- 346 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CEMİL MERİÇ ÜZERİNE BİRKAÇ KELAM
Cemil Meriç, 12 Aralık1916 tarihinde, Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde doğmuştur. İlk ve orta dereceli öğrenimini Hatay’da tamamlamasının ardından İstanbul’da bulunan Pertevniyal Lisesi’ne kayıt olan Meriç, bu okulu bitirmesinin ardından İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe eğitimi almıştır.
Üniversiteyi başarıyla bitiren Meriç, memleketi Hatay’a dönerek bir süre öğretmenlik ve Tercüme Kalemi’nde reislik görevlerinde bulundu. 1940 yılında tekrar okumaya dönerek İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü bitiren Meriç, 1942-1945 yılları arasında Elazığ’da, 1952-1954 yılları arasında ise İstanbul’da Fransızca öğretmenliği görevinde bulunmuş, daha sonraki yıllarda İstanbul Üniversitesi’ne geçen başarılı yazar, burada yabancı diller bölümünde ve sosyoloji bölümünde dersler vermiştir.
1964 yılında gözlerini tamamen kaybeden yazar eserlerini öğrenci ve asistanları aracılığıyla kaleme almıştır. 1974 yılına kadar İstanbul Üniversitesi’nde ders vermeyi sürdüren başarılı yazar, bu tarihte emekliliğini vererek üniversite hayatını sona erdirmiştir. Fakat bu durumun çalışmasının hızını kesmesine izin vermedi. Yıllar boyunca biriktirdiği bilgiyi kaleme alma şansı yakalayan Meriç, bu dönemden sonra artan bir hızla düşüncelerini kağıda dökmüştür. 1984 yılında beyin kanaması geçiren yazar, aynı yıl içerisinde bir de falç geçirmiş ve 13 Haziran tarihinde vefat etmiştir.
Cemil Meriç’in doğduğu yıllarda Hatay da diğer birçok şehrimiz gibi işgal altındadır ve Fransız askerinin her türlü zulmü Hatay’da baş göstermektedir. Adeta bir ateş topu olan Hatay’da doğan Cemil Meriç bir demirci ustasının demire, fırıncının hamura şekil vermesi gibi düşüncelerini edindiği bilgiler ışığında şekillendirerek Türk Edebiyatının ve düşüncesinin temel direklerinden biri haline getirmiştir. Cemil Meriç’ okuma ve araştırma sevdası esasen çocukluğuna dayanır. Meriç’in çocukluk yıllarında babası eski bir mahkeme reisi olan Mahmut Niyazi Bey hayata adeta küsmüş, annesi Zeynep Ziynet Hanım ise hasta bir kadındır. Bu sebeplerden ötürü ailesinden gereken ilgiyi göremeyen Meriç arkadaşları tarafından da dövülür, itilir kakılır, dışlanır ve bundan sonra en yakın dostu kitapları olur. Kendini kitapların gizli kuytusuna hapseder. Her mahkûmun bir hürriyet özlemi, bekleyişi vardır. Ama onun mahkûmiyeti zamanla ona öyle zevk verir ki zamanla kendi kendini müebbet hapse çarptırır. Kitap alır, bazen de kiralar okur, okur, okur… Onun yaşındaki çocukların arkadaşı oyuncaklar, vazgeçilmez durağı ise park olduğu halde onun en yakın arkadaşları kitapları ve bilhassa roman kahramanları, neredeyse tek durağı ise kitapçılar olur. Aslında bir edebiyatçı, bir şair olmak isteyen Meriç’in dizginlenemez ruh yapısı ve sınırsız ufku buna müsaade etmez ve şairlik tutkusundan vazgeçerek kalemini daha rahat ve geniş bir sahada kullanabileceği deneme türü üzerinde durur.
Cemil Meriç’in düşünce yapısında taklitçiliğe, edebiyat mirasçılığına hiçbir zaman yer olmamıştır. Yapılan tüm ezberleri bozmak, tarihi duvarları yıkmak isteyen yapısıyla sürekli araştırma yapmış, görünenlerin iç yüzünü ortaya çıkarmak istemiş, aralanmamış kapıları zorlayarak sırlarına ulaşmaya çalışmıştır. Tüm bunları yaparken de en çetrefilli belki de kimsenin adım atmaya dahi cesaret edemediği yollarda hiç bıkmadan, tüm girdap ve yokuşlara göğüs gererek yürümüş hatta bu yolda diğer birçok aydın gibi o da hapishanenin küflü kokusunu ciğerlerine çekmiş ve bu yolculukta yanına aldığı tek yoldaşı ise dil olmuştur. Dil, Meriç için ayrı bir önem arz eder. Daha küçük yaşlarda Fransızcayı iyi derecede öğrenmiş ve öğrendikçe de kendi diline hayran olmuştur. Değişik cümleler kurarak dilin her türlü imkânlarını zorlayarak güçlü bir üslup oluşturmuştur. Dilsiz bir toplumun olamayacağını savunan Meriç bundan sonra da dilimizin yozlaşmasına ve başkalaşmasına savaş açmış, hemen hemen her konuşmasında dilin üzerinde durmuştur.
Aydın bir kimliğe sahip olan Meriç “ Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını aydın yapan ‘uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklayan bir tecessüs… “ diyerek aydının yenilikçi, bağımsız, düşünen ve eleştiren olması gerektiğini savunmuştur. Nitekim kendisi de savunduğu bu düşüncelerin arkasında durarak bu yolda düşüncelere ve düşünürlere kelepçe vurulduğu, özgürlükçü düşüncelerin tam olarak yaşama hakkına kavuşamadığı dönemin Türkiye’sinde yürümüş, kaleminin parlaklığını hiç çekinmeden yansıtmıştır. Daha çok deneme yazarlığı yönüyle tanınan Meriç, eleştirilerin de elinden geldiğince objektif davranmıştır. Öyle ki yaptığı eleştirilerle bir yazarı kâh bulutların üzerine çıkarmış, kâh yerin dibine sokmuş, yine zirvelere çıkardığı bir yazarı tokatlayıp yere serdikten sonra yine aynı yere koymuştur.
Düz bir çizgide ilerlemeyen, özgürlükçü ve yenilikçi bir düşünceye sahip olan Meriç yaptığı eleştirilerden ve düşünce yapısından dolayı döneminde pek sevilmemiş ve maalesef diğer usta yazarlarımız gibi asıl değeri öldükten sonra anlaşılmakla birlikte yıllar öncesinden bugüne ışık tutan bilgisi, düşünceleri ve eserleriyle öldükten sonra da kendisinden saygı ve övünçle bahsettirerek her yazarın ulaşmak isteyeceği yere varmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.