gıcı ve kar olur, bütün nebatatı doya doya emzirirdi bir ana gibi.. Yıldırım ve şimşeklerle oluşan doğal gübre de yağmurlarla erince toprağa, her taraftan bereket fışkırırdı. Nereye yönelseniz beşyüz metre aralıkla taşların arasından fışkıran bir pınara ve küçük derelere rastlardınız.
O zamanların yetişkin mahalle kızları akarsu kenarlarında ellerinde tokaç çamaşırlarını yıkarken;
“Su geliyor geliyor.
Taşların arasından.
Eğil eğil öpeyim.
Kaşların arasından.
Oğlan mailem oğlan.
Sözüne de kavilem oğlan.
Enişte bana fııışt demiş.
Yalan da arkadaş yalan.”
Türküsünü terennüm ederlerdi.
Bu pınarların oluşturduğu küçük dere yataklarının kenarlarında ise yarpuz, tere, kazayağı sanki ‘topla beni, ye beni’ diye fısıldaşır, biz de hemen icabet ederdik bu davete. Hele de yanımızda bazlama ve tuzumuz varsa keyfimize diyecek olmazdı. Mevsimine göre günde on-onbeş çeşit otsu bitkilerden yerdik. Küçük yaşta hangisinin zararlı veya yararlı olduğunu ayırt edecek kadar botanik kültürüne sahiptik. Şimdi birçoğunun ismini bile hatırlayamıyorum. Böylesine zengin bir bitki ortamında bir arada yaşadığımız, böcekleri, sürüngenleri, kuşları ve yaban hayvanlarını ise saymakla bitiremez diniz.
Annemin erken göçmesiyle kaybettiğim ana kucağı ihtiyacımı bütün sıcaklığı ile karşılayan Andırın doğasında çok mutlu bir çocukluk dönemi yaşadığım için Allah’a hep şükrettim.
"Bindokuzyüzellili" yıllarda Kadirliyi Andırın’a bağlayan şose yol, Sarımsak Dağı ile Çakal Tepesi arasında yükselen rampayı yılan gibi kıvrılarak aştıktan sonra, Kürtüllü Köyünü ve Akkale Deresi üzerindeki ağaçtan yapılı köprüyü geçtikten sonra Salkım Söğüdü selamlayıp, Ömer Emmiciğin Tepesinden sağa bir dönemeçle Çakmaklı Tepesine, oradan yumuşak bir rampa ile mezarlığa ve Batı Burnunu geçip ilçe merkezine ulaşırdı.
Mezarlığa gelmeden önce sağ taraftaki bir dönümlük dik yamaçtaki bahçenin içerisinde bulunan ve yola otuz-kırk-metre uzakta yalnız başına duran tek katlı, düz toprak damlı, yığma taş ve kerpiçten yapılmış gecekondu kılıklı hane bizimdi. Evimizin önünde kazma-kürekle düzenlenmiş küçük avludaki iki erik ağacı ile yan tarafta etrafı çalılarla çevrili harman yerinin kenarında yaşayan eğraltı ağacı(bir çeşit meşe), çocukluğumuzda sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gelen yaşantımızın sessiz tanığıydı. Kâh gölgesinde serinlediğimiz, kâh salıncak kurup salındığımız, kâh tarlalardaki ekinlerin saçlarını rüzgârın dalga dalga tarayışını temaşa ettiğimiz, kâh üzerine üşüşen ağustos böceklerini avladığımız, kâh altında beş taş oynadığımız, gülüp-ağladığımız bu ağaç bizimle birlikte büyüyen sırdaşımız idi.
Evimiz kasaba merkezine takriben "yediyüz metre" mesafedeydi. Bize en yakın komşumuz "yüz metre" yukarımızdaki kulübede konuşmaları pek anlaşılamayan ismini hatırlayamadığım eşi ile bir kız ve bir erkek çocuğu bulunan Topal Hasan idi. Çalılıklar arasındaki patikayla çıkılan tepenin üzerine sıralanmış evler ise kasabanın doğu kenar semtini oluşturmaktaydı.
Andırın’da özelliği bulunan her yere bir isim verilmişti ki! Bunun o yıllarda iletişimde büyük bir önemi vardı. Kim! Nerede? Nereye gitti? Bunu ancak o isimlerle bilebilir diniz. Civarımızda isimlerini hatırlayabildiklerim; Çakal Tepesi, Topaktaş, Yıkık Kilise, İniş Dibi, Batı Burnu, Kabak Tepe, Kara Yılan Kozu, Boğasak, Karanlık Oyak, Sallı Oyak, Kurucaova, Deve Düşen, Domuzcular, Süpürgelik, Kara Mağara, bunlardan bazılarıydı.
Arazinin tarıma elverişli olmaması ve çalılık olması ister istemez keçi üretimini ön plâna çıkarmıştı. O yıllarda Andırın’da yaşamış olup da keçi gütmemiş insan pek azdır sanırım. Zengini-fakiri çapına göre davar sahibiydi. Bundan dolayı olsa gerek “Kazara kaza olmuş Andırın Kazası, davar gütmekten gelir meclis umum azası” sözü meşhurdur.
Arazinin engebeli ve çalılık olması nedeniyle iletişimde ilginç enstantanelere tanık olurduk. Söz gelimi bir kadın bir tepeden elleri yanakta, başka bir tepedeki oğlu Ahmet’e seslenir.
-Eymeeeeeeeeet!! Eymeet!!! Eymeet!! Eymeeet!!! Eymeeet!!!!!
-Eymeeeeeeeeet!! Eymeet!!! Eymeet!! Eymeeet!!! Eymeeet!!!!!
Ahmet sesi duymuş, cevap için uygun bir yer seçmekle meşgulken;
-Eymeeeeeeeeet!! Eymeet!!! Eymeet!! Eymeeet!!! Eymeeet!!!!!
Karşı tepeden nihayet cevap gelir.
- Ne Diyoooooooooonnn!! Ne Diyoooooooooooooooooonnn!!
Çığırmaktan bitap sinirlenmiş anneden karşılık olarak;
-Hörtüüüüüüüüüük!! Hörtüüüüüüüüüük!!! Hörtüüüüüüüüüüük!!! (tedavisi bilinmeyen yara)
Karşıdan;
-Hörtük sanaaaaaaaa!! Hörtük sanaaaaaaaaa!!
Anne daha da kızgın;
-Zıkkımın köküüüüüüüüüü!!. Zıkkımın köküüüüüüüüüü!!.
- O da Sanaaaaaaaaaaaa!! O da Sanaaaaaaaaaaaa!!
-Çabuk geeeeeeeeeeeel!!! Çabuk geeeeeeeeeeeel!!!
-Gelmiyooooooooomm!! Gelmiyooooooooomm!!
-Cehenneme giiiiiiiiiit!! Cehenneme giiiiiiiiiit!!
-Gitmiyoooooooooooom!! Gitmiyoooooooooooom!!
Bir sonuca ulaşması imkânsız diyalog böylece sürer giderdi.
./..
YORUMLAR
Başlık ilgimi çekti,
çocukluk anılarını okumak çok keyifli gelir bana. Sayfanızı açtığımda çok güzel bir girişle karşılaştım.Okumaya başladım ve durdum .Eşim TV de belgesel seyrediyordu kapatmasını rica ettim ve sesli okudum .Kaleminizin izleri bizi aldı götürdü efendim. Akış çok güzeldi ve çok yavaş okudum sindire sindire. Kutluyoruz , eşimle diğer bölümleri merakla bekleyeceğiz. Kaleminiz hiç bitmesin Ahmet bey ...
Saygılarımızla...
Oya gedik tarafından 5/23/2016 12:24:17 AM zamanında düzenlenmiştir.
Dilhun
anlatım o kadar akıcıydı ki
sanki o yıllardaydım ve sanki o anları ben de yaşadım
tebrik ederim efendim
saygılarımla