MERHABA OKULDAŞI M
Bir öykümün altında yorumunu görünce ne kadar sevindim bilemezsin. Yolda yürürken karşıdan gelen adamın tanıdık olduğunu fark etmek gibi geldi.
Okuldaş olmak seni çok duygulandırmış. Aynı taş koridorlarda karşılaşmış olmamız mümkün iken; sen başka kıza bakarken fark etmedin. Ya da ben sevgilim in gözlerine kaçamak bakarken ıskaladım seni.
O zaman ne kadar idealisttik. Gönül işleri ayıplanıyordu ama, gençtik, sevdalanıyorduk duygularımıza söz geçirmek her zaman mümkün olmuyordu.
Diyorsun ki numaran 674714 idi çok şaşırdım. Sahiden de öyleydi. Bir de eklemişsin 14. sırada kazandığın için sonu on dört, aradaki 7 de gece bölümünü gösteriyor. Araştırmacılığın takdire şayan, şaşakaldım.
Biliyor musun şebekelerim (okula giriş belgesi) İzmir’deki evde. Onları madalya gibi sakladım hep.
Nedenini bilmiyorum ama gözlük takan adamlardan hazzetmem ben. İlk başta sana da tepkisel oldum. Resminde yüzün görünmüyordu gözlükten.Yazıştıkça yakınlaştım. Yüzün açılınca diğer arkadaşlar bile teşekkür ettiler bana, seni görebildikleri için.
"Sizi tanımak çok hoş bir sürpriz oldu benim için de. Defter’ e bak yahu, ne güzellikler yapıyor bazen diyorsun," haklısın. Aslında bence hiçbir şey nedensiz değil. Bu da öyle oldu.
Moskova’da imişsin.
Gurbette kendi vatandaşını görmek insanı mutlu eder. Gerçi insan bazen kendi vatanın da da gurbeti yaşar ya. Sanki cümlelerimiz sarmaş dolaş oldular.
O kadar uzakta olmasan mutlaka görüşürdük. İnce belli bardaktaki çayımızı yudumlarken “ a aa hatırlıyor musın yokuşun başında şu vardı, şuradan tost yerdik ,deyip okul günlerimizi yad eder;" biliyor musun bir gün …………”diye başlayan cümlelerle kız kulesine kadar yürürdük.
Maçkayı çıkmayı ertelerdik nedensiz bir iç güdü ile. Belki oradaki Metine rastlardık.Acar delikanlı haliyle. Ya da Ayşe ‘ye. Daha onlarla karşılaşmaya hazır değiliz. Başka sefere der sapardık Karaköy’e.
Gerçi hayat ertelemeye gelmez, biliriz ama yine de erteleriz işte. Daha çok vaktimiz varmış gibi.
Yaa Metin biz güzel gençlerdik. Riyadan uzak, inanan, en iyi olmaya çalışan ve çok okuyan.
Şimdi kırılmış yanlarımızı iyi saklamaya çalışarak gülüyoruz . Gülemeyenler de var. Nefes alamayanlar da.
En çok da evliliği beceremedik. Kime sorsam bir iki denemesi var. Kendimizi tanıyamamanın verdiği sıkıntı diye düşünüyorum.
Bizim okul çok revaçtaydı ama, Kimyadan mezun olmak yetmedi iyi kariyer yapmaya.
Çoğu başka işlerde. Benim bildiğim Kirli Kemal meyhane işletiyor. Taner borsada oynuyor, ilk karısından güzel bir kızı var. Ali zaten toprak ağası idi ne yaptığını oldum olası anlamadım.Ne yapıp edip bakıyor işte dört beş memurdum. İki istifa ile bitti şükür. . Aras bir Yahudi ile ortak ticaretle uğraşıyor, Ümit otel işletiyor Bodrumda, Nalan ile Hüseyin bilmiyorum ne iş yapıyorlar. Mehmet Kavutçuyu çok aradım ama o da kayıplarda.Sana yazdıktan sonra buldum. Sağlığı bozuk hala karısından korkuyor.
Nerede bu Kimya Mühendisleri……..bana görünmediler.
Baksana sen dünyanın öbür ucundasın. Boyuna İstanbul sokaklarında dolaşıyorsun özlemle.
Dilini çok iyi bilmediğin karın roman yazıyor, ağız tadıyla okuyamıyorsun.
Bir gün bir öyküdeki paragrafta aynı koridorları, aynı sıraları paylaştığın birine yazıyorsun. O da sana yazıyor.
Geliyorsun İstanbul’a durur muyum atlıyorum trene 2,5 saat sonra oradayım.
Dolaşıyoruz. Üsküdar’dan, Taksime. Ara sokaklara bile dalıp çıkıyoruz.
Aradığımız yirmili yaşlardaki genç insanlar. İzlerini sürüyoruz. Özlüyor muyuz dersin ?
679014 ile 674714 arasında bağ kurarak oturuyoruz Emirgan’da.
Erguvan zamanı ortalık mis gibi kokuyor. Dostluk gibi. Bazen insanın ruhunu tazeler eski bir dosta rast gelmek.Sonra da Suadiye vapuruna binip Kadıköyden Sirkeciye geçiyoruz. Sultanahmet’e çıkıyoruz. Gülhane parkında sen kendi ,ben kendi yaşanmışlıklarımıza dalıyoruz bir süre, sonra "ee nerede kalmıştık" diyoruz.. Derviş çay bahçesine oturup, koca çınarların serinliğinde akşamı karşılıyoruz.
Hiç telaşımız yok.
Gel diyorum bizim eskiden şarap içtiğimiz bir mekan var az ilerde, sen hiç itiraz etmiyorsun, giriyoruz kapıdan.Bir şişe kırmızı villa doluca söylüyoruz.Bir kadeh kendin için bir kadehte benim için “şerefe” diyorsun. İkimizin de ağzı kulaklarında.
Gülerek çıkıyoruz oradan. Tramvaya biniyoruz. Sen belime sarılmıyorsun ama kol kanat gerer gibi kolun hazırda. Gözlerimizin içi gülüyor.
Suadiye vapuru gitmiş. Galata köprüsünden yürüyoruz.
Arkaya bakıyoruz Sultanahmet Camiine bir selam verip devam ediyoruz.
Karaköy de el ayak çekilmiş. Ne balıkçı kalmış ne simitçi. İskele bile eski güzelliğinde değil. Baraka gibi bir yerden atlıyoruz vapura .
Serin çıkmış” kaçıncı yalnız binişin vapura diyorsun” . Şimdi sen varsın diyorum. Saymadım ben mahzunluğumu. Yalnız değilsem kahkahalarımın toplamı kadar bindim işte diyorum.
Kadiköy’den minibüse binmek mecburi. Biz de onu yapıyoruz. Ablam geç olmasına rağmen gariban sofrasını hazır etmiş bekliyordur. Misafir de olunca izzeti ikramda kusur etmez.
Sen hangi yemeği severdin en çok Metin.
Bizden alt sınıfta olduğun için gelmemiş sindir Suadiye’ deki kapıcı dairesine. Daire dedim ise kazan dairesi, boşluğuna konulmuş iki somya, derme çatma bir dolap. Bolca mazot kokusu.
İnecek var diyorum. İniyoruz apartmanın önünde.
Kapıda Çiko atlıyor kucağına. O da başka bir karşılama işte. Köpek diliyle . Ama onu anlıyorsun konuşamasa da. Aslında sevmez her insanı. Seçer. Demek ki sende onu hoşnut eden bir şey var. Sevgi gibi….
Sana yazarken kaptırıyorum kendimi. Tıpkı senin gibi.
Galina ‘ya ve her biri birbirinden güzel üç ufaklığa selamlar. Her birini öp benim için. Ha kendine de pay ayırmayı unutma.
Sevgilerimle...
YORUMLAR
İnsanın okul arkadaşını hem de yıllar ama yıllar sonra bulması güzel. Zaman, saatin her tıklamasıyla saniyeleri yaşanmış kılıyor. Sonra günler, haftalar, aylar ve yıllar yaşanmış oluyor. Koca bir mazinin farkına varırken insan, boğazımıza düğüm olan bir hüzün kaplıyor tüm içimizi. Ağlasan da kurtulamıyorsun bu hüzünden. Güzeldir de ama...
Yine de güzeldir yaşamak, güzeldir gelecek günler. Cahit Sıtkı'yı yadederim ben çoğunlukla...
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
— Pervam yok verdiğin elemden:
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Gün eksilmesin pencerenden Ayşe.
Sağlıcakla kal,