BABAMIN NAMAZI
Bu konuda düşündüğümde ilk aklıma gelen şey babamın dutluğun olduğu küçük çeşmenin başında öğleden sonra güneş alçalmışken namaz kılmak için abdest almasıdır. Çoğunlukla çeşmenin üstündeki kayısı bahçesini suladıktan sonra ağır ağır aşağıya, çeşmenin başına inerdi. Yere düşmüş olan dutlardan toplardı her birini tek tek üfleyerek. Bir avucu dolunca getirip buz gibi suda yıkardı dutları. Bir güzel midesine indirir, üstüne su içerdi. Ardından her zaman çeşme başında duran krom bardakla bir bardak su içerdi. Son olarak bir sigara yakardı. Ben etrafta gezinirken babamı süzerdim. Sigaranın kokusu burnuma gelir, hayat bu işte, derdim kendime.
Artık ikindi ezanı vakti gelmiştir. O kocaman ellerini efsunlu bir hava ile yıkar, yüzüne kendisine ferahlık verdiğini sandığım suyu serperdi. Şu an net olarak hatırlıyorum… Yüzünü yıkarken etrafa sıçrayan su telef olmaz, tekrar üç dört metre uzunluğundaki sulağa ağır çekimle düşerdi. O an zaman durmuştur. Ellerini yıkamadan önce katladığı gömleğinin kollarını tekrar kontrol eder, avucunun içine suyu doldurarak yukarı kaldırırdı. Dirseğinden aşağı akan su, dirseğine iyice bulaşmış mı diye kontrol ederdi ağır ağır. Yeryüzünde hiçbir baba bu şekilde abdest almıyordu bana göre. Boynuna ıslak elleri ile dokunması, kasketini kaldırarak başını ıslatması da beni çok etkilerdi. Ayaklarını yıkarken nasır tutmuş olan topukları ile özellikle ilgilenirdi.
Babam abdest almayı birince bıyıklarını düzetirdi. Ben de içimden ‘’büyüyünce ben de böyle abdest alacağım!’’ derdim gururla. Çoğunlukla bizimle ilgilenen babamdan memnundum, Allah’ın da ondan memnun olması gerektiğini anımsardım. Bize namazdan, oruçtan bahsetmesini beklerdim ama bahsetmezdi. Sadece kendi ibadetleri ile ilgilenirdi. Tek bir sefer bile bize, çocuklarına namaz kılın, oruç tutun dediğini duymadım. Ama gene de biz çocuklar, dindar olduğumuzu düşünerek ibadetlerimizi yapmaya çalışırdık. O sadece insan ve hayvan haklarından bahsedip dururdu. Ona göre Allah bu iki günahın dışındaki tüm günahları af ederdi. Hatta bazen fazla bahsederdi insan ve hayvan haklarından… Bunalırdık. Namazın, orucun şekilsel yönün olduğunu ruha hitap etmesinin şartı eylemlerimizin düzgün olmasıdır, yönündeki telkinini çevremizdeki insanlar bile binlerce kez duymuştur. (Burada bir not düşeyim: Babamın okuma yazması yoktu. Yine de yönetim şekli olarak dinden bağımsız bir yönetim istediğini anlardım. Sebebini de şöyle açıklardı: Yönetim beşeriyetle alakalıdır, dine dayanırsa kalıplaşmış kurallar sistemi tıkar. Din adamları yönetim konusunda bir şey bilmezler. Devletten bahsederken hukuk devleti ilkesine ayrı bir önem verdiğini biliyorum.)
Namazını kılmak için çevresinde bir yer arar, genelde sulama havuzunun hemen üstündeki dutların gölgeliğini seçerdi. Öncelikle yerdeki çakıl ve kuru otları temizlerdi. Huşu içinde namaza durmak için ayağa kalktığında sekiz köşeli kasketini ters çevirir ve ‘’Allahu ekber’’ derdi. Bazen Kürtçe yaptığı niyet de duyulurdu. ‘’Mı niyat xırye nımye ıkindi bıkım!’’ Ben de çeşme başında babamı taklit ederek abdest almaya çalışır, yüzüme kibarca su serperdim. Bu şekilde epey bir süre oyalanır, arada bir farzı kılmaya geçen babama bakardım. Bilirdim ki mutluyum ve bugünler bir gün geçmişte kalacak! İleride hayal edeceğim geçmişimi.
Babam namazını bitirince dua etmeden önce geriye dönüp bana bakar, bazen önündeki bir ağaç çöpünü kaldırır ileriye fırlatırdı. Bunu sanki ibadetin devamını yapıyormuş gibi yapardı. Ellerini semaya kaldırdığında çocukları için de dua ettiğini anlardım.
YORUMLAR
Kentli olanlarımızı saymazsak, ülkemizin hızlı, sarsıcı geçirdiği şehirleşmede babalar ve oğullar, iki farklı kuşağı temsil etseler de, galiba aralarında uzlaşmaz çelişkiler olmadı pek. Bu çelişkiden, şehirleşmeyle beraber çalışmaya başlayan kızlar aldı nasibini, galiba...
Ne güzel bir anlatım, model olmak böyle bir şey işte...
Yazıyı okurken o havuzun kenarında gibi hissttim kendimi, ve dutlar geldi gözümün önüne, bir avuç bembeyaz dut...Abdest alan bir adam hayalimde canlandı. Güzeldi işte, teşekkürler.
(Burada bir not düşeyim: Babamın okuma yazması yoktu. Yine de yönetim şekli olarak dinden bağımsız bir yönetim istediğini anlardım. Sebebini de şöyle açıklardı: Yönetim beşeriyetle alakalıdır, dine dayanırsa kalıplaşmış kurallar sistemi tıkar. Din adamları yönetim konusunda bir şey bilmezler. Devletten bahsederken hukuk devleti ilkesine ayrı bir önem verdiğini biliyorum.)
SADECE YAZININ BU KISMINA KATILAMADIM...FİKİR AYRILIĞI DİYELİM :)