Rüya ve Dil
İnsanın, yaratılmışlar içinde kendisine bahşedilen en mühim ve kıymetli emanetidir dil. Zira insan sevgisine , öfkesine , özlemine, hüznüne dil ile hayat bahşedebileceği gibi niyazını, teslimiyetini , isyanını , zalimliğini de hakeza dil ile ortaya koyabilmektedir. O nedenle varlığımıza anlam katan en güçlü anahtardır dil , paslı gönüllerdeki kilitleri dahi maharetle açabilen tılsımlı bir anahtar.
Tarih sahnesinden geçmiş ve geçmekte olan yüzlerce kavmin kimliği ve varlığı olmuş dil. Kültür ile ilimde öncülük yapmış kavimler bu sayede rehberlik etmiş kendilerine göre daha toy medeniyetlere. Bu öncülük kimi zaman yazı ve kitaplarla, bazen resimler ve şekillerle , bazen de kale, saray, köprü gibi yapılara işlenen nakışlarla asırlara seslenebilmiştir.
Ölümsüzlüğe o denli âşık firavunlar piramidin gizemli diliyle seslenmiş yüzyıllara; zira kralların doğum ve ölüm günlerinde gün ışığı görmekte mezarları , yine de varım demek istemişler galiba böylelikle. Çinlilerin uzaydan dahi çıplak gözle görülebilen ve kuzeylerindeki Cengiz ve Hülagü gibi vahşetengiz düzenlere uzun bir süre set çeken Çin Seddi’nin manidar dili, bizim de zaman zaman çevremizdeki sellere set çekmemize önayak bir dil olsa gerek. Doğubayazıt İshakpaşa Sarayı’ndaki muazzam sanatkârlığın yanında üçlü bir figür bulunmakta ve bu figürde sırasıyla üstte kartal sarayın hakimiyetini , ortada aslan güçlü yapıyı ve en altta insan aklı ve iradeyi simgeleyen şekliyle asırlar sonrasına seslenen dil olmuştur. Mardin’deki Zinciriye Medresesi gibi medreselerde hayat suyu ve hayat havuzu da saydığımız misallere benzer bir güzellik. Burada da suyun bir çeşmeden narince akması insanın doğumunu , hemen sonrasında bir kanalda birikmesi, birkaç metre uzunluğundaki oluktan akması gençlik ve olgunluğu , akabinde havuza dolup sonra boşalması yaşlılığı ve ölümü anlatan fani ömrün su dili olmuş.
Sevgi dilini ne vakit esas almışsa insanoğlu zaten hakikatte az bir müddet devam eden ömründe bir parça huzur bulabilmiştir . Ne vakit ki sevgi diline ırak düşüp öfke dilinin pençesine düşmüşse kavgalar, savaşlar, ölümler büyük bir yer tutmuş tarih sayfalarında. Artık muhabbet dilinden mahrum kalan toplumlar için ne beyaz güvercinler ne zeytin dalı ne de Mezopotamya toplumlarında savaşı dahi sonlandıran, bir kadının başındaki şalı yere atması gibi mühim diller kâr edebilmiştir.
Dil , Var Eden tarafından insanın ömrüne nakşedilmiş ilahi bir kaderin mührüdür. Kişi o mührün manasını anlayabildiği , emanet olarak kendisine verilen dile sadık kalabildiği ve o dili neslinden gelecek insanlara sağ salim teslim edebildiği kadar olgun bir kişidir. Bununla beraber şu da iyi bilinmeli ki kişinin emin vasfını kazanabilmesi, aldığı emanete zarar gelmesini engellemesiyle ve o emanete kıymeti nispetinde canı gibi değer vermesiyle mümkün bir vaziyettir. Belki de bu yüzdendir Milat’tan önce ve Milat’tan sonra tarih sahnesinde daima Çin ismini ve dilini muhafaza etmiş Çinliler’e duyulan saygı.
İnsanlar anadilini iyi öğrenebildiği , konuşabildiği ve aktarabildiği ölçüde var olmuştur ve olacaktır. Aynı zamanda kişinin edebi de edebiyatıyla hiç şüphesiz girift yapıdadır. Peki , anadilimize acaba ne kadar vakıfız yahut anadil bilincinin neresindeyiz diye bir soru gündeme alınacaksa bunun muhakkak ki günlük yaşamda ne kadar çok ve ne derecede hassas kullanıldığı bir göstergedir . Bu bizim için önemli bir kıstas. Lakin çok basit ve can alıcı bir gösterge daha var. İnsan rüyalarını anadilinde görebiliyorsa kudsi dil emanetine vakıflığının muhkem bir delilini avuçlarında sımsıkı tutuyordur hiç şüphesiz.
Hani kabus görerek uyanmak ifadesi vardır ya işte zannımca esas kabus kişinin anadili dışında rüyalar görmesidir. Dil ile rüya bu denli mühim ve simetrik bir inceliğe sahiptir. Medeniyetlerin huzurlu rüyalar gördüğü demlerde kabuslarla uyanmamak dileğiyle.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.