- 761 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
BABAN GİBİ EŞEK OLMA ADAM OL! (ÜÇ GÜN ÜÇ GECE DEĞİL HEP UYUSUN TÜM KÖTÜLÜKLER ( BÖLÜM 3 )
Üç ay ve sonrası...
’Yeni bir sayfa açmalısın, tertemiz yeni bir sayfa...
Doktorun söylediği son cümle buydu. Elini sıkmış ve ayağa kalkıp uğurlarken gözlerinin içine bakarak, gülümseyerek söylemişti bu cümleyi.
"Buna mecburum" olmuştu cevabı genç adamın. İnanmasa da mecburdu hayatına yeni bir sayfa açarak devam etmeye.
Dahası söz vermişti, doktorunun üzerinde çok hakkı vardı. Bir doktordan çok arkadaşlık, dostluk göstererek canla başla bu günlere gelebilmesi için elinden gelenden daha da fazlasını yapmaya çalışmıştı.
Sibel Hanım, yani terapisti orta yaşlarda ciddi duruşunun altında, kocaman bir gülümsemeyi, yüzünde ustalıkla gizleyerek barındıran, çok nadir gün yüzüne çıkartan, dünya tatlısı bir kadındı.
İki ay içinde saatlerce sohbet etmişlerdi. Bu saatleri genellikle dinleyerek geçiren Sibel Hanım, sadece bir kaç sefer gülümsemişti.
Ama sesinin tonu adeta gülümsemenin tüm renklerini barındıran gökkuşağı kadar güzel, insanın ruhuna dingillik veren bir güce sahipti...
Sevgili arkadaşına anlatacak o kadar çok şeyi vardı ki, arkadaşı derken; yani günlüğüne. Günlüğüyle sohbetlerinin diğer bir konusu da Sibel Hanım’ın zerafeti, güzelliği olacaktı büyük bir olasılıkla. Sayfalarca sürebilirdi, ama değerdi. Annesinin gözlerinin derinliklerinde bulduğu huzur ve derin bir hüznün izine doktorunun gözlerinde de rast gelmişti.
Nasıl bir benzerlik bilememişti ama annesine benziyordu Sibel Hanım...
Çok güzel değildi, gözbebeklerinin titreşen gölgelerinde konaklamakdan vakit ayırıpta fazla inceleyememişti doğrusu yüzünün hatlarını.
Lakin ilk bakışta insanın gözüne çarpan güzellikte bir kadın da değildi. Lakin güzellik ruhuna öyle bir taht kurmuştu ki, dış görünüşü pek te ilgilendirmiyordu aslında kendisini.
Tahtın ihtişamı yeter de artardı bile. Sahi o tahtın bir padişahı var mıydı acaba?
Çocukluğunda hep bir kral olmak isterdi. Ve bir ülkeyi yönetmek. İlk önce içkiyi yasaklayacaktı. Ve anneleri döven babaları, zindanlara attırmak olacaktı, ikinci emri...
Doktoru geldi yine gözlerinin önüne. Sonra da anacığı. Annesi de çok güzel değildi.
Ama çirkin hiç değildi. O kadar çok tutkun ve bağlıydı ki, dünyanın en güzel şeylerinin toplamı eden şeydi anacığı.
Annesine hitap ederken, "anacığım" diye konuşurdu hep. "Anasının kuzusu" diye severdi anacığı da oğluşunu.
Felç olduğunda hiç kimse kalmamıştı etraflarında. Ablasından zaten bir haber yoktu, arada uğrayan kız kardeşi de tamamen kesmişti ayağını. Kocası şerefsizin biri çıkmıştı. Babası gibi...
Annesi, ’bırak gelmesin oğlum. Kocasıyla iyi olsun yeter bana. Yüzüne hasret kalmaya razıyım’ derdi hep...
Yatalak olduğunda ise zaten konuşamadığı için, bir daha hiç soramadı, ne kız kardeşini ne de ablasını.
Annesi çok sabırlı bir kadındı, isyan nedir bilmez, gücü hep gözlerine yeterdi.
Ağlardı hep siyim siyim. Kötürüm olarak yattığı sürece de hep ağlamıştı. Sessiz sesiz, akar giderdi yanaklarından yaşlar.
Bazen yüzü buz gibi olurdu, üşürdü ısınmazdı elleri ayakları.
Ama gözlerinden akan yaşlar daima sıcacık akardı, elleriyle kurulardı genç adam anacağının solgun yanaklarını. Bir taraftan silerken diğer taraftan tekrar akardı. İçinde sanki okyanuslar vardı. Gözlerinin nehri hiç kurumadı. İki sene boyunca hep aktı durdu. Hisleri de felç olsaydı keşke.
"Sahi hisler de felç olur mu? Söyle bakalım yeni arkadaşım, bir insanın duygularının felç olması mı, yoksa bedeninin felç olması mı daha kötüdür?
Bekle tekrar geleceğim. Yeni sorularım olacak sana...
Kalemi bıraktı, defterini kapatıp pencereden dışarıyı izlemeye başladı...
Camın önünde belki de saatlerce öylece daldı gitti genç adam. Neden sonra tekrar günlüğünü bıraktığı masanın başına geldi oturdu. Kalemi eline aldı tekrar başladı yazmaya...
’Sevgili günlük de bana şimdi, yeni bir sayfa nasıl açılır?
Bu evde nasıl yaşanır?
Duvarlar annem annem bakarken yüzüme, babamın hayaleti hiç inmezken omuzlarımdan, kulaklarımda ağıt sesleri, hayata devam etmek kolay mıdır söyle?
Sence diğer insanlar gibi normal olur muyum?
Sahi diğer insanlar normal mi? Ondan da pek emin değilim.
Mesela babam normal bir insansa ben anormal olmayı tercih ederim. Normal bir insan olmak istemiyorum. Hayat öyle hiç çekilmez gibi geliyor bana. Ben hastahanede çok mutluydum. Anam burada beni bekliyor sanıyordum.
Ben anam olmadan; suyu çekilmiş bir dere yatağı gibiyim.
Sibel doktorum da yok artık!
Tek başıma bu ev bana çok fazla büyük değil mi?
Kaybolmaz mıyım? Peşimde ki hayaletler tutup yutmaz mı beni? Keşke benim de arkamı yaslayacak bir babam olsaydı.
"Bu benim babam! Diyebilseydim şöyle gururla göğsümü şişirerek... Gölgesinde dinlenmek kısmet olmayan, bir çınar ağacıydı babam.
Babamın ölümünü anlattım mı ben sana.
Babam alkol komasına girdi ve şu odanın orta yerine sırtüstü kocaman bir çınar ağacı gibi, güm diye düştü ve bir daha hiç kalkamadı.
Anneme çok kızmıştım. Bağıra bağıra, höyküre höyküre ağlamıştı öldüğünü anladığımızda.
Ben hiç ağlamadım. Hiç de üzülmedim. Cenazesini komşular kaldırdı. Ben annemi göndermedim. Zaten yüzündeki morlukları gördükçe çıldıracak gibi oluyordum. Komşular da bana hak verdiler.
"Bacım sen çıkma böyle dışarı. Ölen öldü sen evladına sahip çık"
Benim görmediğimi sandığı bir anda; kaş göz işaretiyle beni gösterdi anneme...
"Komşum bu çocuğun bakışları bi tuhaf, sen onun başından ayrılma’ diye mırıldandığını duymuştum.
Evet hiç iyi değildim.
"Eğer gidersen, ablam gibi kaçarım evden" dedim. Ama kaçmazdım, yalancıktan öyle söyledim. Ben anacığımı asla bırakmazdım.
Ama bak günlük, anacığımın cenazesine de gidemedim. Onun da cenazesini komşular kaldırmış.
Haksızlık değil mi bu? Söyle be sevgili günlük? Babamla aynı kadere mi mahkum olacaktı hep canım anacığım. Üstelik babamın mezarının yanına defnetmişler.
Belki de annem ölmemiştir. Bilmiyorum, içimde kuvvetli bir his var. Yine çenem düştü, unutmadan bir sır vereyim sana, sanırım ben doktoruma aşık oldum.
Hani derler ya "Erkek çocukları annelerine benzer kadınlarla evlenirler" diye. Sanırım bu doğru. Gerçi evlenmek benim için hayal de, sevmeme engel bir mani de yok şimdilik.
Hoşçakal sevgili günlüğüm. Gece uzun olacak. Şimdilik
...
Sevgili günlük, bugün evimde ilk gecem, seninle arkadaşlığımızın da ilk günü.
Eve döndüğüm ilk gün yazmaya başlayacağıma söz vermiştim...
Seni bana doktorum hediye etti. Daha önce söylemiş miydim? Kusura bakma günlük; aldığım ilaçlardan olsa gerek, unutuyor ve sürekli kendimi tekrarlıyorum.
Dostluğumuz hayırlı olsun. Doktorumu özleyeceğim ve hemşireleri de tabi ki. Sağolsunlar beni çok iyi ağırladılar. Bir ay uyutularak geçirdiğim için, iki ay diyelim şuna.
İki ay boyunca acı tatlı günlerimiz oldu ve sonunda beni azat ettiler. Beni yine kendi ruhuma uçuruverdiler. Ruhumun karanlık kafesinde bir tür tutsağım artık.
Kafesimin açılacağı güne; vuslat diyorum. İşte o güne kadar beraberiz seninle...
İyileştim mi? Eh iyi sayılırım. Dışarıda gezip dolaşan bir çok insan kadar ben de iyiyim. Ya da onlar da benim kadar iyi değiller.
Bilemiyorum...
Ama tedaviye başlanmadan önce ki durumuma göre turp gibiyim elbette. En azından sandıkların içinde kadın cesetleri görmüyorum.
Rahmetli anacığımın cesediyle geçirdiğim o üç gün zaten hafızamdan tamamen silindiği için, rahatım hamd olsun.
Sandıkta ki kadını da rüya gibi kabus gibi hatırlıyorum. Olacak o kadar. Doktorum öyle dedi.
Bu ilk gün biraz eskilerden anlatmalıyım ki nasıl bir adamın günlüğü olduğunu anla.
Evet yatalak annemin önünde karım ile yaptığımız tartışma, ona vurduğum tokat...
Karımın çığlıkları ve anneciğimin anlayan aklı. Duyan kulağı. Ama konuşamayan ve kımıldayamayan o aciz bedeni. Zavallı anneciğimin tanık olduğu kahrolasıca olaylı gün.
Maalesef ki dün gibi aklımda hâla... Karımın akibetini hatırlayamıyorum. Ölmüş diye duydum. Ama inanmadım. Bir gün bana döneceğine inanıyorum çünkü. O zaman ölmüş olamaz değil mi?
Doktorumun varsayımına göre; tartışmanın hemen sonrası hayata gözlerine yuman annemin öteki aleme gidişiyle, benim de aklımın addaa gidişiyle başlamış herşey.
Tam üç gün anacığımın cansız vücuduyla yaşamış, kabuslar görmüş (halusinasyon, Schneiderian sanrılar, dezorganize davranışlar, enkoherans) falan fiskos işte. Doktorumun söyledikleri bunlar.
Daha doğrusu raporumda yazılanlar...
Tamam tamam. Özür dilerim...
Sevgili günlüğüm hiç korkma. Şimdi iyiyim dedim ya! Diğer insanlar kadar normalim. Gerçi normal bir insan nasıl olur onu da bilmiyorum.
Doktorum benim üzülmemi yasakladı. Artık hep mutlu olacağım. Sana söz veriyorum.
Aslında annemin cenazesinde olamamak beni ziyadesiyle üzüyor. Hatta bazen acaba ölmedi de beni mi kandırıyorlar diye düşünmüyor da değilim hani.
Belki de düşkünler yurduna yerleştirdiler ve bana öldü dediler.
Eee benim gibi bir evladın elinde bırakacak değiller ya...
Biliyor musun?
Tüm bunlara sebep babam...Evet aynen öyle. Bir kişinin günahı kaç kişiyi girdaba soktu. Başta annem. Ben ve evden kaçıp bir daha haber alamadığımız ablam. Mutsuz bir evliliğe hüküm giymiş kız kardeşim. Bana ve yatalak anacığımdan oluşan kabus gibi bir evliliğe katlanamadığı için evi terk edip giden sevgili karım.
Babamı affetmedim ve affetmiyeceğim o kesin de, benim bu ruh halim devam ettiği sürece benim yüzümden ziyan olacak bir çok kişi de onu affetmiyecek.
Yok korkma ziyan derken, bile isteye değil. Ben aslında çok iyi bir çocuktum biliyor musun günlük? Babama benzemek hiç istemezdim. O kadar da nasihatlar etmişti canım annem;
"Baban gibi eşek olma, adam ol." Demişti.
Ama işte kan çekiyor demek ki...Canım annem özür diliyorum senden...Adam olamıyacağım sanırım.
Şaka yapıyorum. Bak göreceksin nasıl adam olacağım.
Doktorum ilaçlarımı aldığım sürece diğer insanlardan farkım olmayacağını garanti etti.
Kırmızı, pembe minnak minnak haplarım sayesinde, gayet normal bir insan olacakmışım. Sandıklardan ceset fırlamayacak emin olabilirsin.
Sevgili günlük;
Bir gün babam annemi dövüyordu yine, ablam ve kardeşim hepimiz baçeye kaçtık. Birbirimize sarılmış ağlaşırken, içerden annemin çığlıkları geliyordu.
Babam evden çıkıp giderken bizi bahçede o halde gördü ve hiç acımadan bizlere de bağırdı çağırdı... Küfürler savurarak ite kaka eve sokup kapıyı kilitledi üzerimize.
Özür dilerim...
Senin de kafanı şişirdim. Aslında doktorum yasakladı bana; eskileri değil yenileri yaz dedi.
Bak yeni demişken, sana hemşiremi anlatayım. Benim hemşirem. Kısa boylu. Bal rengi gözleri. Kumral saçları ve bembeyaz teniyle çok ama çok tatlı bir şeydi.
Çifte kavrulmuş minik lokumları ve hemşiremi çok seviyorum. İkisi de çok tatlılar. Annem de çok tatlıydı. Ama artık o yok. Eskilerden konuşmayacaktık.
Özür dilerim.
Biliyor musun? Babamdan çok özür dilerdi annem. Ama yine de çok döverdi babam.
Eskilerden konuşmayacaktık pardon...
Özür dilerim...
Hemşiremin adı Rüya. Benim Rüya’m...
Anacığım görseydi çok severdi. Birazcık anneme benziyordu. Elleri çok güzeldi. Sıcacık ve yumuşacık. Sahi annemi anlattım mı sana? Anneler hiç eskimez. Eskileri konuşmak sayılmaz bu değil mi?
Annemin gözleri su yeşiliydi. Ağladığı zaman koyulaşırdı rengi. Güldüğünde sanki gül kokuları yayılırdı teninden. Biz en çok güldüğünde severdik onu.
Sanki cennet bahçesine girmişiz gibi şen şakrak olurduk. Hep birlikte şarkılar söylerdik. Babam evde yokken evimiz cennet gibi olurdu.
Cehennemden hiç korkmazdım. Babamın bakışlarından daha korkunç olamaz diye düşünürdüm. Ama büyük bir çelişkiye düşerdim. Babamın cehennemde yanması için dua ederken.
Şarkı söyleyelim mi?
Dallar kolkola görünür. Yaprak yaprağa sürünür. Kışın karlara bürünür. Orman ne güzel. Ne güzel...
Genç adam günlüğünü kapatıp camın önüne geçti. Dışarıda kar yağıyordu, lapa lapa bembeyaz kar.
Sesini inceltti...
Dudakları kıvrıldı. On yaşında bir çocuk edasıyla mırındanmaya başladı.
Ağlak ve titrek sesiyle;
"Güneşin alası çok, her evin çilesi çok, analar çeker yükü, kimsenin bilesi yok...
Ayaklarını sürüye sürüye masanın yanına geldi ve tekrar başladı yazmaya. Kendisini çok halsiz hissediyordu. Neredeyse ayakta uyuyacaktı.
"Hoşçakal sevgili günlüğüm, bugün ilk günüm, yorgun ve uykusuzum. Yarın ilk işim sana yazmak olacak ve acilen sana bir isim bulmam lazım.
Seni çok seviyorum iyi ki varsın. Ellerimi tut ve hiç bırakma emi!
...
İkinci gün...
"Sevgili günlük "günaydın" demek için oldukça geç bir saat. Neden kalkacağım ki...
Artık beni hayata bağlayacak hiç şey yok. Kahvaltı yapmak bile anlamsız bir angarya iş gibi geliyor bana.
Artık tüm günlerim böyle olacakmış gibi hissediyorum. Hatta tüm ömrüm...
Annemi özledim. Doktorumu da...Niye çıkarttılar ki beni. Hastahanede en azından çifte kavrulmuş lokum kadar güzel olan hemşirem vardı.
Hayatımı sonlandırmaya kalksam acaba hangi yolu seçerdim? Nerden mi geldi aklıma?
Anacığını yağlı urgandan kurtaran bir çocuk var karşında senin. Yani o zamanlar çocuktum. Aslında ben hiç çocuk olmamışım. Şimdi daha iyi anlıyorum.
Odanın tavanında asılı ipi görünce bana salıncak kuruyor sanmıştım. Annem beni kapının eşiğinde görünce hemen atladı yere . Sandalyenin üzerindeydi ben kapıyı açtığımda. Koştu sarılďı bana; o kadar çok ağladı ki...
On yaşında bir çocuktum. Aslında anlamıştım ama anacığıma bile bile sordum;
"Bana salıncak mı kuruyordun anacığım?
"Evet oğlum, hadi bana yardım et birlikte kuralım.
O salıncakta sadece bir kez sallandım. Annem sallarken ağladı ben sallanırken...
Ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi devam ettik hayatımıza...
Sevgili günlük çok özür diliyorum senden. Bundan sonra geçmişe dair hiç bir şey yazmıyacağım. Yeni bir sayfa açacağım. Önce ki yazdıklarımı da izin verirsen yırtıp atacağım.
Eğer bana bir şey olursa, kendi kendini imha edebilirsin. Kimselere anlatma bunları. Aramızda kalsın tamam mı?
Defteri bırakıp masadan kalktı. Mutfağa gidip bir bardak su getirdi. eline doldurduğu ilaçları bir bardak suyla içti.
Tekrar doldurdu, bir bardak suyla onu da içti. Avucuna üçüncü sefer doldurduğu ilaçları da...
Kanepeye uzanıp şarkı söylemeye başladı...
Güneşin alası çok, her evin çilesi çok, analar çeker yükü, kimsenin bilesi yok...
YORUMLAR
Sevgili ' asude- vusulat ' çok önceleri de fırsat buldukça 'hep okurdum yazılarınızı ama yorum bırkamdan giderdim ;
beğenmediğimden değil' bazen sevgili yazar dostlarımız ' kıymetli zamanlarını ayırıp ' geri dönüşüm yapazlar insan haliyle merak ediyor acaba istemiyorumuyuz sayfalarında diye..yoksa elbetteki bir karşılık beklentisi ile ' geldiğimiz falan yok. ufacık bir genel sitem araya sıkıştırmış oldum ; hoş görünüze güvenerek
adam olmak ' eşek olamakla kıl payı ayrılıyor bana göre ' ama zaten adam olana da kıl payı yaraşmaz eşek sıfatı ' herşey kişilik meselesi sanrım ; üzücü ve düşündürücü ' emeğinize sağılık ...2 sevgilerim ile.
asude_vuslat
Hoş geldiniz, evet o konu da ben de beğenmiyorum kendimi, ama bir türlü yenemedim, yorumlara tek tek cevap veremiyorum... Bir çok sebebi var. Ama çok memnun oluyorum, gelen misafirlerimden o kesin. Çay kahve kurabiye ikramım olmasa bile bir kuru teşekkür etmem lazım aslında... Kimi insan hediye alırken utanır ya, teşekkür ederken bile çekinir. Öyle sayın lütfen beni. Çok teşekkürler geldiğiniz için ve yorumunuz için...
Tüm misafirlerim HOŞ GELDİNİZ!
YİNE BEKLERİM :)
Hani bir şarkı vardır ''Senin derdin dert midir, benim derdim yanında'' diye.
Gerçekten de öyle midir? Düşünüyorum da şu yazıdaki olayları ben yaşamış olsaydım?
Kurmaca ya da gerçek ama hayatta olmayan ya da olamayacak bir şey mi? Değil elbette.
O halde ne olursa olsun ''Seninki de dert mi?'' dememeli.
Hani ayakları çıplak olduğu için üşüyüp de bir ayakkabıyı hayal edenin, yanına ayakları olmayan biri geldiğinde '' Ya Rabbi şükür. Üşüyor da olsa ayaklarım var'' dediği gibi şükretmek lazım.
Ve noktalayalım.
Hep uyusun kötülükler. Hiç uyanmasın.
Selam ve sevgilerimle.