GÜNLERİN GETİRDİKLERİ
FERDA-7-
Bir teneffüs, Hasan, Marlon Brando ciddiyetiyle Ferda’nın sınıfına geldi. Galip’le merhabalaştı önce. Sonra Ferda’yı koridora çağırdı;
’ Naber Ferda, iyi misin?’ dedi, ilgili gözlerle bakıyordu. Ferda, biraz utandı gene.
’İyiyim, sen nasılsın? Görünmüyorsun.’
’Valla iş çok, bir yandan da dersler; biliyorsun on gün sonra üniversite sınavı var, gerçi hiç hazırlanmadım ya.’
’Nasıl hazırlanılıyor ki?’
’Burda dersane olsa giderim, ta B....’ye. gidenler var ya uzun iş.’
’Seneye ben de gireceğim sınava, ama hayatımda hiç test çözmedim.’ dedi Ferda gülerek.
’Ç...’deki eğitime gireceğim, matematik bölümüne, orada tanıdığım hocalar var bizden. Mülakatta yardımcı olurlar. Seneye sınavda barajı aşarsan, mutlaka bir bölüme girmene yardımcı oluruz.’
’Edebiyat bölümü var mı, peki eğitimde?’ diye sordu Ferda, heyecanlanmıştı.
’Var sayılır, ama Türkçe bölümü diye geçiyor. Bak, sen çalış gene, mutlaka yardımcı olurum sana.’ dedi Hasan kendinden emin.
’Valla en çok Türkçe veya Edebiyat bölümüne girmek isterim.’
’ İyi o zaman, bu sene ben gireyim de, gerisi kolay.’ dedi Hasan, sonra biraz utangaç; ’Artık sık görüşemeyiz, okul bitti, seneye de ben yokum tabii, sana haber gönderirim.’
’Yazın köye geliyoruz, köyde de görüşürüz.’ dedi Ferda.
Hasan, biraz durgunlaştı, sonra;
’Ferda, sen şu Musa denen adamdan kitap mı alıyorsun?’
’Evet, bir tane aldım, felsefe kitabı, n’olmuş ki?’ dedi Ferda, bu işlerden anlamıyormuş gibi yaparak.
’Geri ver o kitabı, komünist kitabı o.’ dedi Hasan, uyarıcı bakışlarla.
Hasan gitti; Ferda, içinde bir huzursuzluk duydu. Neden karışıyordu ki okuduğu kitaba şu Hasan, tam da kitap onu içine çekmeye başlamışken. Okul konusunda Hasan ona söz vermişti; buralarda dersaneye gitmek, mersedese binmek gibi bir şeydi. Güzin yetenekli olduğu için kolayca girmişti üniversiteye, ama Ferda kendini hiç yetenekli görmüyordu. Hasan’ın yardımını almak ise, onun her dediğini yapmak anlamına gelebilirdi. İşte Ferda’nın canını bu sıkıyordu.
Karne günü okul kalabalıktı. Müdür, uzun bir kapanış konuşması yaptı, sonra takdir ve teşekkür alanlara belge dağıtıldı, ardından İstiklal Marşı okundu. Ferda, zayıfsız geçmenin keyfini yaşıyordu. Herkes dağılınca gözleriyle Songül’ü aradı. Birden Faik’i gördü, arkasını döndü ona. Faik tam Ferda’nın yanına gelecekti ki bir şey durdurdu onu. Songül, eliyle dokundu Ferda’ya;
’Naber Ferda, yürüyelim mi?’ dedi Songül, gene sevecen gene anlayışlı.
’Tamam, yürüyelim.’ dedi Ferda, sevinçle.
Faik, iki kızın arkasından baktı baktı; çaresizce kendi yoluna gitti.
’Songül, ben de hep seninle konuşmak istiyordum.’ dedi Ferda, yüzü mahçup, gözleri dolu doluydu.
’Bak Ferdacığım, senin hiç suçun yok; asıl suç, o adi insanda.’ dedi Songül, elini okul yönüne uzatarak. Sanki hala Faik orada bekliyordu. ’ Bir de benim ahmaklığım hepsi; onun teklifini niye kabul ettiysem zamanında, geri zekalının teki o, tek işi, şiir çalıp, benim şiirim bu, diye hava atmak.’
’Neyse, sonunda onun ne mal olduğunu anladık ikimiz de.’ dedi Ferda. Meydandaki banklarından birinde oturup sohbete devam ettiler. Güvercinler, bir konup bir uçuyorlardı. Songül, çantasından, yarım bir simit çıkarıp ufaladı yere. Bir üşüşüverdi güvercinler; kızlar güldüler neşeyle. Sonra, bir Ferda, bir Songül sırayla aldılar sözü ele, Faik’i çaldılar yere. Ferda, ferahladı, Songül’e minnet duydu.
’Yakında sizin köydeyiz,’ dedi Ferda. ’Bol bol görüşeceğiz.’
Ayten kızları alıp da kendi köyüne götürdü., Süleyman’a; sen gelme, biz bahçe işlerini halledip, geliriz, dedi. Tam üç aylık bir özgürlük yaşadılar kızlar, Ayten arada Süleyman’ı yoklamaya gitti. Gece gündüz namazda olan Süleyman’ın sakalları iyice uzamıştı, bir de başına bir takke geçirdi. İbrahim, arada gidip abisiyle kalıyordu ya, pek anlaşamıyorlardı. Çoğu kez tartışmayla biterdi muhabbet. Gene de abisini yalnız bırakmayacak kadar sevgi doluydu İbrahim. Ferda bol bol okuyup düşündü, bazen de resim yaptı. Songül ve Gülten’le nadiren görüşebildi. Çünkü, kızlar, B. şehrindeki teyzelerinde kaldılar, Gülten orada dersaneye gitti. Yaz sonunda belli oldu; Songül ve Hasan, Ç. şehrindeki üç yıllık eğitimin Matematik bölümünü kazandılar. Bu okul çevrede ünlü okullardan biriydi. Gülten, ’Bizimkiler çoğunluktaymış orda.’ dedi.
Yaz bitip de herkes evine barkına dönünce Ferdalarda iki önemli olay oldu. Önce Oya’yı istemeye geldiler; sonra da İbrahim, yakında evleneceğini bildirdi. Aileyi iki tane düğün bekliyordu. Süleyman, bu iki düğünle de ilgilenmedi. Kızını istemeye geldiklerinde evde değildi; özellikle, M. şehrine olan ziyaretini o güne göre ayarlamıştı. Kızının odasını araştırmayı, sakıncalı kitap bulunca onu dövmeyi görev bilen bu adam, sıra düğüne gelince kendini sorumlu görmüyordu.
Şahin.
Oya’yı bir astsubay istedi. Şahin, tıpkı Kadir İnanır’ın tıpkısının aynısı, demişti onu tanıyan aracı kadın; sen, Fatma Girik, o, Kadir İnanır, rüya gibi bir çift olursunuz. Oya, ilk kez , tamam gelsinler, dedi. O gün, ev derlendi toplandı; kurabiye ve börek yapıldı. Oya, kloş etekli desenli bir elbise giydi; abartısız bir makyaj yaptı. Ayten’in neşesine diyecek yok. Onu üzen tek şey, Güzin’in Doğu illerinden birine atanmasıydı; artık bir lisede resim öğretmeniydi Güzin. Çok uzak, diyordu Ayten. Güzin halinden memnundu halbuki; uzaklara gitmek en çok istedği şeydi.
Şahin, Kadir İnanır’ın tıpkısının aynısı filan değildi tabii ki; olsa olsa onun silik bir fotokopisiydi belki. Mavi kot pantolon, beyaz spor bir gömlek giymişti Şahin; kızlar onu bu kıyafetle görünce, a, bu mu subay, dediler, fiskos derecesinde. Şahin’i üniformayla beklediklerinden hayal kırıklığına uğradılar. Şahin, ablasıyla geldi. Yenildi içildi; sonra iki genci baş başa bırakalım deyip, çekildi büyükler. Ferda, koca bir demlik kadar bardak bardak , demli mi demli çay taşıdı onlara. İkisi de sigara içiyordu ; Ayten, son günlerde Oya’nın sigarasına karışmaz olmuştu. Çayları getir götür işini üstlenen Ferda, arada kulak misafiri oluyordu konuşmalara. Şahin, ikide bir; ’ Gelelim kuru fasülyenin faydalarına.’ deyip duruyordu. Bu gereksiz cümlenin sonra, öylesine espri olsun diye söylediğini anladı Ferda; Mahir’le Şahin’i kıyasladı, ablası asla bu adama aşık olamazdı. Mahir dolu dolu, anlamlı sözleri ve ışıldayan gözleriyle kimsenin kopyası değildi çünkü.
...arkası yarın...
YORUMLAR
Sonraki bölümü kaldırmışsınız, üzüldüm. 6 ve 7. bölümleri okuyabildim sadece. Umarım yayınlamaya devam edersiniz.
Oya'ya ben de çok üzüldüm. Kim bilir, belki de böylesi daha iyidir? İnsanın hayatında vuslatsız bir aşk olması beni hep hüzünlendirir. En sıkışık anlarında, bir soluklanma isteği belirdiğinde ruhunda, derinlerden, üstü örtülü bir yerlerden çıkıvermesi ne güzeldir değil mi? Güzeldir, evet. Bir yandan da bunlar düştü aklıma, Oya'ya üzülürken.
Ferda'nın gözüyle o zamanlara, belki de kendime yakın bulduğum onun zamanlarına gitmek güzeldi. Roamnın hikayesinin içine girdim ben de yaptığım okumalar sırasında. Hatta, Mine'ye mektubunda, İnce Memet ve Çalı kuşu'nu kıyaslıyordu ya, "Ben daha Çalıkuşu gibi güzel bir romana rastlamadım. " diyor sonra da, işte bu naif kısmı çok sevdim.
Keşke devamı olsaydı. Kitabını bastırırsanız eğer, haberdar etmeyi unutmayın.
Sağlıcakla,
oya adına üzüldüm ama, o evden kurtulması ancak evliliğe bağlı
yine okuyamadığım bölümlerden itibaren hepsini birden okudum
daha öncede söylediğim gibi, inşallah roman olarak görmek kısmet olur
tebrikler, sevgiler