- 925 Okunma
- 9 Yorum
- 1 Beğeni
KAHROLASICA KÖY ENSTİTÜLERİ(!) - KAHROLASICA İMAM HATİPLER(!) -3-
Gelelim zurnanın zort dediği yere. Yani Köy enstitüleri niçin kapatıldı konusuna.
Bu konuda ortaya atılmış o kadar çok iddia var ki say say bitecek gibi değil. Ancak en önemli sebep olarak öne sürülenden başlayalım isterseniz.
Ben kendimi bildim bileli bizzat tanıdığım köy enstitüsü mezunu öğretmenler içinde sağ görüşlü hiç bir Allah’ın kuluna rastlamadım. İşte köy enstitülerinin kapatılmasının en önemli sebeplerinden biri buydu. Nasıl ki ta 1924 de imam - hatip mektepleri olarak açılan ama 1930 da kapatılıp on dokuz sene sonra imam- hatip kursları(1949-1951)olarak devam edip 1951 de imam-hatip okulları, 1972 yılında ise imam-hatip liseleri olarak tekrar açılan okullara sağ görüşün daha da doğru söyleyecek olursak dinci-şeriatçı görüşün arka bahçesi gözü ile bakıldıysa, 1930 yılında imam- hatip mektepleri ‘’Aman Şeriat geliyor’’ korkusuyla kapatılıp on dokuz sene kapalı kaldıysa, köy enstitüleri de ‘’ Eyvah komünizm ve dinsizlik geliyor’’ Korkusu ile kapatılmışı. En önemli sebeplerden birincisi buydu.
Konumuz madem ki öncelikli olarak Köy Enstitüleridir o halde onunla devam edelim.
Çocukluğumdan beri köy enstitüleri ile ilgili olarak duyduğum ve sanırım pek çok okuyucunun ‘’ Evet bunu ben de duydum’’ diyeceği bir masal vardır.
Köy enstitülerine alınan bir öğrenci ilk defa derse giriyor. Öğretmen ‘’Günaydın’’, öğrenciler ‘’Sağ ol’’ dedikten sonra öğretmen başlıyor:
-Çocuklar benden bir kalem isteyin bakalım.
Çocuklar hep bir ağızdan bağırıyorlar:
-Öğretmenin bana bir kalem verir misiniz?
Öğretmen tüm öğrencilere bir kalem verdikten sonra devam ediyor.
-Şimdi de ‘’Allah’ım bana bir kalem ver.’’Deyin bakayım.
Çocuklar hep bir ağızdan yine bağırıyorlar:
-Allah’ım bana bir kalem ver.
Tabii ki ortada kalem malem yok.
Öğretmen devam ediyor:
-Çocuklar beni görüyor musunuz? Ben neredeyim?
Çocuklar cevap veriyor.
-Seni görüyoruz. Sınıfın içindesin.
Öğretmen soruyor:
-Peki Allah’ı görüyor musunuz?
Öğrenciler:
-Hayır göremiyoruz.
Öğretmen:
-Demek ki neymiş: Allah diye bir şey yok. Eğer olsaydı siz onu görürdünüz. Sizin çağırmanıza kulak verip gelir size kalem verirdi. Oysa bakın ben varım ve siz istediniz ben de hepinize kalem verdim. Eveeeettt, bundan sonra artık Allah’a inanmıyoruz.
Evet. Bu masal çok anlatılır Köy enstitüleriyle ilgili olarak.
Peki bu masal gerçek olabilir mi?
İşin doğrusu köy enstitüsü çıkışlı olup da benim tanıdığım öğretmenlerden hiç birisinden böyle bir anı duymadım. ‘’Evet, doğru, biz eğitim öğretime böyle başlardık. Allah’ı , peygamberi tamamen kafamızdan silmemiz istenirdi’’ diyenine rastlamadım. Hatta pek çok köy enstitüsü mezunu öğretmen tanıdım, onlar da köy enstitüleri için Allahsız kitapsız diyenlerden hiç de farklı olmayarak Cumadan Cumaya namaz kılıyor, Ramazan’da oruç tutuyor ve teravih namazlarına geliyorlardı. ( Ben kendi tanıdıklarımdan bahsediyorum.) Ülkemizin genel Müslüman profilinden hiç de farklı değillerdi. Ama öte taraftan köy enstitülerinin din denen mefhuma hiç bir zaman sıcak bakmadığı da kesin bir gerçektir.
Bana sorarsanız ‘’ Hocam köy enstitüleri dinsiz miydi?’’ diye, vereceğim cevap şu olur: Din ve iman Allah’la kul arasındadır o bakımdan bilemem.Ama kesin olarak bildiğim bir şey varsa o da şudur: Beş senelik ilk okul hayatını bitirdikten sonra yaklaşık on iki yaşlarında bu okullara alınan köy çocuklarının demircilik, marangozluk, inşaat ameleliği, balıkçılık, biçki,dikiş, görgü kuralları, sağlık bilgileri, tarım ve ziraat, tarih, coğrafya, fizik, kimya vs dersler öğrenmeleri, müzik ( Her biri bir enstrüman çalıyor), spor hatta askerlik öğrenmeleri gerektiği üzerinde durulmuş ama din öğrenmeleri gerekli görülmemiştir. Çünkü bu okullarda pek çok ders vardır ama din dersi yoktur.( Bu gün bu husus bazıları için gurur vesilesidir hatta köy enstitülerinin ne kadar aydın, çağdaş, modern, ışığa koşan bir yapıya sahip olduğunun en önemli kanıtıdır okullarda din dersinin olmaması. Her fırsatta bu ders programını yayınlarlar face book ya da diğer sosyal paylaşım sitelerinde. )
O halde gelin hep beraber Köy enstitülerindeki haftalık ders programına bakalım isterseniz. Bu programa bakarken de bir öğrencinin beş yıllık bir eğitim öğretim sonunda bir dersi toplam kaç saat görmüş olduğuna bakalım isterseniz.
TÜRKÇE: 736 Saat
TARİH: 322 Saat
COĞRAFYA:276 Saat
YURTTAŞLIK BİLGİSİ: 92 SAAT
MATEMATİK: 598 SAAT
FİZİK:276 SAAT
KİMYA:184 SAAT
TABİAT VE OKUL SAĞLIK BİLGİSİ:368 SAAT
YABANCI DİL: 414 SAAT
EL YAZISI:92 SAAT
RESİM-İŞ:230 SAAT
BEDEN EĞİTİMİ VE ULUSAL OYUNLAR:184 SAAT
MÜZİK: 460 SAAT
ASKERLİK:368 SAAT
EV İDARESİ VE ÇOCUK BAKIMI:46 SAAT
ÖĞRETMENLİK BİLGİSİ: 368 SAAT
ZİRAİ İŞLETME EKONOMİSİ-KOOPERATİF: 46 SAAT
Evet.. Köy Enstitüsünde öğrenime başlayan 12 yaşında bir çocuğa belki ‘’Allah yoktur. Olsaydı çıkar gelirdi, biz onu görürdük’’ diyen olmamıştı ama ‘’ Allah vardır, gördüğümüz-görmediğimiz bütün varlıkları O yaratmıştır’’ diyen de yoktu.
Atatürk ‘’ Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum.’’ Demiş; ölmeden on beş gün önce de ‘’ ’Bütün dünyanın Müslümanları, Allah’ın Peygamberi Hz. Muhammed (as)’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları da tam olarak tatbik etmelidir.’’ KAYNAK: (Urduca Yayınlarda Atatürk, A.Ü. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayını, 1979, s. 70-71)] Diye adeta vasiyet etmiştir ama o artık hayatta değildir, dolayısıyla da kurdukları köy enstitüleri ile Atatürkçü bir nesil yetiştirecek olanlar hiç de sallamamışlardır onun bu sözlerini. Ya da Atatürk bu bahsettiğim ve kaynak gösterdiğim sözleri hiç söylememiştir, kaynaklar filan da uydurmadır.
Hani hep söylenir durur.’’Dindarlık mı yoksa ahlak mı?’’ Dikkat edilirse dersler arasında ‘’Ahlak Bilgisi ‘’ Diye bir ders de yoktur.
Bir şeye daha dikkatinizi çekmek istiyorum:
Dikkat edilirse öğrenciler 5 sene boyunca fizik, kimya, tarih, coğrafya derslerinden, hatta zirai işletme ekonomisi ve kooperatifçilik dersinden ( Beş yılda toplam 46 saat) daha fazla askerlik dersi görmektedirler. Hatta öyle ki tümü öğretmen olacak bu çocukların gördüğü askerlik ders saati toplam sayısı ile ana branşları olan öğretmenlikle ilgili eğitimi alacakları ders saati sayısı eşittir. Bu normal midir?
Köy enstitülerinde bir taraftan din dersinin olmaması, diğer taraftan askerlik derslerinin pek çok temel dersten daha fazla olması bu okullara kuşku ile bakılmasına sebep oluyordu.
Benim önemsediğim bir husus daha var:
Köy enstitülerinin haftalık ders programlarına baktığımda öğrencilerin haftada sadece 22 saat ders işlediklerini gördüğüm. Oysa bu gün biliyoruz ki yakın zamana kadar bir orta okulda bile haftalık ders saati 30 dan aşağı değildi. Hatta şimdilerde bildiğim kadarıyla liselerde 40 saat oldu haftalık ders saati. Oysa yine çok iyi biliyoruz ki köy enstitülerinde gerek öğrenciler, gerekse öğretmenler oldukça yoğun bir tempo içindeydiler. Oldukça fazla ve değişik alanda gün boyu süren bir faaliyet vardı. Bu bize şunu gösteriyor: Demek ki bazı faaliyetler haftalık ders saati programı içine dahil edilmemişlerdi. Mesela ‘’biçki- dikiş’’ dedim. Mesela ‘’ Demircilik-marangozluk’’ dedim. Mesela ‘’ Adab-ı muaşeret( Görgü kuralları) dedim. ‘’ İnşaat işçiliği’’ dedim. Bunların hiç biri ders programlarında yer almıyordu. Ayrıca ‘’ Okuma saatleri’’ olduğunu biliyoruz ki o okullarda öğrenim gören bir öğrencinin bir öğretim yılında en az 25 kitap okuması şarttı. Ama bu okuma saatleri de ders programlarında yoktu ve zaten olamazdı da. Çünkü bu saatler ayrı bir program olarak hazırlanır. ( Yatılı bir ilköğretim okulunda hem öğretmen, hem idareci olarak görev yaptığım için biliyorum )Yani bu konular bazen yazılı bir programı bile olmadan sürdürülen programlardır. Ayağımıza çizme giyip az mı yıkamışızdır tüm okulu öğrencilerle birlikte. Az mı 60 ton odunu hep birlikte kömürlüğe taşımızdır bu sakat bacakla. Az mı ‘’ Evladım ! Çatal şöyle tutulur, kaşık şöyle kullanılır, Kemalpaşa tatlısı ekmeğin arasına konarak yenmez ‘’ Demişimdir? Bunlar ders programlarında olmaz.
Peki hal böyle olduğuna göre ders programlarında olmasa bile bu çocuklara temel dini bilgiler, program harici olarak verilmiş olamaz mı? Böyle bir soru sorulursa o zaman ben de ‘’ Askerliğin temel bilgilerinin ders programlarında olduğu bir okulda din dersleri neden ders programlarına konmamış da ders dışı uygulama kapsamına alınmış?’’ Diye sorarım ki köy enstitüleri ile ilgili anılara baktığımda hiç bir anıda ‘’ Ben namaz kılmayı bilmiyordum, öğretmenim bana namaz kılmayı öğretti.’’ Diye bir ifadeye rastlamadığım gibi ‘’ Ramazan aylarında sahura kalkardı oruç tutanlarımız.’’ Gibi bir şeye de rastlamadım.
Oysa benim 1989-1996 Öğretim yılında görev yaptığım Kocaeli- Akmeşe Yatılı İlköğretim Bölge Okulumun minicik öğrencilerinden bazıları ‘’ Öğretmenim ben bu gün oruç tutacağım.’’ Derdi. Biz de –daha yedi sekiz yaşında olanları bile hatta nerdeyse tamamı oruç tutma nükellefiyetinde olmayan bu bıcırıkları ve daha da hatta, oruç tutmayacaklarından emin olduğumuz halde böyle bir istekle karşımız gelen Alevi çocuklarını sırf gönülleri ve şevkleri kırılmasın diye- liste yapar ve nöbetçi öğretmenler oruç tutacak öğrencileri tek tek sahura kaldırırdık. Namussuz sıpaların çoğu bakardık sabah kahvaltısına, öğlen yemeğine de gelirlerdi daha sonra ama o sevimli bıcırıklara kim kıyabilirdi ki. Aldırış etmezdik. Tek dikkat ettiğimiz şey yönetmelikte yemek duasının nasıl yapılacağı idi : ‘’ Tanrımıza hamdolsun, Milletimiz var olsun---Afiyet olsun çocuklar’’ dı. Yönetmelik duanın mutlaka Türkçe okunması üzerinde hassasiyetle duruyordu. Ben her ne kadar içimden ‘’ Yahu tamam ‘’Tanrı’’ Türkçe de ‘’ Hamd’’ nece? Dua nece? ‘’Afiyet nece?’’ diye geçirip gülsem de emir her zaman demiri kesiyordu bizim ülkede. Dua Türkçe(!) okunacaktı o kadarrrr.
Velhasılı kelam benim yatılı öğrencilerimin böyle tatlı anıları vardır ama Köy Enstitüsü üzerine okuduğum anılarda böyle bir şeye rastlamadım. ( Belki de var ama ben rastlamadım. )
Bu durumda ortaya şöyle bir soru daha çıkabilir ki çıkıyor da. ‘’ Medeniyet yolunda hızla ilerlemeye çalışan bir toplum için din o kadar da gerekli bir şey midir?’’
‘’Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dışlandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.’’ Diyen Karl Marx’ın baktığı pencereden bakarsanız evet din insanı uyuşturan bir şeydi ve uyuşmuş insanlarla medeniyeti, ilerlemeyi sağlamak mümkün değildi. Nitekim Karl Marx’ın sözlerinin açılımı aynen şudur: ‘’Din bir uyuşturucu gibi insanları nesnel gerçeklikten uzaklaştırarak mutlu etmektedir. Böylece gerçekliği gölgelemekte, insanların "gerçek" mutluluk için mücadele etmesini engellemektedir.’’ Daha da açacak olursak: ‘’ Gerçek mutluluk dinsizliktedir’’ Diyordu Karl Marx
İşte köy enstitülerine karşı olanların karşı oluş sebepleri içinde en önemlilerinden biri de buydu. Yani onlara göre köy enstitüleri dinsiz imansız bir nesil yetiştirmenin yanında aynı zamanda Markxist-komünist bir nesil yetiştiriyordu ki toplum nazarında geçmişte de günümüzde de Marksizm=Komünizm=Dinsizlik olmuştur hep. Bu gün bile ‘’ Ben ateistim’’ diyen herhangi birine vatandaşımız ‘’ Vay komünist vay’’ demektedir.
Peki Atatürk ‘’ "Şurası unutulmamalıdır ki; Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir." Dediği halde(Faruk Şükrü Yersel, Eskişehir Gazetesi, 1926) Atatürkçü bir nesil yetiştirme gayesi ile yola çıkmış olan köy enstitüleri komünist bir nesil mi yetiştiriyordu?
Bu gün nasıl ki bazı insanlar imam-hatip liseleri ile ilgili verilere bakarak ‘’ Bu okullarda şeriatçı,dinci,yobaz, dindar ve kindar bir nesil yetişiyor’’ diyorsa o gün de yine bazı insanlar ellerindeki verilere, dışarıdan gördüklerine bakarak köy enstitülerinde dinsiz-komünist bir nesil yetiştiğine inanıyordu.
Hatta dahası var : Tahta tüfeklerle de olsa sürekli askeri eğitim alan bu çocukların ileride Rusya’da olduğu gibi bir işçi-köylü devrimi yapacaklarından, o enstitülerde yetişen her öğrencinin kendi köyünde geleceğin Leninleri gibi bir faaliyet içine gireceklerinden hatta girdiklerinden endişe ediyorlardı. Yani toplum neredeyse cumhuriyet ilan edildiği günden beri hep iki korkuyla yaşamıştı ki bu gün bile hâla o korku devam etmektedir: Birincisi ‘’Eyvah şeriat geliyor’’ korkusu, diğeri de ‘’ Eyvah dinsizlik ve komünizm geliyor’’ korkusu.
Beş yılda pek çok dersten daha fazla olan askerlik eğitimi bir kızıl devrimin ayak sesleri miydi? Hem niçin bu çocuklar tıpkı askeri okul öğrencisi kıyafetleri içindeydiler? Bunun tek mantıklı açıklaması ise şuydu: II. Dünya savaşı vardı ve bu savaş aniden bize sıçrarsa bu çocukların hepsi silah altına alınacaklar ama hiç bir şey bilmedikleri için cephelerde şapır şapır döküleceklerdi tıpkı I. Dünya savaşında mekteplerinden fırlayıp cepheye koşan ataları gibi.
Köy enstitülerini savunanların gerekçesi bu olsa da karşı olanlar bu gerekçeye inanmıyorlardı.
Peki komünizm diye korkulan şey neydi? Yani okullarda din derslerinin olmaması ve askerlik derslerinin pek çok dersten daha fazla olması dışında neler vardı bazı insanları bu okulların kapanmasını istemeye iten? Başka nelerden korkuyordu bu okulların kapanmasını isteyenler? Hemen cevap vereyim: Kitaplardan da korkuyorlardı. Evet, evet kitaplardan… Bu okulların kitaplıklarında, kütüphanelerinde bulunan kitaplarından korkuyorlardı.
Biliyor musunuz? Bizim ülkemizde kitaptan hep korkulmuştur. Kitap her zaman birilerinin nefret ettiği bir nesne olmuştur. Bu konuda sağcı solcu-ilerici gerici ayrımı yoktur. Herkes, ama herkes kitaptan korkar bu ülkede.
1980 itilalinden sonra evlerde arama yapıldığı günlerdi. Evime gelen askerlerin başındaki komutan, - Pek çok zararlı(!) kitabımı yaktığım halde dokunmaya kıyamadığım- Arapça yazılı bir kitabı öfkeyle yere atarak gürledi: ‘’ Bu ne ulan…Bu ne?’’ Boynumu büküp cevap verdim ‘’ Atatürk’ün Nutkunun 1927 yılı basımı. Yani harf inkılabından önceki basımı’’ Komutanın yüzündeki şaşkınlığı ve Nutuk’u yerden nasıl telaşla kaldırdığını görmeliydiniz. Ama ne var biliyor musunuz? Bir dahaki aramada belki bu kadar ucuz kutulamam diye onu da yaktım daha sonra.
İşte köy enstitüleri yıllarında da bazı insanlar kitaplardan korkuyordu. Hangi kitaplardan mı? Bir kaç örnek vereyim:
Teklif, Elektra, Faust, Kırmızı ve Siyah, Vadideki Zambak, Benim Üniversitelerim, Goriot Baba, Sefiller, Figaro’nun Düğünü, Nora, Şamdancı, Harp ve Sulh, Venedik Taciri, Germinal, Karamazof Kardeşler, gibi kitaplardan korkuyorlardı. Çünkü bu okulların öğrencileri belki başka kitaplar da okuyorlardı ama en çok okudukları bunlardı. Bu okulların öğrencileri, demin de belirttiğim gibi bir öğretim yılında en az 25 kitap okumak zorundaydı. Bu arada Zoraki Tabip, Kibarlık Budalası, Bir Yaz Gecesi Rüyası gibi oyunları da sahneliyorlardı.
‘’İşte burada kendimden bir anıyı araya sıkıştırmazsam çatlarım.’’ Desem de o anıyı bir dahaki bölüme bırakalım zira araya reklam almam gerekiyor)))))))))))))
-Bir bilmecem var çocuklar
-Haydi sor sor sor
-Çayda kahvaltıda yenir???
-Acaba nedir nedir ?
Siz ne olduğunu düşünedurun. Ben dördüncü bölüm için kolları sıvayayım.
-----------------------------------------------------------------------------
Resimler Köy Enstitülerindeki faaliyetlerle ilgilidir.
YORUMLAR
Hocam ATATÜRKÇÜYÜM diyenin nasıl köminizme evrildiğini daha iyi anlamış oluyorum Kominizmin çok güzel bir yönetim şekli olsa zaten ATATÜRK o rejimi getirirdi CUMHURİYETİ kurmazdı diye düşünüyorum saygılarımla
sami biberoğulları
Bir de tabii ki insanları komünist ya da faşist siye yaftalamak maalesef çok kolay bizim ülkede. Gelecek bölümde de göreceğin gibi bana bile hem komünist dediler hem de faşist. İkisi de değilim vana sorarsan )))))))))))
Selam ve sevgilerimle.
" Dini eğitimin olmayışı,askerlik eğitiminin verilişi,kızıl devrimin ayak sesleri ve korkular......"Yazınızın dördüncü bölümünde değineceğiniz diğer kapatılma sebepleri.
Sebep ne olursa olsun şimdiki eğitim sisteminin bizzat içinde olan biri olarak kapatılmış olmasını doğru bulmuyorum,en azından bazı değişikliklerle devam ettirilebilirdi diye düşünüyorum.
Hele hele uyulması zorunlu basmakalıp içi boşaltılmış müfredat ve yönetmelikleri düşündükçe.
sami biberoğulları
Bir takım düzenlemeler yapılarak devam etti aslında. Neden insanımız Köy enstitülerinin devamı olan öğretmen okullarını görmüyorlar anlamıyorum. Neden daha sonraları açılan Eğitim Enstitülerini görmüyorlar, Neden şimdiki Eğitim Fakültelerini görmüyorlar?
Yani Köy Enstitüleri aslında belirli bir şekle dönüştürüldü esas olarak. Yani ülke öğretmensiz kalmadı yine.
Öte taraftan ilk mezunlarını vermeye başladıkları 1942 den itibaren 1954 yılıına kadar 21 enstitüden sadece 1308 bayan öğretmen yetiştirildiğine bakılırsa öyle aman aman bir ihtiyaca cevap verdiği de söylenemez.
Selam ve sevgilerimle.
Büyüklerimiz,
ki onlar bu devirlerde yaşadılar,
nedendir bilmiyorum,
asla doğru dürüst bilgi aktaramadılar bize bu konularda.
Anneciğim,
''Askerler geliyor diye korkan hocamız,
camiyi ve bizlere kuran öğretmeyi bırakarak kaçtı.'' ile,
''Olucak'ta(Bizim köyde bir bölgenin adı.), askerler Kuranları yaktılar,
dumanını bizim evden gördük.'' cümlelerinden başka bir cümle kuramaz.
İlçede yetişen babamın ise hiç bir şey bildiği yok.
''Küçükken duaları öğrenemedik yasaklar yüzünden,
büyüyünce hiç ezberleyemedim. Bu nedenledir ki,
çok azdır namazda okuyabildiğim dualar.'' diye yakınır o da sık sık.
Sonuç olarak,
bu üç cümlecik te,
o devirler hakkında bir bilgi edinmemizi sağlıyor.
Bu arada,
1960 larda başlayan ve 1980 ihtilali ile önü kesilen Komünizm seviciliğinin kaynağı o okullardı bence.
Güzel gidiyor yazı.
Bayağı faydalanıyoruz.
Bu arada son bir not;
Trabzon-Beşikdüzü'nde çok sevdiğim çocukluk arkadaşlarım yaşıyor.
Müthiş iyi insanlar ancak,
dini yönleri inanın negatiflerde.
sami biberoğulları
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz demişler.
O ateş var mıydı. Varsa ne kadar vardı. minik bir kıvılcım mıydı ateş denen şey yoksa ateş aslıda çok daha büyük müydü. Elimden geldiği kadar anlatmaya çalışıyorum işte
Selam ve sevgilerimle.
Köy enstitüleri ile ilgi en güzel bir olgu şu olsa gerek. Nobel ödüllü Aziz Sancar hoca söylüyor:" Benim ilkokul öğretmenlerim Köy Enstitüsü mezun idealist insanlardı. Bu sözün üstüne ne söylense az. fakir Baykurtlar, Başaranlar, Talip Aydınlar, Ümit Kaftancıoğlu... gibi nice yazarlar yetişti bu okullardan. benim ilkokul öğretmenim de bu okullardan mezun bir öğretmendi.
sami biberoğulları
Ben Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler ile birlikte görev yaptım. Kimi İlköğretim Müfettişi, kimi de öğretmen olarak tanıdığım insanlardı. Hatta bir tanesi oğlumun öğretmeni oldu öğretmenlik hayatının son senelerinde. Çok önemli ve değerli insanlar yetiştirdikleri bir gerçektir.Onlar hakkında söylenecek en doğru şey ise idealist olduklarıdır. Fakat zaten tartışılan şey de bu idealistlikleridir.
Bazı insanımızın gözünde bu idealler zararlı görülürken bazı insanımızın gözünde son derece faydalı ideallerdir bunlar.
İşte bunu aktarmaya çalışıyorum elimden geldiği kadar.
Selam ve sevgilerimle.
İBRAHİM YILMAZ
"Abartı,kendini kaybetmiş hakikattir" der Halil Cibran...
Köy Enstitüleri de eğitim tarihimizin iki tarafça da abartılan konularından biridir.Bir kanat "bir millet yaratmanın ilk ve son çaresidir".derken nasıl abartmışsa,"karşı" kanatda "komünist yuvası" diye abartmalarda bulunmuştur.
Oysa yazıda da geçen 17.251 mezundan "aşırı sol" olarak dava açılanların sayısı sadece 4 tür bir yazar ve bunun askeri okullardan bile az olduğuna değinir.(Orada Bir Köy Var Uzakta.)
Bence bu olayı anlamak için 46 seçimleri sırasında İ.Hakkı Tonguç'un enstitü müdürlerine yazdığı "var gücümüzle CHP'yi destekleyeceğiz" konusunu da açmak gerek,köylüyü köyde tutma anlayışını da sorgulamak gerek.(adı geçen kitap,Asım Karaömerlioğlu...)
Ayrıca Yüksek Köy Enstitüsü de 1943 te açılmış,1947 'de kapatılmıştır!Bu da yoruma /incelemeye değer bir konudur.
Abartmadan anlamak ve sakin sakin okumak lazım gelir bu konuyu.Ancak yeni köy enstitücülerin hepsinin 7-8 yıl öncesindeki "367 Kararını desteklemesi" bence manzarayı biraz netleştirmeye yetmektedir.
Hem de 367 kararını/garabetini "bir buluştur" diyen şaire ödül vererek.
50 yıldır okuyorum.OLsa olsa "buluş" modern,laboratuvar bilimlerinde olur,hukukta ise "yorum" olur sanırım.
Hukuku laboratuvara sokmak da bir toplum mühendisliğidir diyeyim!
sami biberoğulları
Uzunca ve oldukça külfetli bir işe soyunduğum yaptığınız yorumla bir kez daha belirginleşmiş oldu. Evet. Atlanmaması gereken pek çok konu var. İnşallah yüzümüzün akıyla çıkarız bu yükün altından.
Selam ve sevgiler.
Pc sorunlu.
Bir "tık" iki "havale" etti.
sabri ayçiçek tarafından 1/18/2016 5:26:20 PM zamanında düzenlenmiştir.
Kıymetli Hocam
Aslında yazınızı akşam yayınladığınız anda okumuştum ama bilinçli olarak hemen yorum yazmadım. Kendimce dostların neler yazacaklarını merak ettiğim için beklemeyi tercih ettim. Fakat maalesef şu an itibariyle sadece yekta hocam yorum yaptı. Oysa yazınızın bu bölümünü tarafsız ve olabildiğince somut bilgiler üzerinden kaleme almışsınız. Ama Osmanlıya giydirip Mustafa Kemal’e de hak etmediği abartılı övgüleri sıralasaydınız öf öf öf yorum patlaması yaşardınız. Nedenini sizde çok iyi biliyorsunuz evet ilklerimize kadar yalana iftiraya saptırılmış tarih bilgilerine alıştırıldığımız için abartılı olmayan ortalama bir yazıya bile tahammülümüz yok ille ara gazı pompalayacaksınız. Bizler gerçeklerle yüzleşmeye gelemeyiz.
Sonuçta köy enstitülerinin kapatılması, imam hatiplerin kapatılması vesaire ilgili süreç bir tek şeyi gösteriyor ki bu ülkede on yıllarca Siyonist yapıların isteği doğrultusunda inkara ve yalana dayalı bir eğitim sistemi oluşturularak ülke insanı, dini ve milli kültürel değerlerinden koparılmak istenmiştir. Ve kısmen de başarılı olmuşlardır
Bütün samimiyetimle söylüyorum bu sistemin ürünü olanakta Atatürk’ün modern Türkiye’sinde niye çıplaklar kampı yok deyip bunu kendine dert eden çıplaklar kampını modernliğin kültürlü olmanın ölçütü olarak gören sapkınları tanıdım. İşin ilginç yanı bu ülkede çıplaklar kampının, olmasını Atatürk’ün manevi şahsiyetine bir tür saygı olarak görüyorlar. İşin bir başka ilginç yanı da böyle bir hastalıklı kafa yapısına sahip tanıdığım bu insan müsveddelerinden birinin hanımı da imanlı edepli bir ablamızdır. Öyle ki bu şuursuzlaştırılan kişinin aşağılamalarından hakaret ve tehditlerinden çekindiği için gizli saklı namaz kılan hatta garibim biriktire bildiği üç beş kuruşluk birikimiyle umreye gitmeyi hayal eden tertemiz Müslüman bir hanımefendidir.
Yani bu manyakları görüp tanıdıkça insanın zıvanadan çıkmaması mümkün değil.
Yav,anlamadığım şey velev ki, bu ülkede çıplaklar kampı var, ulan oğlum diyelim ki o kampta da bir komşunla karşılaştın tamamda komşunun mahrem bölgesini görmenin sana kazandıracağı kültür ne olabilir!? Kaldı ki, anadan üryan böyle bir karşılaşma olduğun da aranızda nasıl bir diyalog oluşur!?.
-Ooo efendim nasılsınız?
-Çok teşekkür ederim beyefendi siz nasılsınız?
-Bende çok iyiyim beyefendi. Aaa fakat sizin şeyinizde bir morarma var hayırdır?
-Ya sormayın beyefendi. Ev de kapıya sıkıştırdım da!
-Vah vah büyük geçmiş olsun çok ağır ezilmiş baksanıza mosmor olmuş.
-Sağ olun efendim merhemle, ilaçla iyileştireceğiz artık.
Yok, daha fazla devam edemeyeceğim. Zihinde karikatürize edilmiş şekliyle bile müthiş rahatsız edici bir durum.
Yazı dizinizin diğer bölümlerini de ilgiyle takip edeceğiz.
Saygı sevgilerimle.
sami biberoğulları
Ben İstanbul'da pek çok şiir etkinliğine katılırım ve en fazla neye üzülürüm biliyor musun? Bu etkinliklerde sağ görüşlü şair neredeyse yok gibidir. Peki sağ görüşlü şair ve yazar yok mudur sanat camiasında? Vardır elbette ama onlar da bu tür etkinlikler düzenlemezler. Öyle olunca da ne olur? Bizler hep sanattan anlamayan yobazlar oluruz.
Neden sanatı, estetiği, entellektüel olmayı neredeyse sadece sol görüşe bırakırız, onu hiç anlamış değilim.
Aslında söyleyeceğim şey tamamen başkaydı ya konu buraya geldi.
Hani Atatürk demişsin ya işte konum oydu.
Cumartesi günü bir şiir etkinliğine katıldım. Şiir etkinliği mi yoksa bira tüketim etkinliği mi anlayamadım önce. Yani edebiyatttan daha fazla Efes Pilsen'e hizmet ediyor millet.
BYa ben bunu bir yazı olarak yazayım. Burada kalmasın.
Sadece şu kadarını yazayım:
DİKKATLE OKU !
Vatandaş anlatıyor.
'' İnönü Savaşlarında Atatürk cephede dolaşırken bir kumandana '' Bu tepeyi bırak, askerlerini şuraya çek'' dedi. Kumandan bulunduğu tepenin en doğru yer olduğunu sandığı için kuvvetlerinin yarısını orada bıraktı yine de. Diğer kuvvetlerini de Atatürk'ün emrettiği yere çekti. Savaş başladı. Kendi bıraktığı yerdeki askerlerin hepsi öldü ama Atatürk'ün dediği yerdeki askerler hep sağ kaldılar.''
Millet bir taraftan bira yudumluyor, bir taraftan ''Ah atam ne dahi adamdın sen, senin gibisi bir daha gelmez dünyaya'' havaları...
Kimse demiyor '' Kardeşim Atatürk'ün İnönü Savaşlarında cephede işi ne?
Madem cephedeydi niçin İsmet Paşaya '' Orada düşmanı değil Türk Milletinin makus talihini yendiniz '' diye telgraf çekti.
Neyse...Sonra o zat geçti şiir okumaya.
Yeminle şiir şöyle:
1981 de Selanikte Doğdu
Babası Ali Rıza Efendiydi
Annesi Zübeyde Hanım....
Tüm öğrenim gördüğü okullar, savaştığı cepheler, ilkeleri, inkılapları...Hepsi bu minval üzere ve sözde bu bir şiir
Büyük alkış aldı tabii ki.
Yani haklısın..Ben de mi 1881 de doğdu diye başlasam acaba?
Selam ve sevgilerimle.
Hiçbir kitapta, kaynakta bu kadar anlaşılır, bu kadar olumlu, bu kadar uzlaşmacı, sempatik bir üslupla ele alınmamıştır sanıyorum, bu konular, değerli hocam...
Dolayısıyla, sizin profiliniz Site'nin amiral gemisi durumunda... Bilgi, belge ve bir o kadar okuma keyfi bulmak isteyenler için fazlasıyla cazip bir profildir bu...
Varolasın, değerli hocam...
Saygı ve selamlarımla...
sami biberoğulları
Oldukça zormuş aslında bu diziye soyunmak. Zincirleme reaksiyon gibi o kadar içiçe girmiş konu var ki.
Elimden geldiğince izaha çalışacağım.
Selam ve sevgilerimle.