- 526 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İçimize Atmak
Sevgili dostlar; bu yazımızda sizlerle “dertleri içimize atmak ” konusunu paylaşalım istedim.
Şöyle bir misal ile başlayalım isterseniz. Boş bir kumbara alalım ve günlük içerisine para atmaya devam edelim. Bir süre sonra kumbara dolduğu için içerisine para atamadığımız gibi aynı zamanda taşmış olacak. Dertsiz olan dünyamıza bu kumbara misali dertleri atmaya devam ettiğimizde, bir gün almaz olacaktır.
Duyguların bastırılmaması, içe atılmaması gerektiği hep söylenir, ancak bunu herkes başarabilir mi? Birçok insan; bağırıp çağırması, ağlaması gerektiği zaman gözyaşlarını içine akıtır. Yaşadığımız olumsuz olaylar, bastırılan duygular, konuşup anlatamadığımız veya haksızlığa uğradığımız anlar. Gün geliyor bunlar, fiziksel hastalık olarak açığa çıkıyor.
İçimize attığımız her şey katlanarak ve katmanlaşarak ilerde daha ağır hasarlara neden oluyor. Sonra zorluyor organları. En başta beynimizi, kalbimizi, midemizi sonra psikolojimizi, insanlığımızı ve daha birçok şeyi? Sanırım buna atalarımız duvarı nem insanı gam yıkar demişler. İyi de demişler.
Hani derdini hiç kimseye anlatamayan bir kişi günlük gider evinin yakınında bulunan bir dağla paylaşırmış derdini. Her gün “-hey dağa bu gün şöyle oldu” gibisinden dağla bölermiş derdini. Belirli bir süre sonra dağ dertleri taşıyamaz olmuş ve ortadan ikiye ayrılmış. Aynı durumu bizler içinde düşünün. Sakın demeyin hiç derdimiz olmayacak mı? Ya da dertlerimizi yok mu sayacağız? Kesinlikle buradan böyle bir sonuç çıkarmayalım. Fakat o dengeyi iyi kuralım.
İçine atmak nedir mi?
*Kaşlarımızı çatmak gerekirken umarsızca gülebilmek,
*Duygularını tam olarak anlatamayan, içini olduğu gibi karşısına döküp açamayan kişilerin ellerinde olmadan yaptıkları şey,
* Defalarca konuşup da anlaşılamamış insanın usancıdır ya da pes etmektir. İfade etmekten bıktıranların yarattığı sonuçtur Ya da Seneca’nın dediği gibi “hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir. ”
* Söylediğimizde değişen bir şey olmayacaktır ya da tamamen kaybetmekten korkarız. Bu yüzden en çok söylemek istediğimiz şeyleri içimize atarız. “söylenecek o kadar çok şey vardı ki, tek kelime bile edemedim” derken ki anlatılan durumdur.
İnsanın içine atması için sanırım bu yüzyılda birçok sebep var… Etrafımızda patlamaya hazır o kadar çok canlı bomba var ki. Ekonomik sıkıntılar, iletişim kuramama, anlaşılmama, anlatamama, maddenin manayı hapsetmesi, hızlı bir tüketim çılgınlığı, bireyselliğin ön plana çıkması, değerlerin pasifize edilmesi gibi birçok hadise, insanların açılamaması ve içine atmasına neden oluyor?
Evet, içinize atmayın demek kolay bir söylem tabiî ki zor olan bunu eyleme geçirebilmek. Ancak yaratıcı bizi son derece kuvvetli donanımlarla yaratmış. Aklın yanında bir kalp vermiş. Yani duygu ve akıl. Biri kalbi temsil ederken diğeri beyni… İki büyük güç? İki büyük nimet? Bu iki nimeti dengeli kullanarak sorunlarımızla, sıkıntılarımızla, açmazlarımızla, çıkmazlarımızla baş edebiliriz. Uygun kanal ve ortamlarda paylaşmayı, paylaşımı deneyebiliriz. Sorunları ve olumsuzlukların içini doldurmaktansa bunların içini boşaltmak için delikler açmaya çalışabiliriz.
Hz. Mevlânâ bir gün eve gelir, oğlunu üzgün görür. Sebebini sorar.
Oğlu: "Hiç…" der.
Hz. Mevlânâ dışarı çıkar.
Kapıda asılı bir kurt postu vardır, onu alır üstüne giyer. Ellerini havaya doğru açıp ulamaya başlar.
Oğlu babasının bu haline bakıp güler.
Hz. Mevlânâ:
"Evladım, gördün mü?" der.
"Dünya dertleri de işte böyledir. Kurt, aslında korkutucu bir hayvandır. Ama sen o postun arkasında babanın olduğunu bildiğin için korkmadın ve güldün.
İşte bütün dertlerin arkasında da Rabbi’nin olduğunu bil ve O’na güven." der...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.