- 626 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yıldırım Bayezid Han (4.Bölüm)
İHANET VE ÖLÜM
Gidiniz, yeniden ordular toplayıp tekrar üzerimize geliniz!
Bana bir kere daha zafer kazanma imkânı sağlamış olursunuz!
Yıldırım Bayezid Han
------ ----- ------
’’Kosova; 15 Haziran 1389’’
Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur toprak üzerinde göletler oluşturmuş, atların geçişini zorlaştırıyorken, rüzgâr etkisini daha da arttırmış ormanlık alan içerisinde gövdesi çürümüş ağaçları yere seriyordu. Şehzade Bayezid; Yakup’tan önce otağa geldi. Muhafızlar boynu bükük halde çadırın önünde bekler iken, Bayezid şüpheli bakışlar ile çadıra yöneldi. Anlaşılan bir şey olmuştu. Çadırdan içeriye girdiğinde bir zaman kalbinde oluşan ağrı aniden yoğunlaştı. Babasının cenazesini karşısında görünce kendisinden geçer gibi oldu. Çandarlı Ali Paşa onu kolundan tutarak bir minbere oturttular.
İşte o an kalbinde ki ağrının sebebini anlamıştı. Kendini kaybetmeden oturduğu minberden doğrularak Murad Han’ın cenazesini arka çadıra götürmek için emir verdi. O an orada bulunan Timurtaş Paşa, Saruca Paşa, İdris Paşa ve Çandarli Ali Paşa, etek öpüp Bayezid’in emrine girdiler. Sultan Bayezid en sonunda istediğini elde etmiş, Osmanoğulları’nın yeni bir padişahı olmuştu.
’’Evvel acele edesiniz. Babamın otağına az kaldı.’’
’’Bu yağmurda hızlı hareket edemiyoruz Şehzadem’’
’’Piyadeler geride kalsın Bayezid’den önce otağa varmamız gerekir.’’
’’Süvariler! Şehzademizi Takibe atılın!’’
Şehzade Yakup ordugâhı gördüğünde aniden durdu. Bir gözüyle Altan’ı aradı etrafta. Altan çoktan oradan ayrılmış, doğruca Germiyanoğulları Beyliği’ne at sürmeye başlamıştı. Şehzade Yakup atından inerek yanında iki muhafızı ile beraberinde otağa doğru yaklaştılar. Muhafızlar Şehzade Yakup’u görür görmez otağın girişini kapadılar. Yakup her şeyin farkına vardı o an. Bayezid erken davranmıştı. Çoktan gelip te babasının yanına sığınmıştı.
’’Babam ile görüşmek istiyorum açılın!’’
’’Ulu Hünkârımız Sultan Murad savaş sonrası şehit düştü. Sultan Bayezid bir saat boyunca kimseyi kabul etmeyin dedi.’’
Şehzade Yakup, Bayezid’in kendisinden önce otağa geldiğini anladı. İçten içe yaptıklarından dolayı pişmanlık duydu. Her zamanki kararlılığı ile;
’’Babamın cenazesini görmek istiyorum açılın dedim!’’
’’Sultanımız Bayezid Han izin vermedikçe kimseyi içeriye almıyoruz.’’
’’Sen bir Şehzade ile nasıl böyle konuşursun?’’
’’Padişahımızın emirlerinden zerre kadar dışarıya çıkmam.’’
Bayezid dışarıdan gelen seslere kulak kabarttı. Şehzade Yakup’un geldiğini fark edince;
’’Neler oluyor orada’’ diyerek dışarı çıktı.
’’Yakup! Karındaşım gel hele. Bırakın geçsin’’
Şehzade Yakup otağından içeriye adımını atarak öfkeli tavrıyla Bayezid’e baktı.
’’Babamın cenazesi arka otaktadır. Git ve gör. Sonrasın da buraya gel.’’
Şehzade Yakup arka otağa yöneldi. Babasının cenazesini gördüğünde içim içim gözleri yaşardı. Osmanoğullarına otuz yıl hüküm süren yüce hünkâr şehitlik mertebesinde iken Yakup yaşlı gözlerle O’na bakıyordu.
’’Lalam. Sen hariç herkes dışarıya çıksın.’’
’’Emredersiniz Sultanım’’
’’Saruca Paşa, bana hançerini ver hele benimki körelmiştir. Senin ki her daim parıldar idi.’’
’’Buyurun Hünkârım.’’
Şehzade Yakup Bayezid’in yanına gelip söz söyleyeceği sırada;
’’Sana soracağım sorulara doğru cevap vereceksin karındaşım?
Bir müddet sessizlik çöktü... Birbirlerine bakarlarken ikisinin de gözbebekleri hiç kaymıyordu. En sonunda Bayezid;
’’ Kosova savaşında askerlerinle benim bulunduğum alana neden sert müdahale yaparak girdin? Bizleri düşman mı sandın yoksa bir an gözün mü döndü?’’
Şehzade Yakup ne diyeceğini bilmiyordu. Yutkunarak iki adım geriye gitti. Kafasını kurcalayan bu soruya nasıl cevap vereceğini bilmiyordu. Sultan Bayezid istifini bozmadan çatık kaşlarını biraz daha buruşturarak Yakup’a bakmaya devam ediyordu. Daha fazla dayanamadan ayağa doğruldu ve Yakup’un yanına geldi. Şehzade kan ter içinde kalmıştı.
’’Neden bu kadar sıkıyorsun kendini? Nasıl bir yalan söyleyeceğini mi düşünüyorsun?’’
Şehzade halen susuyordu. Şaşkın gözlerle Bayezid’e bakmaya devam ediyordu. En sonunda dayanamayıp;
’’Sultanım. Ben bir hainlik ettim. Niyetim senin canına kıymaktı ki taht sadece bana kalsın. Ordumu bu yüzdendir ki senin üzerine saldım. Harp meydanında canını alacaktım. Ama pişman oldum. İzin verin affınıza sığınayım. Etek öpüp emrinize gireyim. Bu pişmanlığı çektikçe onurum ve şerefim ayaklar altında olsun. Yeter ki affedin Hünkârım.’’
Sultan Bayezid, göz ucuyla Çandarlı Ali Paşa’ya baktı. Paşa, fal taşı gibi açılmış gözleriyle bütün bu olanları izliyordu.
’’Yakup. Osmanoğulları’nda hainlik edene ne ceza verilir?’’
’’Verilen tek ceza ölümdür Ağabeyim.’’
’’ Varsın olsun o zaman!’’ diyerek elinin altında gizlediği hançeri çıkartıp Yakup’un karnına sapladı. Ardından iki defa daha karnına hançer geçirdi. Yakup olduğu yere yığılırken Çandarlı Ali Paşa Bayezid’e dönerek;
’’Hünkârım. Neden böyle bir şeyi siz yaptınız? Bu tür hainliği biz temizler idik. Kendi öz karındaşınıza kıydınız.’’
’’Etme lalam. Hainlik eden karındaşım da olsa cezası ölümdür. Gereğini ben yaptım affını Allah’tan dilesin. Harp meydanında benim canıma kastetti. Bu ihanet değil de nedir lalam!’’
Bayezid öfkelenerek dışarıda ki muhafızları çağırdı.
’’Karındaşımın cenazesini babamın yanına götürün.’’
SABOTAJ
On iki sene aradan sonra, Edirne’nin surları bir kez daha buz tutmuş ve olabildiğine esen sert rüzgârın verdiği soğukluk burun kapaklarını dondururcasına insanın içini titreten bir hal almıştı. Flamaların uçlarında birikmiş buz parçaları adeta bir cinayet silahı gibi görünüyordu. Mavi bir şapkası, olabildiğine uzun ve bir o kadar keskin ince bir İngiliz kılıcı, omuzlarının üzerinde, İspanyolların meşhur şahin rütbesi vardı. Sağ omuzundan aşağıya doğru salınan mavi pelerini bileğindeki suikast aracını gizlemeye yetiyordu. Tek katlı evin buğulanmış penceresini elleriyle ovalayarak dışarıyı süzdü. Her iki dakikada bir dört Osmanlı muhafızı oradan geçiyordu. Karın kalınlığı muhafızların dizlerine kadar ulaşmıştı. Hareket etmekte zorlansalar da bu sıkıcı nöbeti tutmaya mecburlardı. Ezio, nöbetçiler ortadan kaybolduğu anda hızlı adımlar ile bulunduğu evin çatısına çıkarak diğer evin çatısına geçti. Birbirine bitişik evler sıralar halinde yolun iki tarafında da uzanıyordu. Çarşı meydanında silahlanmış bir savaşçı görmek görenlerin garibine giderdi doğrusu. Bu yüzden evlerin çatılarını tercih eden Ezio için görünmeden hareket etmek daha kolay oluyordu. Ama bu konuda her yerde şanslı konumda değildi. Bembeyaz örtü gibi bürünmüş ahşap evlerin çatılarında hızla hareket ederken, aniden önüne çıkan samanlığı fark etmeden içine düştü. Tam çıkacak vakit ayak sesleri duyunca kıpırdamadı.
’’Çok soğuk karındaşım. Nasıl bir havadır bu?’’
’’ Ellerim buz tuttu resmen. Esen rüzgârdan saklanmamız gerekir. Bir yer bulalım karındaşım.’’
’’ Şu samanlık makuldür. Gel hele bir ateşte yakarız.’’
Etraftan toplanılan odunlar ile yakılan ateşin dibine üşüşerek ısınmaya çalışan muhafızlar ateşin verdiği sıcaklıkla derin bir sohbete daldılar.
’’General Achelous’u biliyor musun karındaşım?’’
’’Evet bilirim. Hatta onun için çalışan bir suikastçı var. Adı Ezio imiş.’’
’’Evet, evet o suikastçı! Duyduklarıma göre İspanyol’muş. Kathenoake’de doğmuş. Küçüklüğünden beri savaşçı olarak yetişmiş ve İspanya’nın vazgeçilmez bir silahşoru olmuş. Ama kendisine verilen bir görevi başaramayınca saraydan atılmış ve hayatı boyunca bir suikastçı olarak yaşamaya karar vermiş.’’
’’Bu bir efsane değil mi?’’
’’Ne efsanesi bre! Gerçektir. O kadar hızlı hareket eder ki nerden çıkıp nereye kaçtığı belli olmaz. Yakın zamanda buralarda görürsen hiç şaşırma. Fırsat vermeden işini bitirir.’’
’’ Bizler koskoca bir haçlı ordusunu dağıttık. Bir suikastçıdan mı korkumuz olacak?’’
’’ Öyle deme bre. Vatikan ve İspanya’da her kim isyan çıkarttıysa bu adama kurban gitmiş. Hatta en son duyduklarıma göre Vatikan’ın limanlarına saldıran korsanların liderini gemide sıkıştırmış, üzerine çullanan onlarca korsanı alt etmesine rağmen kaptanın darbelerinden ağır yaralanmış. Bu halde bile kaptanı öldürmeyi başarmış.’’
’’Vay bre karındaşım. Bu adam yalnız başına çalışıyorsa işini iyi yapıyormuş.’’
’’Öyledir. Lakabı da duyduklarıma göre şahin imiş.’’
Rüzgâr esintisini arttırdığı sırada yanan ateşin köz parçacıkları etrafa saçılırken muhafızlar kalkarak ahırın içerisine girdiler. Ezio, muhafızlar fark etmeden düştüğü saman yığıntısının içerisinden çıkarak hızla oradan uzaklaştı...
’’13 Aralık 1389; Bursa’’
’’Hele Kosova harbinde rahmetli garip anamın bana verdiği emaneti düşürmüşüm.’’
’’ Haçlı bozuntularından birisi almıştır onu karındaşım. Sen onu geçte nasıl oldu kolun söyle hele?’’
’’ Allah’a şükür karındaşım. Cerrahların verdiği şifalı bitkiler işe yaradı.’’
’’Çok şükür. Hareket edecek vaziyette isen Sultan Bayezid seni görmek ister. Bu gece Edirne’ye at üzerinde hareket edelim diyordum.’’
’’Olur karındaşım. Zaten hava karardı kararacak. Hazırlanıp yola koyulsak iyi olur.’’
’’Ben gereken hazırlıkları yapayım. Hava tam karardığı zaman yola çıkarız.’’
Akşamın alacakaranlığı yoğun sis ve kar ile kaplanmış Bursa üzerine bir örtü gibi inmişti. Belki de Bursa en soğuk günlerini yaşıyordu. Kışları bu kadar soğuk olmazdı doğrusu ama balkanlardan gelen soğuk hava ve bol yağmur Anadolu’yu da etkilemiş ve kuvvetli kar ve yağmura kapılarını açmıştı. Sur kapıları yerine ormanlık alanı tercih ederek yola çıkan Mehmet ve Bozdağlı metrelerce kalınlıktaki kar üzerinde atlarını bir hayli zor ilerletiyorlardı.
’’Kılıcımız da paslanmış bre karındaşım’’
’’ Kâfir boynu vurmamaktan olmuştur’’
’’Havayı yoğun sis kapladı göz gözü görmüyor. Bu şekilde yolumuzu nasıl bulacağız?’’
’’Gelibolu’dan Edirne’ye bir geçiş yolu biliyorum ama orası da Bizans’ın muhafızları ile doludur.’’
’’ Başka geçit olduğunu sanmıyorum. Atamız Orhan Gazi zamanında Anadolu’yu ve Balkanları birbirine bağlayan bir köprü yaptırılmıştı lakin orası da Bizans’ın elindedir.’’
’’Başka gidecek yerimiz yok. Kara ile bağlantısı olmadan askerlerimiz sürekli deniz yoluyla taşınıyorlar.’’
’’ O geçitlerin birinden mecburen geçeceğiz yani değil mi?’’
’’Evet. Biz bildiğimiz geçidi kullanalım. Ya da bir sal yapıp Gelibolu’ya geçelim.’’
’’ Sal yapmak uygun olmaz karındaşım. Baksana bu soğukta ve şiddetli rüzgârda nasıl denizi aşarak karşıya geçmeyi düşünüyorsun.’’
’’Şansımızı denemekte fayda var.’’
’’ Boş yere risk almayalım. Geçide gidelim hele diğer tarafında bir liman vardır. Oradan Edirne’ye geçeriz.’’
Balkanlar ile Anadolu’yu birbirine bağlayan bu iki geçitten birisi Cennet mekân Orhan Gazi’nin yaptırdığı ve Çirmen Muharebesinden faydalanarak Bizans’ın ele geçirdiği bir köprüydü. Diğeri ise iki dağın arasında oluşan yarığın içerisinden doğruca Marmara denizine açılan bir geçitti. Yarığın bitiminde ufak çaplı bir liman bulunuyordu. Bizans’ın küçük ticaret gemileri bu limanda sürekli içki ve şarap depoluyordu. Mehmet ile Bozdağlı bu limana gizlice sızarak deniz yoluyla Edirne’ye geçeceklerdi.
’’Umarım o dar geçidi buluruz.’’
’’İnşallah karındaşım. Lakin çok sis var. Bu şekilde bulmamız biraz zor olacak.’’
’’Yarım gündür yoldayız. Bir kamp kuralım. Biraz yorgunluk çöktü. Atlarımızın da dinlenmeye ihtiyacı var.’’
’’Yağmur olmazsa bu gece burada dinlenelim. Gün ağarır ağarmaz yola koyuluruz.’’
Mehmet ve Bozdağlı çevreden topladıkları odun parçaları ile bir ateş yakıp hemen dibine üşüştüler. Kim demez ki şimdi böyle bir ortamda sohbet koyu olur diye? Sakin, ıssız ve bir o kadar da ürkütücü olan Bursa ormanlarında yanan ateşin dibinde oturmuş iki karındaş sohbet eder iken Ezio’nun kahramanlık hikâyeleri yine dillerine dolanmıştı. Böyle bir suikastçının kendi taraflarında olması çok işlerine yarardı doğrusu. Ortalığa yayılan bazı söylemlerden birisi ise Ezio’nun Edirne’de olduğu ve bir suikast girişimi için hazırlık yaptığı dilden dile dolaşmıştı. Sultan Bayezid’in kulağına giden bu söylem de Bayezid;
’’Bizler Anadolu’nun şahinleriyiz. Lakin bir suikast girişimi yapacaksa gelsin benim canımı alsın. Bakalım ne kadar yetenekli?’’ diyerek Ezio’ya meydan okumuştu. Daha suikastçının ortalıkta gözükmediği sıralarda bu kadar söylem Edirne’nin tüm halkını sarmış ve herkesi bir korku ve endişe kaplamıştı. Sultan Bayezid; halkın bu korkusunu yenmesi için tellallarını şehir meydanına göndermiş lakin sebepsiz yere korkan bu insanlar evlerinin kapılarını kilitleyerek dışarı çıkmamaya karar vermişlerdi. Ezio’nun Edirne’de olduğu biliniyordu. Sultan Bayezid’e yapacağı suikast girişimi için sabırlı ve temkinli hareket ediyordu. Şehrin kuzey batısında ıssız ve terkedilmiş bir harabe evde saklanıyordu. Osmanlı ordusundan fark edilmeden birkaç mühimmat ve teçhizat çalmıştı. Bir karatuğ, Ezio eşyaları çalar iken onu takip etmiş ve ormanlık alana doğru giren suikastçının izini orada kaybetmişti. Bu durumu hemen Karatuğ ağasına belirttikten sonra hızlıca yola koyulan iki bölük asker hiçbir ize rastlamamış ve akşamın karanlığında döndüklerinde bölükteki iki askerin ortadan kaybolduğunu fark etmişlerdi. Karatuğ ağası, Sultan Bayezid’in huzuruna çıkarak durumu izah etmiş ve Bayezid, Ezio’nun bulunması için seferberlik ilan etmişti.
Suikastçıyı gören sadece bir asker vardı ve Sultan Bayezid askeri huzuruna çağırarak soruşturma yaptı.
’’Allah’ın selamı üzerinize olsun Sultanım.’’
’’Sağol karatuğ. Buraya gelmenin sebebini biliyorsundur umarım. Şimdi bana biraz o suikastçıdan bahset bakalım?’’
’’Sultanım; pelerini ve kapüşonu olduğu için pek yüzünü göremedim ama üzerinde ki kıyafetten tutun giydiği çizmeye kadar bilirim.’’
’’Anlat bakalım asker?’’
’’Sultanım; Ben görev arkadaşlarım öğle yemeğine oturmuş iken ahıra mühimmat taşıyordum. Biraz oturup dinlenmek istedim. İçeriden hışırtı gelince ayağa kalkıp içeriye girdim. O anda bir adamın hızlıca diğer kapıdan koşarak kaçtığını gördüm. Peşine düştüm hemen. Şehrin kuzey batısında ki ormanlık alana kadar kovaladım. Lakin orada kaybettim. Üzerinde garip bir kıyafet vardı. Kapüşonu sanki şahinlerin burun yerine benziyordu. Ucu keskin bir cismi andırıyordu ve mavi renkliydi. Kahverengi bir çizmesi vardı. Ayrıca ok ve yayını da eksik görmemiş hünkârım. Belinde takılı gördüğüm bir İspanyol baltasıydı. Sanırım bu adam bir İspanyol ya da Kızılderili. Sol elinde ise çok garip bir şey fark ettim. Ben bir an bunu takip eder iken bir ahşap evin yanında durup etrafı kolaçan etti. Sonrasında eve doğru yönelerek eliyle evin ahşap duvarına bir işaret çizdi. Galiba bir şeylerin peşindeydi. Ama asıl merak ettiğim elinin altında gizlediği bir bıçak mıydı? Yoksa eliyle mi yaptı? Orasını pek göremedim Sultanım. Sonrasında hızlıca oradan kayboldu ve ormanlık alana gelince izini kaybettirdi. Etrafa iyice bir göz attım. Ama bir şey bulamadım. Geri döndüğüm de ahşap evin yanına gelerek o işarete baktım ama hiç bir şey anlamadım.’’
’’Anlaşıldı asker. Peki, o ahşap evin nerede olduğunu hatırlıyor musun?’’
’’Elbette Sultanım hatırlıyorum.’’
’’İyi o halde hazırlanın. Yarın doğruca oraya gidiyoruz.’’
Sultan Bayezid, Ezio’yu bulabilmek için öncelikle birkaç izi bir araya getirip araştırma yapması gerekiyordu. Ezio kendisinin takip edildiğini biliyor muydu? Bu sırları çözebilmek için devlet işlerini lalasına bırakarak bu işe odaklanmaya başladı. O gece Bayezid oturup Ezio hakkında öğrendiklerini bir kaleme alarak bu adam hakkında bir bilgi topladı. Ezio’yu gören askeri o gece odasında misafir eden Bayezid askeri tekrardan dinlemiş ve ek bilgiler için dört kola casus göndermişti. Onun izine dair bir şeye rastladıklarında anında gelip Sultan’a bildireceklerdi.
’’İz Peşinde... 7 Ocak 1390’’
Sabahın ilk ışıklarında Edirne dağlarından yavaş yavaş yükselen güneş, karla kaplı şehri eritmeye başlamıştı. Günlerdir güneş yüzü görmeyen şehir sonunda aydınlanmış ve insanların sokağa dökülmesini sağlamıştı. Her ne kadar halk korkar durumda olsa da bu güzel günde rahatça zaman geçirebilmek için günlerdir bomboş olan Edirne sokakları bugün insanların kalabalığı ile dolup taşmıştı.
Sultan Bayezid, Saruca Paşa, İdris Paşa, Çandarlı Ali paşa ve otuz kişilik karatuğ bölüğü ile şehrin kuzey batısında ki o ahşap eve doğru yöneldiler. Sultan Bayezid tam temkinli korunuyordu. İdris Paşa, en yetenekli askerlerini seçerek gelmişti. Herhangi bir suikast girişiminde karşılık verecek kadar sağlam olacaklardı. Karatuğun tarif ettiği ahşap eve geldiklerin de;
’’İşte burası Hünkârım. Suikastçının çizdiği simgede şuradadır.’’
’’Sultan Bayezid işarete baktı ama bir şey anlayamadı. Sağ alttan yukarıya doğru uzun bir çizgi ve sola doğru dönen bir çizgi ile birleşmişti. Sonrasında tekrardan aşağıya doğru bir çizgi vardı. Bu saçma çizgiden hiçbir şey anlamamışlardı. Lakin Bu çizgilerin üzerinde bazı çarpı işaretleri dikkatlerini çekmişti. Acaba bu çarpı işaretleri ne oluyordu?
’’Burada iki tane muhafız bırakın. Bu sembolden anlayacak tek kişi biliyorum. Saraya dönüyoruz!’’
’’Emredersiniz Sultanım!’’
’’Sultanım izin verirseniz bu sembolden anlayacak kişinin kim olduğunu öğrenmek isterim.’’
’’Bu sembolden bir şeyler çıkartacak tek kişi şuanda Bursa’dan yola çıktı.’’
’’ Bozdağlı mı hünkârım?’’
’’Mehmet’tir Lalam... Mehmet...’’
...
’’Wollcot Limanı, Çanakkale’’
’’Görünüşe göre fazla kişi yok. Galiba yelken açmış olabilirler.’’
’’Emin değiliz ki karındaşım. Ben sekiz kişi görebiliyorum.’’
’’İkisi de sandalın orada bak.’’
’’ On kişiler. Ne yapmamız lazım. Sen yaralısın birde. Nasıl alt edeceğiz.’’
’’Saçmalama karındaşım. Doğruca üzerlerine gitmek olmaz. İki yana ayrılalım. Islık çalmayı biliyor musun?’’
’’Evet.’’
’’ O zaman sen soldan git orada sandık yığıntıları var. Oraya saklan. Ben de sana yakın yerde durayım. Tiz bir ıslık çalman gerek ki onları kendine çekesin. Bense aniden çıkar şaşırtma yaparım o anda işlerini bitiririz.’’
’’Bana uyar karındaşım. Hadi yapalım şu işi.’’
’’ Haydi Bismillah. Gazan mübarek olsun karındaşım.’’
’’Eyvallah senin de ’’
İki karındaş ayrı kollara ayrılarak sinsice limana girdiler. Mehmet sandık yığıntılarının olduğu yere gelince kendine sağlam bir yer bularak oraya yerleşti. Ok ile yayını hazırlarken, Bozdağlı çatık kaşları ile yürüyerek Mehmet’in yirmi arşın ötesinde bulunan saman ve odun yığıntılarının arasına girdi. O da Mehmet gibi silahını hazırladı.
’’ Orada kaç sandık içki var.’’
’’ Yirmi beş sandık içki var efendim.’’
’’ Hepsini iskeleye taşıyın. İçkiler beklemez. Akşama doğru gemi demir atacak ve yükleme yapacağız.’’
’’Emredersiniz Efendim!’’
Bizans askerleri Mehmet’in saklandığı yerdeki sandıkları tek tek iskeleye taşımak için oraya yöneldiler. Liman komutanı ise kendisine bir sandalye çekerek içkinin tadına bakmaya başladı. Muhafızlar sandıklara yaklaştığı vakit aniden fırlayan dörtlü ok iki muhafızı birden yere serdi. Bunun üzerine de tiz bir ıslık çalan Mehmet baltasını çektiği anda muhafızların üzerine yürüdü. Bozdağlı ıslığı duyunca o da hareket ederek muhafızları tek tek yere serdiler. Neyin ne olduğunu anlayamadan liman komutanını da boğazından sarmalayan Mehmet’e;
’’Kimsiniz siz?’’
’’Biz Osmanoğluyuz!’’
’’Ne istiyorsunuz o zaman?’’
’’ Tercih sensin. Ya senin canını alırız, ya da limandaki bir tekneyi!’’
’’Canımı bağışlayın! Ne isterseniz yaparım.’’
’’ Haa şöyle... Karındaşım şunun ellerini bağlayalım. Bir tekneyle yelken açalım. Sultanımız bizi bekler ama biz Sultanımızı bekleyemeyiz.’’
’’Tamam, karındaşım ben tekneyi hazırlayayım.’’
Liman komutanının ellerini iyice bağlayıp sandalyeye oturttuktan sonra Mehmet;
’’Bana bak! Biz buraya limanı ele geçirmek için gelmedik. Şimdi seni serbest bırakacağım ve buradan hemen kaybolacaksın. Aksi takdirde kelleni alırım!’’
’’Tamam, ne isterseniz yaparım. Bırakın beni.’’
’’Karındaşım! Bizanslar hep böyle ürkek mi oluyor yahu?’’ diyerek bir kahkaha attılar. Liman komutanı utançtan kıpkırmızı kesildi. Mehmet komutanın silahını alarak ellerini çözdü ve serbest bıraktı. Liman komutanı koşarak oradan uzaklaştı.
’’Teknemiz hazır karındaşım. Vakit kaybetmeden yelken açalım.’’
’’ Evvel acele edelim. Bayezid bizi bekler. Lakin geç kalırsak laf işitmeyelim.’’ Diyerek iki kardeş denize doğru açıldılar.
’’Ah be karındaşım. Nedir bu çektiğimiz?’’
’’Neyi kastedersin karındaşım?’’
’’Balkanlar... Bizanslılar... Germiyanoğulları... Candaroğulları... Haçlılar...’’
’’Allah yolumuzu açık etsin. Gazamız mübarek, kılıcımız keskin olsun. Sultan Bayezid bunlarla uğraşmaktan yılmaz inşallah. Allah-ü Teâlâ hünkârımıza uzun ömürler versin.’’
’’Âmin karındaşım... Âmin...’’
’’Edirne; 10 Ocak 1390’’
Sultan Bayezid ve paşaları otakta suikastçı hakkında bilgi toplayan casuslar ile görüşüyordu. Saruca Paşa ve İdris Paşa’da bir takım özel eğitilmiş askerlerini bu suikastçının izini sürmek için şehrin dört bir yanında görevlendirmişti. Suikastçının izi hakkında görevlendirilen muhafızlar Bayezid’e açıklama yaparken içeriye Mehmet ve Bozdağlı girdi.
’’Allah’ın selamı üzerinize olsun Hünkârım.’’
’’Sağolasınız. Buyurun gelin bakalım yiğitlerim.’’
İki karındaş minberlere oturarak Bayezid’e buraya gelene kadar başlarından geçenleri tek tek anlattıktan sonra Bayezid;
’’ Bu durumları bir kenara bırakalım. Sizinle paylaşmam gereken önemli bir mevzuat vardır.’’
’’Dinleriz Hünkârım.’’
’’ Mehmet bu konuda özellikle senin daha yatkın olduğunu biliyorum. Bu yüzden beni iyi dinle ve bu işte en çok güveneceğim kişi sen olacaksın. Bozdağlı’da sana yardımcı olacak.’’
’’Emredersiniz Hünkârım.’’
’’Ezio isimli bir suikastçı vardır, tanıyor musun onu?’’
’’Adını duymuştum ve hakkında geçen söylemleri de. Ama şuana kadar hiç karşılaşmadım Sultanım.’’
’’Pekâlâ, bahsettiğimiz suikastçı şuanda Edirne’de ve bir suikast planı için hazırlıklar yaptığını varsayıyoruz. İki gün evvel karatuğlarımızdan birisi Ezio’yu mühimmat depomuzdan eşya çalarken fark etmiş ve onu takip etmiş. Kuzey batıda ki ormanlık alanda izini kaybetmiş. Lakin oraya varmadan sokak aralarında bir an durup bir ahşap eve bileğindeki garip bir hançerle bir işaret çizmiş. O işaretten en iyi senin anlayacağını düşündüm.’’
’’Sultanımız ne der ise o olur. Müsaitseniz gidip görebilir miyiz o işareti?’’
’’Elbette Mehmet. Bre lalam! Hazırlayın atları yola koyuluyoruz.’’
Sultan Bayezid suikastçının ne yapmaya çalıştığını tam olarak öğrenmek için Mehmet’in o işareti anlayacağına bağlamıştı. Eğer ki o işaretten bir şeyler çıkartılırsa, belki de Ezio’yu bulabilecekti. İkindi vakti çökünce bir ezan sesi yankılandı Edirne’nin dört bir yanında... Beraber yola koyulup ahşap eve geldiklerinde muhafızlar;
’’Hünkârım! Az evvel burada etrafı kolaçan ediyorduk ki tepemizdeki çatılardan bir adamın hızlıca diğer çatıya geçtiğini fark ettik.’’
’’Ezio bu! O burada!’’
’’Hünkârım. Güvenliğiniz için saraya dönmeniz daha uygun olur, ben bu işi hallederim.’’
’’Hayır Mehmet. Eğer ki Ezio buraya gelirse yüz yüze karşılaşma imkânım olacaktır.’’
Mehmet ne kadar ısrar ettiyse de Bayezid’i götürmeye ikna edemedi. İşarete doğru iyice yaklaştı ve zihnini kurcalamaya başladı. Soldan ve sağdan aşağıya doğru inen iki çizgi ve bunları tepesinde birleştiren bir çizgi... Çizgiler üzerinde belirli konumlarda çarpı işaretleri vardı. Acaba bunlar ne oluyordu? Mehmet kısa sürede olayı çözdü.
’’Hünkârım. Ezio, sabotaj peşinde.’’
’’Bunu nasıl anladın Mehmet?’’
’’Bu çizgiler bir bölgeyi temsil ediyor. Edirne’de böyle yollara ayrılan bir bölge var.’’
’’ Mühimmat depoları!’’
’’Evet. Mühimmat depoları. Bu çizdiği çarpı işaretleri de sabotaj yapacağı depolar olmalı ve tahmin edebiliyorum ki Ezio şimdiden oraya varmıştır bile.’’
’’Yürüyün bre aslanlarım! Evvel mühimmat depolarına varmamız gerekir! Yürüyün! ’’
Bayezid böyle bir tuzağa düştüğü için kendisinde bir an utançlık hissetti. Bir suikastçı tarafından oyuna getirildiğini fark edince öfkesinden kudurarak atını şaha kaldırıp hızlı adımlarla mühimmat depolarına yöneldiler. Oraya vardıklarında iş işten geçmişti. Yerde yatan cansız bedenler ve depolardan yükselen alevler dört bir yanı sarmıştı. Edirne’yi beş yıl kadar idare edecek silah depoları yerle bir olmuştu. Vakit kaybetmeden etrafa koşan muhafızlar Ezio’yu aradılar. Ama Ezio ortalıkta yoktu. İşini çoktan bitirmiş ve oradan ayrılmıştı. Bayezid atından inerek alevlerin olduğu yere girdi. Mehmet hemen arkasından giderek Bayezid’in öfkeden kudurmuş halini biraz sindirmeye çalıştı. Bayezid etrafı gözden geçirerek Mehmet’e döndü;
’’ O suikastçıyı bana bulacaksın! Ölü ya da diri! ’’
’’Emredersiniz Hünkârım.’’
’’Hemen dedim Mehmet! Hemen! ...’’
Mehmet bu emirle beraberinde atına binerek hızla oradan uzaklaştı. Akşamın karanlığı Edirne’ye çökmüş ve ıssız sokaklar sisle kaplanmıştı. Şimdi Ezio’yu nerede bulacaktı? Bulduğunda ne yapacaktı? Onu nasıl öldürecekti? Bu düşünceler zihnini kurcalamıştı. Bayezid’in o öfkeli tavrı ile ölü ya da diri olarak Ezio’yu istemesi kendisine verilen en büyük emirlerden birisiydi ve yapmak zorundaydı. Ezio’yu bulacak, öldürecek ve Bayezid’in huzuruna getirecekti. Onunla karşılaştığında ya öldüremezse? Öldüremese bile Bayezid için yapacağı en büyük fedakârlıktan birisi olacaktı... Deneyimli bir suikastçı ile karşılaşmak kolay bir şey değildi tabi ki lakin bunun için Mehmet’in bazı yerlerde ipucu araması ve ona sinsice yaklaşarak işini bitirmesi gerekiyordu. O dönemin en büyük ilim adamlarından eğitim alması gerekmekteydi. Ama bu onu bir suikastçı olmaya teşvik ederdi. Bir karatuğ olmak mı? Yoksa bir suikastçı olarak tek başına çalışmak mı daha iyi olurdu? Suikastçı olmak rahat bir yaşam sürerek, verilen emirlerde tek başına iş yapmak ve emir verenlerin güvenini kazanmak vardı. Belki de ileri zamanda fikrini değiştirip bir suikastçı olabilirdi. Her şeyi ihtimallere bağlamıştı Mehmet. Eve doğru giderken bu düşünceleri zihninden bir türlü çıkartamıyordu. Acaba Ezio nasıl bir yeteneğe sahipti. Sultan Bayezid’i bile oyuna getirip sabotajını başarılı bir şekilde yapan bir suikastçı yetenekli bir kişi olduğunu apaçık gösteriyordu. Mühimmat depolarında yirmi bir muhafızın cansız bedeni de Ezio’nun savaş alanında yaptığı şaşırtıcı saldırı hareketlerini de gözler önüne seriyordu...
’’17 Ocak 1390’’
Mehmet Ezio’yu bulabilmek için evinde yoğun bir araştırma yapıyordu. Bir haftadır sultanla görüşmeksizin kesin bir kanıt buluncaya kadar Bayezid’in huzuruna çıkmayacağına karar vermişti. Bir müddet ilim adamlarından aldığı suikastçılar hakkında ki kitaplara göz attıktan sonra dışarıya çıkarak başka izler bulmak için yola koyuldu. İlk önce Bozdağlı ’ya giderek onu da yanına aldı. Beraberce şehrin kuzeybatısında ipucu aramaya başladılar. Öğle vakti geldiğinde Bozdağlı bir evin çatısına çıkıp etrafı kolaçan ediyordu. Mehmet ise ahşap evlerin öbür tarafında bulunan mühimmat depolarında ipucu arıyordu. Sabahtan beridir hiçbir ize rastlamayan Bozdağlı yorulduğunu anladı ve çatının tepesine oturup etrafa göz atmaya devam etti. Bir an ahşap evlerin arasından koşarak birinin geçtiğini gördü. Hemen ayağa doğruldu ve koşan adamın peşine düştü. Bir süre adamı takip ettikten sonra aniden durakladı. Adam yere eğilerek bir taş parçası aldı ve yürüyerek az ötesinde bulunan ahıra girdi. Bozdağlı yerinden kıpırdamadı. Kısa süre sonra adam içeriden çıktı ve koşarak oradan uzaklaştı. Bozdağlı bir müddet bekledikten sonra ahıra girdi. Acaba adam ahırda ne yapmıştı?
Ahırın sağ köşesinde yerde duran taş dikkatini çekince oraya yöneldi. Taşın üzerinde kan lekeleri vardı. Bozdağlı’nın kafası bir hayli karışmıştı.
’’Bu kan da neyin nesi böyle?’’
’’ Bu kan lekesi yakın zamanda yapacağım bir suikast için işaret.’’
Bozdağlı aniden arkasını dönünce Ezio’yu tam karşısında buldu. Hemen kılıcına sarılarak;
’’Sen Ezio olmalısın öyle değil mi?’’
’’Sence ?’’
’’Dilimizi nereden biliyorsun?’’
’’Bu seni ilgilendirmez. Takip edildiğimi çabuk hissederim doğrusu.’’
’’Ben de bu sıralar takip edecek birisini arıyordum.’’
’’Tesadüfe bak. Ben takip ediliyorum ve sende takip ediyorsun. Bu nasıl bir çelişki acaba?’’
’’Evet, Ne tesadüf değil mi?’’
’’Nedense ben takip edenleri pek sevmem doğrusu.’’
’’Ben de takip edilenleri pek sevmem.’’
’’Çok zıt konuşan ikiliyiz. Neden beni takip ediyorsun?’’
’’Evet. Bak çok akıllı olduğun belli ama konuşma tarzın beni rahatsız ediyor Bay Ezio.’’
’’Olabilir. Ben insanlarla böyle konuşmayı seviyorum. Soruma cevap alabilir miyim acaba?’’
’’Seni öldürmek için takip ediyorum.’’
’’Ya. Öyle mi? Ben de bu sıralar padişahınıza bir suikast planlama girişimindeydim.’’
’’Padişahımızın seninle alıp veremediği bir şey yoktur biliyorum. Bu emiri sana kim verdi?’’
’’ Ben yalnız başıma çalışırım dostum. Kimseden emir almam.’’
’’Padişahı öldürecek kadar cesaretin varsa seni huzuruna kadar götürebilirim.’’
’’İstemez. Ödenen para fazla olduğu için işi kendim zorlaştırarak yapmayı seviyorum.’’
’’Demek ki birisi için çalışıyorsun.’’
’’Evet Bay...’’
’’Bozdağlı! Adım Bozdağlı!’’
’’Evet, evet Bozdağlı.’’
’’Kim için çalışıyorsun söyle o zaman ?’’
’’Padişahınızı balkanlarda tehdit olarak gören yüksek mertebedeki insanlar için tabi ki de?’’
’’Papa? General Achelous?’’
’’Çok bilgili biri olmalısın. Tek cevapta bildin dostum.’’
’’ Seni öldürdükten sonra mı huzura götüreyim? Yoksa canlı olarak mı?’’
’’Böyle tercihleri her karşıma çıkanlardan duyuyorum ama nedense hep kendileri gidiyor o huzura.’’
...
’’Belki de bu sefer sen gidersin ha!’’
Mehmet, Ezio’nun boğazına sinsice hançeri geçirdi. Ezio neyin ne olduğunu anlayamadı. İki seçkin Osmanlı muhafızına esir düşmüştü.
’’Tanıştırayım Bay Ezio. Bu Mehmet, Sultanımızın en seçkin askeridir.’’
’’ Lanet olsun!’’
’’Şimdi ne yapacağız karındaşım?’’
’’Ne mi yapacağız? Onu huzura götürürsek Sultan elini kana bulayacaktır. Bu işi biz bitireceğiz tabi ki de!’’
’’O iş sandığınız kadar kolay değil işte!’’
Diyerek Mehmet’in bacağına bileğinde ki hançeri saplayan Ezio kaçmaya yeltenirken yolunu Bozdağlı kesti ve kılıç şakırdamaları ahırın içinde yankılanmaya başladı. Bozdağlı Ezio ile mücadele etmekte zorlansa da onun saldırılarına anında karşılık veriyordu. Mehmet yerde yatarken ayağından akan kanı durdurmak için üzerindeki gömleği ayağına sardı. Bozdağlı direndikçe Ezio darbe üzerine darbe yapıyordu. Üst üste gelen saldırılar da kendisini kontrol altına alamaz oldu. Bir müddet daha direnen Bozdağlı en sonunda Ezio’nun amansız saldırısına uğradı ve kalbine bir hançer yedi. Olduğu yere yıkılan Bozdağlı nefes almakta zorlanırken Mehmet öfkeden çıldırmış gibi Ezio’nun üzerine atladı ve baba emaneti olan baltasını Ezio’nun sağ koluna sapladı. Ezio, yerde bağıra bağıra kıvranır iken Mehmet baltasını omzundan çıkarıp doğruca suikastçının kalbine sapladı...
’’Karındaşım! Karındaşım! Dayan benim aslanım! Seni hemencecik cerraha götüreyim!’’
Bozdağlı’da çıt yoktu. Mehmet Ezio’nun cansız bedenini omzuna alarak az ötesindeki saman yığıntılarının içerisine sakladı ve Bozdağlı’yı kucaklayarak oradan çıktı. Mehmet ayağından yaralanmıştı lakin bir müddet koştuktan sonra yere yığıldı. Karındaşı şehit olmuştu. Bunu biliyordu ve cerraha yetiştirecek ümidi de tükenmişti. Akşamın karanlığı çökene kadar orada bekledi. Kendi imkânları ile gecenin bir vakti Bozdağlı’yı sırtında taşıyarak saraydan içeriye girdi. Muhafızlar Mehmet’i fark edince hemen yardımına koştular.
’’Neler oldu böyle kardeş?’’
’’Yardım edin hemen. Karındaşımı cerraha götürelim!’’
’’ Nefes bile almıyor. Diğer arkadaşları çağırayım bekleyin burada.’’
Yukarıdan gelen yedi muhafız daha Bozdağlı’nın cansız bedenini sıhhiye odasına taşıdılar. Bir müddet sonra cerrah geldi ve hemen Bozdağlı ’ya müdahale etti. Lakin Bozdağlı şehit olmuştu. Mehmet, karındaşının cenazesinin dibinde oturarak orada sabahladı...
Sabah ezanında yankılanan şehit haberi Bayezid’in kulağına gidince Mehmet’i huzuruna çağırdı. Mehmet Bayezid’in karşısına çıktığında yüzü içten içe solmuştu ve ayakta duracak dermanı kalmamıştı. Çandarlı Ali paşa beraberinde onu minbere oturttular. Bayezid, can dostu gibi yanına oturarak neler olduğunu sordu.
’’Sultanım. Emrinizi yerine getirdim lakin karındaşımı kaybettim.’’
’’Acımız büyüktür biliyorum. Yaptıklarının mükâfatını göreceksin. Allah rahmet eylesin.’’
’’Sağolun Sultanım.’’
O gün Mehmet ile Bayezid uzun uzun konuştular. Ezio’yu nasıl öldürdüğünden tutup Bozdağlı’nın şehit düşmesine kadar tüm olayları tek tek anlattı. Bayezid bir gün sonrasında Ezio’nun cansız bedenini saraya getirtti. Üzerindeki kıyafetleri aldırarak kefen giydirtti. Bir tabutun içerisine kefeni ve bir kâğıda yazdığı mektubu koyarak elçileriyle Vatikan’a gönderdi...
’’Vatikan...’’
’’Efendim. Osmanlı Devleti padişahı Sultan Bayezid’in elçileri tarafından bir paket getirildi. Hemen alt katta bir masaya yerleştirdik.’’
’’ Hayret doğrusu. Sultan Bayezid böylesi hediyeleri bize gönderir miydi?’’
Papa ve muhafız alt kata indiklerinde paketin açılması emredildi. Paket açıldığında içerisinden bir tabut çıktı. Papa ne olduğunu anlayamadan tabutun kapağını açtırdığında Ezio’nun cansız bedeni ile karşılaştı.
’’Yüce İsa adına! Bu nedir böyle?’’
’’Efendim. İçerisinden birde mektup çıktı.’’
Papa mektubu açtığında Sultan Bayezid’in o öfke dolu satırlarını okuyunca korkudan endişeye kapılmıştı...
’’Beni öldürmek için bir suikastçı gönderdiniz ama malumunuz hala hayattayım. Bu tür kışkırtma ve komplolarla bizi tehdit edeceğinizi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Bizi kızdırmayın! Kızdırırsanız ordumuzla Roma’ya kadar gelir Saint-Pierre şehrinin mihrabından atımıza yem yediririz!’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.