- 499 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÜTOPİK BİR YAZI
Semavi dinler, insanların öldürülmemesini öğütler. Şöyle buyurur kutsal kitap Tevrat: “Öldürmeyeceksin.” Kuran-ı Kerim de, sure Maide:32 “Kim bir canı başka bir cana ya da yeryüzünde fesat çıkarmasına karşılık olmaksızın öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibi olur. Kim de bir adamın hayatını kurtarmışsa sanki bütün insanlığın hayatını kurtarmış olur” der.
Tanrı inancı olmayan Hinduizm ve Budizm gibi milyonların inanç kaynağı olan dinlerde de insan öldürmek kutsanmıyor. Hindistan’ın kurucusu, ülkesini İngiliz sömürgeciliğinden silahsız direnişle kurtarmış tarihin kaydettiği en barışsever lideri Gandi. Acıdır ki O büyük insan fanatik bir yurttaşının suikastı sonucu öldürülmüş. Barışsever olmanın sonucu böyle mi olmalıydı?
Doğan Avcıoğlu’nun, Türklerin Tarihi adlı eserinde Türk Ulusu’nun Anadolu’yu vatan tutmak için ne büyük çileler yaşadığını anlatır uzun uzun. Çilekeş insanlar olarak yaşadığımız kendi gök kubbemiz altında nice, büyük, barışsever insanlar yetiştirmişiz. Gönül dostu, barışsever insanlar. Yunuslar, Mevlanalar, Hacı Bektaşlar, Mumcular yaşamış Anadolu’muzda. Nedir bu insanların ortak özelliği? Makam, mevki, para-pul, şan-şöhret peşinde koşmamaları… Dil, din, ırk, renk… ve de düşünce farkı gözetmeden insanlığı, doğayı sevmeleri. Evet, doğayı sevmişler canlı-cansız. Börtü-böcek, uçan kuşları, sudaki balıkları sevmişler. İnsan bedeninin en son dayanma noktaları ölçeğinde beslenmişler. Midelerinin değil akıllarının emrinde yaşamışlar. Sultanlara sığınıp, dalkavukluk yapmamışlar. Beyler, sultanlar onların önünde eğilmiş, o büyük insanların ayaklarına gitmiş, çağdaşları hanlar-hamamlar, saraylar sahibi muktedirler.
Bursa Ulu Camii’nin açılışını, Niğbolu Zaferi’nin mağrur sultanı Yıldırım Bayezid, zamanın kutlu kişisi Somuncu Baba’ya yaptırır. Somuncu Baba açılışını yapar yeşil Bursa’mızın hala en güzel camisinin. Yanında duran padişah efendimize sorar: “Hani bunun meyhanesi?” der insanın insana köle olmayacağını haykırırcasına, bilge kişi, padişahtan korkmadan. Padişahın niçin bu soruya muhatap olduğunu tahmin etmek kolay!
Ünlü Mesnevi’sinde anlatır koca Mevlana. Aslan, kurt ve tilki birlikte ava çıkarlar bir ulu ormanda. Hani birlikten kuvvet doğar denir ya. Bir yaban eşeği, bir geyik ve bir de tavşan avlarlar bizim avcı grubu. Aslan sorar kurda, bu avları nasıl yiyelim. Kurt gururlanır. Kurnaz tilkiye değil kralımız söz hakkını bana veriyor diye. Yapar paylaşımını. Sayın kral, yenilmez armada, siz en büyük ve güçlüsünüz. Eşeği siz, geyiği ben, tavşanı da tilki arkadaşımız yesin, der kurt. Kükrer aniden aslan. Bir anda kurdun derisini yüzüverir, içlerine peynir koymak için halkımın keçilerinin derilerini yüzdüğü gibi. Tilkinin cesaret ibresi alarm verir. Emir buyurur aslan, tilkiye. İki kişi kaldık. Paylaşımı sen yap diye. Tilki bu, serde kurnazlık ve aklı kullanma iradesi var. Efendim der tilki siz mutlak muktedirsiniz. Tavşanı kahvaltıda, eşeği gün ortasında, geyiği de akşamleyin yersiniz. Bana ne pay verirseniz kabulümdür diye sözlerini bitirir. Bu paylaşım mutlu eder aslanı. Bu adil paylaşımı nasıl düşündün der tilkiye. Efendim der kurdun başına gelenleri gördüm.
Mevlana bu kıssasında İslam dünyasına seslenir. Biz Müslümanlar şanslı insanlarız. Kutsal kitabımızda anlatılan Nuh tufanını, Firavun’un ve halkının ve daha nice kavimlerin peygamberlerinin söylemlerini dinlemedikleri için başlarına gelen felaketleri duyduk. Bizler, aklın yolunu tutmalı verilen öğütleri dinlemeliyiz, geleceğimizi karartmamak adına. Gücümüzü de iyice hesap edip densizlik yapmamalıyız, dünya malına aşırı tamah etme, gemlenemeyen hırslarımız adına.
Aynanın diğer yüzüne bakalım, insanlık tarihinin yıkımlarını, acılarını gösteren yüzüne. Hanların, kralların ve de imparatorların daha çok kişisel hırsları yüzünden halklarının başlarına ne büyük felaketler getirdiği olayları hatırlayalım. Tarih tekerrürden ibarettir. Ders alınsaydı tarihten tekerrür eder miydi denir. Evet, tarih maziyi anlatır, insanlık tarihinin mazisini. Atalarımızın kendi aralarında ve doğayla yaptıkları mücadeleler anlatılır. Oluşturdukları güzelliklerin, inşa ettikleri hanların-hamamların ve de sanat yapıtlarının ne harikulade olduklarını temaşa ederiz. Nihayet aralarında yaptıkları savaşlara da yaklaşalım, istemeden. Eski- yeniçağların savaşlarını okuyalım tarih kitaplarının tozlu sayfalarından.
Acemler, kalkıp Mora yarımadası devletleriyle savaşlara tutuşmuşlar İran’dan gelerek. Bir Cengiz Han çıkmış sahneye tüm Asya karasını kasıp kavurmuş. Rivayet o ki, tarihte en çok cana kıyan bir hakanmış Cengiz han. Müslüman Timurlenk, orta-doğunun ve Anadolu’nun üzerinden silindir gibi geçmiş, nice dindaşlarının canına kıyarak. Bir İskender çıkmış Makedonya’da, Asya içlerine, Hindistan’a kadar basmadık toprak bırakmamış etrafı yakıp yıkarak. Bizim akıncılarımız Münih kentinin kuzeylerinde at oynatmışlar. Azıcık geri gidelim, haçlı milleti atlı yayan hedef Filistin toprakları, on üç sefer yapmışlar yıllarca. Acaba on üç rakamı bunun için mi uğursuz sayılır! Macera sever Avrupalılar, Amerika ve Okyanusya kıtalarını keşif ve fethetmişler, bu yerlerin halklarını yok ederek.
Daha nice toprak, din ve mezhep savaşları yaşanmış. Bugün batı din ve mezhep savaşları olgusunu aklı ve bilimi rehber edinerek çözmüş. Bilim ve ortak akıl gerçeği yakalamakta şaşmaz ve tarafsız hakemlik yapar.
İslam dünyasında daha dört halife dönemi sona ermeden başlamış iktidar mücadelesi, taht kavgası. Kutsal kitap şöyle buyuruyor, hayır peygamberimiz şöyle söylemiş gibi gerekçelerle nice dindaşlar birbirlerini kılıçtan geçirmişler. Asıl amaç saklı arkada; koltuğa ben oturayım.
Yaklaşalım yüzyıllarımıza. Napolyon demişler, saldırma Ruslara. Soğuk doğa koşulları Rusların tabii müttefikidir. Donarsın Moskova yollarında. Cevaplar Napolyon: Bir kuvvet itiyor beni o tarafa, yürümeliyim. Aynı söyleşi Hitler’le de yapılmış. Alman ırkının üstün ırk, uygarlıklar kuran yenilmez olduğuna inanan Adolf, duvarları titreten sesiyle bağırır, orada bir kapı var kilitli. Gidip o kapıyı açmalıyım. Bu iki liderin ve ordularının trajik sonuçları bilinir. Milyonlara varan ölümler ve insanlığın yaşadığı hazin felaketler.
Merak ederim, yenilgiler sonucu kaybeden liderlerin ve orduların sonu hep kötü olmuş. Kazanan ordu ve liderleri, savaşlar sonucu huzur içinde uyuyabilmişler mi? Ölümüne neden oldukları insanların acıklı durumları hiç mi vicdanlarını sızlatmazmış.
Yaşayarak gözlemledim, insanlar yani halklar kardeş. Dil, din, ırk,soy- sop seçmeden bir arada yaşayabiliyorlar barış içinde, insanlık bilincinin verdiği hasletlerle, birbirlerinin hak ve hukuklarına saygı duyarak dostluk şarkıları söyleyerek. Başlarındaki krallar, çarlar, şah ve padişahlar insanlığın ortak insanlık değerlerine saygı duyarak tebaalarını yönetiyorsa ve kendilerini halkların düzeyinde görüyorlarsa ortalık güllük-gülistanlık oluyor. Makamları adına kendilerini tanrı düzeyinde görenler firavun örneği suda boğuluyorlar. Hitler gibi kafalarına kurşun sıkıyorlar kendi elleriyle.
Savaşların toplumlara hediyesi ne oluyor, yenen-yenilen taraflara bakılmadan. Yaşama güzelliklerine doyamadan toprağa düşen genç bedenler, ırzlarına geçilen kadınlar. Geri dönmeyen evlatlarına ağıt yakan kadınlar. Yetim, öksüz çocuklar ve harabeye dönmüş kentler ve sanat yapıtları. Açlık, hastalık, korku acı ve gözyaşı.
Habil-kabil kardeşler mi, yoksa doğayla mücadele yapan mağara adamları mı acaba savaşların mucitleri? Bilinmez.
Dedelerimizden günümüze kalan kalıcı eserler özellikle sanatsal değerler hep barış ortamlarında oluşturulmuş. İnsanlar barış dönemlerinde yarınların korkusu duymadan yaşamışlar.
Ne olur barışın güzelliğini ve kutsallığını kavrayabilsek biz insanlar. Bu yüce ülküyü dünyanın her tarafında yeşertebilsek. Boy verse hiç solmayan Kenya gülleri barış güllerimiz, silah fabrikalarını toptan kaldırsak yeryüzünden. Bilim insanlarımız hep toplumların mutlulukları için saçlarını aklaştırsa ne olur, bu dilekler çok mu ütopik? Dostluk ve barış türküleri söylense hep birlikte. Olimpiyat müsabakaları süper güçlerin gövde gösterisine dönüşmese, olimpiyatlarda ki soylu amaç, olimpiyatlarda kazanmak değil, bu dostluk arenasına katılım önemlidir şiarı yaşam bulsa fena mı olur.
Son söz: Tarancı’nın dediği gibi: “Memleket isterim/ Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun/ Yaşamak sevmek gibi gönülden olsun/ Olursa bir şikâyet ölümden olsun”
Hiçbir hedef yoktur insanlığın başaramayacağı, yeter ki irade ve özgüven olsun, barıştan yana.
Derince /31.01.16
YORUMLAR
,…
Son söz: Tarancı’nın dediği gibi: “Memleket isterim/ Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun/ Yaşamak sevmek gibi gönülden olsun/ Olursa bir şikâyet ölümden olsun”
Ölümden de şikayetimiz olamaz çünkü hepimiz yüce Yaradan’ın takdir buyurduğu ömrü yaşar ve rızkı yer içeriz.
* * * * * * * * *
“Hiçbir hedef yoktur insanlığın başaramayacağı, yeter ki irade ve özgüven olsun, barıştan yana.“
Yürekleri ısıtan ve dimağları ışıtan bu didaktik çalışmanız ve çok anlamlı paylaşımınız için yürekten tebrik ve teşekkür ederim. Saygıyla.
İBRAHİM YILMAZ
İBRAHİM YILMAZ
Edebiyat Defterinin saygıdeğer yazarları, yazar arkadaşlarım, barışa olan susamışlığımı tarihin derinliklerine ziyaret yaparak irdelemek istedim. Nice barışsever insanlar bu uğurda çaba göstermiş kalem oynatmış,bilinir. Günümüzde ülkemizin, bölgemizin ve de dünyanın çok acil barışa gereksinimi var. Bu yazımla yer karamızın geleceğini iyiden,doğrudan yana değiştirecek değilim. Bir dünya yurttaşı olarak barışa olan hasretliğimi gidermiş oluyorum en azından... Saygıyla...