2016'dan 2030'a Giderken Türkiye'de Kamu Yönetimi
2016’dan 2030’a Giderken Türkiye’de Kamu Yönetimi
Şu an 2016 yılındayız. Kamu yöneticilerimiz ekseri 45 yaş ve üzeri. Daha genç yaşlarda idarecilik yapanlar ise siyasi, sendikal ve zengin akraba desteğiyle görev verilmiş kişiler. Sendika konfederasyonlarımızdan önde gelen ve Memur üye sayısı 20 binin üzerinde olanlar;
MEMUR-SEN (Memur Sendikaları Konfederasyonu): 762.650,
TÜRKİYE KAMU-SEN (Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu): 447.641,
KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu): 239.700,
CİHAN-SEN (Cihan Sendikaları Konfederasyonu): 24.299 kişi ile ülkemizdeki, siyasi ve toplumsal düzenimizin ve düşünce eğilimlerimizi temsil etmektedirler. (2015 Temmuz, R.G.)
Bilindiği gibi;
MEMUR-SEN, Muhafazakarları temsil etmekle birlikte iktidar partisi olan AKP’yi,
TÜRKİYE KAMU-SEN, Türk İslam - Ülkücü kesimi temsille MHP’yi,
KESK, Sol – sosyalist kesimi temsille CHP’yi,
CİHAN-SEN ise muhafazakar bir cemaati temsil etmekle kendi düşüncesine yakın, ülkenin siyasi ve politik durumuna göre de her partiyi destekleyebilmektedir.
Ülkemizdeki kamu düzeni ise, seçimler vasıtasıyla sağlanmaya çalışılmakta, Yasama, Yargı ve Yürütme erklerimizden olan Yürütme erkimiz ise, Bakanlar Kurulu vasıtasıyla görevini yerine getirmeye çalışmaktadır. Diğer erklere göre Yürütme erkimiz milletimizle daim yüz yüze iş ve işlemlerini sürdürmektedir. Seçimle iş başına gelerek Hükümet kuran partiler, Bakanlar Kurulunu, Başbakanın teklifi, Cumhurbaşkanının onayıyla kurarak, Devlet teşkilat ve teşekküllerini yönetmeye başlamaktadır.
2005 yılında Kamu Personeli Sınavı ile başlayan memurluk hayatım boyunca da, yukarıdaki 4 sendikadan 3’üne üye olmuşluğum, çalışmalarına katılmışlığım, her birinin düşünce yapısına, diğer sendikalara bakışına, ülkemiz ve ülkemizdeki toplumsal gruplara karşı sergiledikleri hareket ve tavırlara, ülkemizin ve milletimizin faydasına gördükleri işlere, yapmak istediklerine, hayallerine de kendimi vakıf olarak görüyorum. Şu an için hiçbir sendikaya üye olmamakla birlikte, Kamu Yönetimi olarak gidişimizin hiç de hayra alamet olmadığını da açık yüreklilikle söyleyebilirim.
Siyasi partilerimiz ve siyasi partilere destek veren sendikalarımız ise, devlet kurumlarını ele geçirebilmek için birbirleriyle devamlı, idari ve yargısal (hukuk yollarıyla) olarak çekişip durmaktadırlar.
Bunun yanında Bakanlar Kurulunda, bir bakanlığı ve bakanlığına bağlı diğer devlet teşkilat ve teşekküllerini temsil eden ve yöneten bakanımız ise, bu görevini, merkezde; bakan yardımcıları, müsteşarlar, müşavirler, genel müdürler, daire başkanları, il müdürleri, kuruluş müdürleri vasıtasıyla, taşrada ise; vali, vali yardımcıları, kaymakam, bakanlığına bağlı taşra teşkilatının il, ilçe müdürü ve kuruluş müdürleri marifetiyle milletimize hizmet edebilmek için çalışmaktadır.
Her ne kadar 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve alt mevzuatlarında idareci seçimleri, idarecilerin nitelik ve donanımları belirlenmiş ise de, uygulamada Bakanlarımız, üyesi oldukları partilerin il ve ilçe teşkilatları ve kendilerine destek veren sendikalar vasıtasıyla idareci atamaları yapmaktadır. Ve bu atama ve görevlendirmeler genelde ve devlet memurları gözünde, liyakat esasına göre değil, parti ve sendika destekli olarak yürümektedir. Hal böyle olunca, devlet memurlarından makam sahibi olmak isteyenler, Merkezde Bakanlıklarda yetkili bir tanıdık, il ve ilçelerde ise, siyasi parti teşkilatları ve il-ilçe sendika teşkilatlarından kendine bir dayanak aramaktadır. Bahse konu teşkilatların yanına, toplumsal-ekonomik-siyasi-sivil dernek, oda, başkanlık, tarikat, cemaat kurum ve kuruluşlarda yetkili olan zengin kişileri de eklersek, devlet yönetimimiz tamamen bir güçler mücadelesine dönebilmektedir. Devlet memurumuz, yine devlet memuru ile mücadele etmekte, kim kendine daha güçlü ve yetkili birisini bulursa idareci olabilmektedir.
Devlet kurum ve kuruluşlarımız ise, bahse konu siyasi partiler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları tarafından, askeri ihtilaller ve 70-80 li yılların çalkantılı dönemlerinde ele geçirilmiş veya halen ele geçirilecek yerler olarak görülmektedir. Bu çekişme durmadan devam etmekte, devlet memurları mesai arkadaşlarını siyasi, etnik, inandıkları din ve düşüncelerine göre fişlemekte veya kendi kurumunda meydana gelen aksaklıkları, yanlışları toplayıp, basına servis ederek, kendi düşüncesinden olmayan veya kendine rakip gördüğü idarecisini ve hükümeti zor duruma düşürmek için elinden geleni yapmaktadır. Böylelikle kurumlarımız, kendi iç kurumsallaşmalarını -Cumhuriyet kurulalı- sağlayamamaktadır.
Devlet Personel Başkanlığımız ise, Ankara’ya kendini kilitlemiş, taşradan bihaber şekilde Ankara’da oturmaktadır. İdarecilerin en iyi bildiği konuların başında ise, idaresini üstlendiği kurum ve kuruluşun, tarihi gelişimi, milletin o kurum ve kuruluştan gelecekte ne beklediği veya bekleyebileceği, millete olan sorumlulukları değil, kurum ve kuruluşlarda çalışan insanların, yani personellerinin hareket onaylarıdır. Bir personelin nereden, nasıl görevden alınacağını, kendi düşüncesinden olmayan personelin nasıl bertaraf edilerek işlevsiz ve yetkisiz işlere verileceğini, il-ilçe merkezlerine uzak kuruluşlara kendinden olmayan personellerin nasıl sürüleceğidir.
Bakanlıklarımızın Teftiş Başkanlıkları, siyasi olarak gelen Bakana bağlı olarak çalışmakta, denetimlerinde de siyasi ve ideolojik davranabilmektedir. Eski müfettişler genelde memurların iyi niyetine ve boğazından haram geçip- geçmediğini kontrol etmeye, ilgili kurumun işleyişindeki sıkıntıları raporlarına yansıtmaya, genç müfettişler ve müfettiş yardımcıları ise çoğu zaman gururlarına yenilerek, işlerin veya denetimin içinden çıkamadıklarında da büyüklerine danışmaktadırlar. Ancak yine de müfettişler, raporlarına her gördüklerini yazamamakta, siyasi olarak baskıya maruz kalmamak veya bakan tarafından görevlerinden uzaklaştırılmamak için de sümen altını kullanabilmektedirler.
Devlet personel sistemimizin bir öngörülebilirliği olmadığı da son 18-20 yılda yapılmaya başlanan Devlet Memurluğu Sınavı, sonradan adı değişerek Kamu Personeli Seçme Sınavlarında da kendisini göstermiş, kurumlarımızın elle tutulur, gözle görülür bir personel rejimi olmadığını da meydana çıkarmıştır. Hükümetlerimiz ve yürütme erkimiz, her istediğini yapan, işten kolay çıkarılabilen bir personel rejimi hayaliyle, genelde siyasi referanslı sözleşmeli ve özel hizmet alımı yoluyla personel çalıştırmaya yönelmiştir. Devlet Kurumlarımız ile üniversitelerimiz arasında ciddi bir iş birliğinin yapılamaması nedeniyle de, memurlarımızın, devlet kurum ve kuruluşlarının işleyişinden habersiz olarak atanmalarının yolunu açmış, memurlukta geçirdiği birkaç yılın ardından da kendisine yukarıda bahsettiğimiz şekilde siyasi ve sendikal olarak destek arayışlarına itmiştir. Bu destekler sayesinde de kendi rahatları için en ideal yerlere, maaşı çok, sorumluluğu az veya bölüşülmüş kadrolara geçmek için mesailerini heba etmişlerdir.
En köklü devlet kurumlarımız olan Maliye, İçişleri (1835), Eğitim (1857), Sağlık (1920) kurumlarımız bile personel rejimlerinde bekleneni verememektedir. Yeni atanan memurlar doğal olarak en ücra yerlere görevlendirilmiş, devletine ve milletine hizmet etmesi beklenmiş, gerekli süreleri doldursalar da, siyasi ve sendikal tanıdıkları olmadıkları için oralarda unutulmuşlar ve kendi memleketlerine yakın yerlere atanabilmek için de bir çok adaletsizliğe, hukuksuzluğa ve kepazeliğe göz yummak mecburiyetinde bırakılmışlardır.
Öğretmenlerimiz, öğretmenliklerinden ve mesleklerinden soğumuş, kadrosu olan diğer bakanlıklara geçebilmek için uğraşmışlardır. Aynı durum sağlık personellerimiz için de geçerlidir. Memurlarımız, tüm iyi niyet ve samimi çalışmalarına rağmen, milletimiz gözünde her zaman işini savsaklayan, yan gelip yatan, adamına göre muamelede bulunan karaktersiz, iki yüzlü insanlar olarak görülmüştür. Gençlerimiz aldıkları eğitimle alakası olmayan kurumlara atanmışlar, lisans mezunu gençlerimiz genelde güvenlik kurumlarına girmeye zorlanmıştır.
Maliye ve sosyal güvenlik politikalarımızın bekleneni verememesi neticesinde, memurlarımız emekliye ayrılmaktan kaçınmış, 65 yaşında mezarda emeklilik yasalarına karşı olanlar bile, devletten ayrılmak istememiştir. Bunun neticesinde bir çok kurum ve kuruluşumuzda çalışan personelimiz, ihtiyarlıktan kaynaklı bedeni ve ruhi hastalıkların gölgesinde, elleri titreme, sinir, öfke ve hizmet verdiklerine karşı gururlanarak çalışmaya mecbur bırakılmışlardır.
Devlet memuru maaş sistemi ise, içinden çıkılamayan bir hale getirilerek kör bir kuyuya atılmıştır.
Örnekleyecek olursak;
Üstlendikleri vazifelerin hayatiliği konusunda tereddüt etmediğimiz kurumlarımız, diğer kurumlara göre maaşlarını gayet güzel artırılabilmiş, sendikalar sanki bilinçsizce toplu görüşmelere imza atmış, vergi dilimleri sayesinde memura verilen yüzde 3-4-5 vb zamların erimesine yol açmışlardır.
Sendikalar memurların özlük hakları savunmak ve iyileştirmek yerine, siyasi çıkarlarını önde tutmuş, olan yine devletimize ve kurumlarımıza olmuştur. Sendikalardan, meclise giden sendika başkanları, meclisteki yasama faaliyetlerinde daima kadük kalmış, vekilliğin getirdiği artılarla da zevk ü sefaya dalmışlardır.
Yıllardır terörle yaşayan bölgelerimizde bazı illere terör ve ohal tazminatı altında memurlarımıza ve güvenlik güçlerimize tazminatlar verilmiş, ancak birbirlerine sınır olan, ancak kapsam dışında kalan personellerimiz de terör ve ohal tazminatından yararlanabilmek için bulundukları yerlerde olaylar çıkması veya çıkarılmasına alet oldukları görülmüş ve bu sayede bulunduğu yerlerin de terör ve ohal tazminatını kapsayan yerlerin arasında sayılması için bürokratik olarak uğraş vermek mecburiyetinde bırakılmışlardır.
Eğitim ve öğretim tazminatı sadece öğretmenlere sağlanmış, eğitim bakanlığından başka kurumlarda çalışan ancak fiili olarak öğretmenlik yapmayan öğretmenlere de bu tazminat verilmiştir. Eğitim bakanlığımız ekders ücreti altında fiili olarak fazla ders veren öğretmelere ödediği ücretler, diğer kurumlarda öğretmen kadrosunda olup ancak fiili olarak öğretmenlik yapmayan personellere de verilmiştir.
Siyasi ve sendikal olarak arkası olmayan sağlık personellerimiz daima nöbet tutmaya zorlanmış, siyasi ve sendikal olarak arkası olan sağlık personelleri masabaşı ve idari işlere geçirilmiştir.
Devlet harcırah kanunu mantıktan ve adaletten uzak şekilde yazılmış, hizmet içi eğitimlere katılan personellerimizin kalacak yer faturalarının ödenmesi bile kördüğüme dönüştürülmüş, çeşitli matematiksel oyunlarla mevzuat karmaşıklığına sebep olunmuştur.
Hizmet İçi Eğitimler sanki Akdeniz’de otellerin doluluk oranlarını artırmak için planlanmakta veya taşrada daima aynı işi yaparak robot haline gelen personellerimizin hava değişimi için kullanılarak, yıllardır yarı aydın olarak görülen personellerimiz ne hikmetse bir türlü aydınlatılamış, eğitilememiştir.
Siyasi ve sendikal olarak arkası sağlam olanlar, hangi kurumun maaşı ve özlük hakkı iyi ise oralara geçmiş veya geçirilmişlerdir.
Giyim yardımları memurlarla dalga geçer gibi bir mevzuata bağlanmış, nakdi olarak giyim yardımı alamayan personellerimiz de idarenin siyasi veya aynı görüşte olduğu esnaflara mecbur bırakılmışlardır. Yemek ve yol yardımı ise bir çok kurumda halen geçerli değildir. Büyük şehirlerde yaşayan memurlarımız ek iş yapmaya mecbur bırakılmışlardır.
Devlet memurlarımızın bankaların kölesi haline getirilmiş, promosyon anlaşmaları ile işleri güçleri para olarak lanse edilen insanlara çevrilmişlerdir. Merkez bankası veya devletin yarıdan fazla hissesine sahip bankalar dururken, memurlarımız diğer özel bankalardan maaş almak mecburiyetinde bırakılarak, devlet memuru özel bankalara ezdirilmiştir.
Görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavları kırk dereden su getirilerek devamlı engellenmiş, bin bir türlü hengameden sonra yapılan sınavlar sonrasındaki tercihler de sanki memurlarımızın tercih yapmaları zorlaştırılarak ilan edilmiştir. Sözlü mülakat sınavları tamamen siyasi ve sendikal olarak arkası olanların yüksek puan alacakları bir hüviyete büründürülmüştür.
Eş durumu, eğitim ve geçerli mazerete dayalı tayin haklarının önüne kırk türlü engeller çıkarılmıştır.
Bulunduğu kuruma 15-20 yıl emek veren memurlar hiç düşünülmeden, o kurumda çalışan memurların başına başka kurumlardan ve siyasi ve sendikal olarak yeni sayılabilecek memurlar idareci olarak görevlendirilmiştir.
Aynı kurumda, aynı odada, aynı işi yapan memurların maaş farklılıkları ise bir destan olmuştur.
Devlet maaş sistemi öyle bir hale getirilmiştir ki, 10 yıllık devlet memurları bile hangi ay, ne kadar maaş alabileceklerini hesaplayamaz hale gelmiştir.
Devlet memurunun performansını ölçebilen bir sistem geliştirilemeyerek, sabah 8 - akşam 5 git gel nakaratıyla, kendini geliştirmeyen, devamlı siyasi ve sendikalara köle olmuş memurlar yetiştirilmiş, bir müddet sonra bu memurlarımız iş yapmaz hale getirilerek, düşünme, düşündüğü hayata geçirme potansiyelleri çürütülmüştür.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım nedenlerle, bir taraftan siyasi ve sendikal olarak yapılan haksızlıklar, bir taraftan personel sitemlerindeki adaletsizlikler, bir taraftan mali sistemlerin içinden çıkılmaz bir karışıklığa sürüklenmesi sonucunda, hantal bir devlet yapılanmamız ile geleceğe kör –topal-sağır olarak yürümeye mecbur bırakılmış devlet teşkilatı ve teşekkülü karşımıza çıkmıştır.
Belki de (bazı kurumlarımız için), teftiş başkanlıklarında görevli müfettişler vasıtasıyla denetlenen devlet kurum ve kuruluşlarımızın denetim raporlarını milletimize açık bir hale getirerek, milletimizin devlet iş ve işlemleri konusunda duyarlılığı artırılmalı, bu sayede de belki devletimize bir kalite gelmesi sağlanayabiliriz. Öyle ya, devletin milletinden sakladığı, sümen altı ettiği herhangi bir konu olabilir mi? Düşünüyorum da bu fikir, biraz saçmaydı galiba, hangi kurum buna yanaşır ki, değil mi?
Lakin devletimizin geleceği olan gençlerimiz yine de umut vaat etmektedir. Bunca olumsuzluğa rağmen, yetişen genç neslimiz her zaman ortak doğru ve adalet peşinde koşmaktadır. Siyasi, sendikal, toplumsal, kültürel, inanç ve düşünce merkezli tarafgirliklerini, asırlık ve kemikleşerek birbirine düşman olarak büyütülen büyüklerinin aksine hak, hukuk ve insana saygı olarak görmeye başlamış, aynı devlet ve vatan topraklarında yaşadıklarını daim hatırlarına getirerek birleşme yönüne gitmişler ve gitmektedirler. Gençlerimiz hakkındaki bu olumlu sonuca beni iten sebep ise, olumsuz bir olaydır.
Şöyle ki, yakın zamanda bir üniversite kampüsünde sol görüşlü yirmiye yakın gencimizin, muhafazakar düşünceye sahip bir gencimizin başında toplanarak ve saygısızca o gencimizi tehdit etme ve uyarmalarıdır. Bu olay günümüzden 20-30 yıl önce olmuş olsaydı, o tek başına kalan gencimiz insan olarak görülmez, her türlü küfür ve hakaret edilerek dövülür veya öldürülebilirdi. Bu olayın sadece tehdit, uyarı ve göz korkutma boyutunda kalması bizim için bir umut ışığıdır. Yaptıkları elbette yanlıştır ancak, o gençlerimiz de kendilerince doğru bildiklerini yapmakta ve uğradıkları haksızlıkları karşıt görüşlerine belki de bu yolla anlatmak istemektedirler. Her ne kadar yaptıkları hayvan kanunları arasında olsa da, insan olarak öfkelerini yenmeyi başarabilmişlerdir. Nasıl ki, 60-70-80 yılların gençliği oyuna getirildiklerini 30-40 yıl sonra anlamış iseler, birbirlerine düşürülmeye çalışan şimdiki gençlerimiz de bu oyunları tez zamanda görecekler ve bu oyunlara düşmeyeceklerdir.
Sonuç olarak; yasama erkimizin içinde olan tüm anlaşmazlıklar, hukuk tanımamazlıklar, kendi özlük hakları konusunda kardeş kardeş bir araya gelip karar almalar, hem yargı hem de yürütme erkimizin içinde yaşanmaktadır. Lakin bir farkla, yürütme erkindeki memurlarımızın hakkını savunmaya çalışan sendikalar sanki memurlarla oyun oynar gibi devamlı birbirilerinden uzak durmakta ve bilinçli olarak memurları siyasi, soysal, kültürel vb ayrımlarla birbirine düşürmeye çalışmaktadırlar.
Yine de unutmamak gerekir ki, dünyamız üzerinde kurulan meclisler ve demokrasiler, yasama, yargı ve yürütme erkleri her ne kadar artık çağa ayak uyduramaz hale gelmiş olsa da, gençlerimizin bu sistemleri çağa, hakka, hukuğa ve adalete uyduracağı konusunda hiçbir tereddüt taşımıyorum.
2030 lu yıllara giderken daha şeffaf, personel hakkına ve hukukuna riayet eden, kendine hak ve hukuk içinde davranıldığı gören personelin de milletin hak ve hukuka uygun olarak hizmet etmekten şeref duyduğu, mevzuatını güçlünün elinde olan değil, hukuğun elinde olan bir devlet ile karşılaşacağımızı düşünüyorum.
Dilerim ki Rabbim, bana o günleri göstersin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.