- 474 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
O Romanı Alıp Okuyamadım!
Kitaplarda buldum vefayı, katıksız sevgiyi. Çıkarsız arkadaşlığı ve de dostluğu kitap sayfalarında yaşadım. Terk etmeyen sevgililerim oldu kitaplar. Susmayan müziği, dağların yücelerinden esen Temmuz sıcağındaki serin yelleri kitaplarda hissettim. Güneşin âlemi aydınlatan ilk ışıklarını, denizlerin hırçın dalgalarını, göz alıcı yakamozlarını kitaplardan tanıdım ilk. Uçsuz bucaksız sahraları, sahralarda serap ve yeşil vahaları gördüm romanlarda. Sibirya bataklıklarını, tundraları ve Himalaya’ların aşılmaz yüceliklerini öğrendim kitaplarımda öykü ve roman tadında.
Yurdumun uzak bir ilçesinde geçti ortaokul yıllarım. Dünyam birkaç köy ve küçücük ilçem kadardı. Dar bir vadinin eteklerinde kurulu ilçede bir ilkokulla birde ortaokul vardı. Kuzey-doğudan güney-barıya doğru akan bir çayımız tatlı tatlı akardı yaz kış vadimizin ortasından. Vadinin eteklerinde evlerden çok meyve bahçelerinin bulunduğu mahalleler ilçenin diğer yerleşim alanlarıydı. Daha çok iki katlı ahşap binalar ve betonarme resmi binalar oluşturuyordu ilçe konutlarını. Doğa bu yeşillikten yana çok cömert davranmıştı. Vadimizin üç tarafı zengin iğne yapraklı ağaçlarla süslü. Ayrıca her konutun çevresi meyve ağaçlarıyla bezeli. Hele ilkbaharda çiçeklenen ağaçların güzelliği baş döndürücü. Bir tarafta yemyeşil ormanlar, tepeden tırnağa çiçek açmış erik ağaçları, şeftali, kiraz ağaçları. Ceviz, dut, elma, armut, vişne mi dersin ne ararsan var bahçelerde. Bu güzel ilçede doğanın tanımsız güzelliğini fark edemeden geçti ilk gençlik yıllarımız. Denizin içinde balığa deniz anlatılmaz, biz hep yemyeşilliklerle süslü bahçelerde bağlarda büyüdük.
Ortaokul son sınıftayız. Tam da Robinson dönemimizi yaşıyoruz. Gülüp eğlenmeler, şakalar gırla gidiyor geçen günlerle beraber. Sınıflarda, kol başkanı ve yardımcılarının seçimi yapılacak. Sıra arkadaşım yanıma yaklaşıyor.
“Ben kitaplık kolu başkanı olmak istiyorum. Yayınki seçimde desteğini bekliyorum.”
“Olur, Cahit diyorum, neden olmasın ben de yardımcı seçilmek isterim. Arkadaşlarımız kırmazlar bizi. Desteklerler umarım.”
Cahit’le ikinci sınıfta aynı sınıf geldik. Kısa sürede kan kardeşi düzeyinde arkadaş olduk. Derslerimize çok çalışır iftihar listesini zorlardık. Anımsayınca hala gülmekten kendimi alamam. Sırada üç arkadaş otururduk. Üçüncü arkadaşımızın varlıklı bir ailenin çocuğuydu, hiç ders çalışmazdı. Yazılı sınavlarda öğretmenlerimiz üçlü oturanların kenarlarda oturanlar a, ortada oturanlar b, diye ayırırdı. Cahit –a- ben –b- olurdum, arkadaşımızda haliyle –a- olurdu. Bu uygulamayı değişmeli olarak devam ettirdik yılsonuna dek. Cahit ya da ben dokuz ya da sekiz ve ya on alırsa o arkadaşta aynı cevapları yazarak aynı notu alıyordu. Bizler arkadaşımızın iyi not alması için tüm kurnazlığımızı kullanıyorduk. Varsıl arkadaşta bizi sinemaya götürüyordu haftada bir kez. Bilgimizi pazarlıyorduk. Öğretmenlerimiz hiç fark etmeni bu uygulamamızı.
Seçim yapıldı. Cahit kitaplık kolu başkanı ben yardımcısı oldum. Fakat sınıf kitaplığımızda bizleri tatmin edecek ancak on beş tane roman vardı. Bu romanları öncelikle Cahit’le ben okuyordum. Gerçi sınıfımızda duruma itiraz eden olmuyordu. Bir romanı iki-üç gün içinde okuyup bitiriyorduk. İlçemiz küçüktü dünyamız dardı, ufkumuz engin değildi. İşte bir dünyanın gizemlerini kitapların sayfalarında çözüyorduk. Öncelikli amacımız sınıf kitaplığımızdaki romanları ivedilikle okumaktı. Tavrımız bencilceydi farkındaydık. Lakin kitaplara karşı duyduğumuz uçsuz sevgi bizi böylesi bir uygulamaya itmişti.
Küçücük ilçemiz, köylerimiz güzeldi. Yeşilin en tanımsız güzel tonları vardı ormanlarımızda. Vadilerin diplerinde alabildiğine meralar çiçeklenirdi baharlarla. Çayımız duru akardı ak köpükleriyle. Meyve bahçelerinin ilkbaharlarda çiçekli halleri bir başka güzeldi. Tinsel açlık yaşıyorduk. İşte bu açlığımızı kitaplarla dolduruyorduk.
Haftada bir kez izleyebildiğimiz sinemada görüyorduk engin denizleri, martıların uçuşunu, kayıkları, kocaman vapurları. Büyük kentlerin insan kalabalığını. Bir erkekle bir kadının alenen öpüşmesini ilk kez beyaz perde de görmüştük. Okulumuzda modern kıyafetli birkaç kadın öğretmen vardı. Ortaokul yıllarında hiç kadın öğretmenim olmadı. Kitaplardaki anlatılarla zenginleşiyordu algı dünyamız.
Dudaktan Kalbe, Bir Kadın Düşmanı, Sinekli Bakkal gibi romanlarda erkek kadın ilişkilerini, sevda sözlerini okumakla heyecanlanırdım. Oğuz Özdeş’in Aşk Bir Istıraptır adlı romanını okumuştum. Yazar bu romanını on altı yaşında yazmış. On altı yaşında roman yazılabiliyorsa ileride ben de yazar olabilirim diye düşler kurmuyor değildim. Hatta bol doğa betimlemeli bir öykü yazıp bir arkadaşın beğenisini kazanmıştım.
Yılanları Öcü romanında köylülerin yaşamını okumak ilginç gelmişti bana. Irazca Ana, Kara Bayram, Haceli birer canlı figür olarak hala aklımda saklı. Fakir Baykurt ben daha ilkokulda okurken ilçemizde öğretmenlik yapmış. O’nu, ne çok görmek istediğimizi Cahit’le hep anlattık.
Robinson Cruzo ile adada yalnız yaşamanın gizini tattım. Marko Polo ile Asya karasını baştanbaşa seyahat etmenin zorluklarını gördüm. Kolomb ile okyanuslar geçip Amerika’yı fethedenler arasında ben de vardım.
Elime geçirdiğim romanları kaldığım evin yanı başındaki ormana dalıp okurdum. Sonbaharda yerlere serilen yapraklar arasında zamanın nasıl geçtiğini unutur romanın sayfaları arasında kaybolurdum. Karanlıkla beraber eve döner, romanımı bitirmeden uyumazdım. Okuduğum kitaplarla başka dünyaları, ilginç diyarları keşfediyordum. Kelime haznem gelişiyor anlatım gücüm artıyordu. Derslerde gösterdiğim başarıyla tanınan terbiyeli bir öğrenciydim. Hemen yan komşumuzun kızı iki kızı vardı, benim gibi ortaokulda okuyan. Şubelerimiz farklıydı. Kızların babası tatlı dilli hoş bir amcaydı. Beni kızlarıyla ders yapmaya evlerine davet ederdi. Günlerce bu kızlarla ders çalıştık. Ara ara benim gibi orta sonda okuyan kız arkadaşımla kaçamak göz göze gelirdik. Bir anda saatler durur başka bir dünyada hissederdik kendimizi. Böylesi anlar çok seyrek yaşadık. Hemen sohbete başlar kitaplar, izlenen filmler derken hava normalleşirdi. Lakin kız arkadaşım ısrarımız üzerine türkülerden bize müzik ziyafeti sunardı.
“Pencerede tül perde, perdenin ucu yerde.
Yürek oynar can titrer yarı gördüğüm yerde…” Sözleri olan bu türküde, arkadaşım “yar” deyince benim tanımlıyor diye hayaller kurardım. Hepsi o kadar.
Sınıf kitaplığındaki romanları daha karne tatili gelmeden bitirdik Cahit’imle. Bu kez eş dost-akraba kimden bulursak kitap istiyorduk. O yıllarda kitap bulmak pek kolay olmuyordu.
İlçemizde bir kitapçı vardı. O da ders kitapları satardı çoğu kez. Bir gün kafamda okul kasketi kitapçının dükkânının önünden geçiyorum. Bir de ne göreyim vitrinde kalın bir kitap. Baltacı İle Katerina kitabın adı. Tarihi romanlara da müthiş ilgi duyuyordum. Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun Savcı Bey, sonra Yıldırım Beyazit’in oğulları arasındaki taht kavgalarını anlatan romanlarını büyük bir heyecanla okumuştum. Osmanlı Devleti’nin Karlofça Antlaşması sonucu Rusya’yı ortadan silmesine sebep olacak Prut Savaşı’nda Katerina ile bir gecelik zevki için Rus ordusunu azat ettiği rivayeti çok meşhurdu. Baltacı bir kadın için nasıl böyle yanlış yapmıştı. Bu konuyu arkadaşlar arasında çok konuşurduk. Tarih kitabı bizim konuştuğumuza yakın bilgiler veriyordu.
Dünya tarihini değiştirecek bilgileri sayfalarında barındırdığını inandığım kitabı çok seyrettim uzaktan. Zaman zaman sırf O kitabı görmek için kitapçı dükkânının önünden çok geçtim. Kitapçıdan bir kitap alacak param hiç olmadı öğrencilik yaşamımda. Baltacı olayı konu olduğunda vitrinde görüp okuma şansım olmayan O kalın kitabı Baltacı İle Katerina’yı anımsar bir an ortaokul yıllarım sinema şeridi gibi hafızamda canlanır. Kitaplar güzeldir. Ömrüm oldukça benim en sadık dilsiz dostlarım olarak kalacaklar…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.