- 427 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OSMAN BAKIRCIOĞLU–1
MAZİYE YOLCULUKLAR – 71
Bu sabah, yağmur yüklü bulutlar gökyüzünü karartmış.
Hüzün, garip yüreğimin köşkünde bağdaş kurmuş
Maziye hasret, Mecnun’un Leyla’sına hasretine dönüşmüş.
Gözlerimde bağlar, bahçeler, bedenimde Nemrut tanrılarının poyrazı, kulaklarımda bahar aylarında çağlayan Kâhta çayının sesi var…
Ayaklarım beni pencerenin önüne götürüyor.
Beyinsiz rüzgârın, dalından kopmuş yapraklara dünyayı dar edişini izliyorum.
Bazı yapraklar suda meçhule doğru yüzüyor.
Kör ayakların altında ezilen yapraklar iz bırakıyor.
Kuytu yerlerde üst üste düşen yapraklar büzülmüş.
Rüzgâr hırçın…
Rüzgâr hoyrat…
Rüzgâr insafsız…
Bir o yana bir bu yana ağaçların dalları sallanıyor…
Yapraklar üşüyor…
Yapraklar düşüyor…
Yapraklar meçhule koşuyor…
Her tarafta fırtına haberleri var.
Ağaçlar kökünden sökülmüş.
Yüzyıllık çınarlar devrilmiş.
Toprak arkadaşını, sırdaşını, dert ortağını rüzgâra kaptırmış.
Toprak üzgün…
Çınar üzgün…
Dallar üzgün…
Yapraklar üzgün…
Rüzgâr duyarsız…
Devrilen ağaçlarda, kırılan dallarda, savrulan yapraklarda ben beni görüyorum.
Kökünden sökülmüş ağaç benim…
Devrilen ağaç benim…
Kırılan dal benim…
Savrulan yaprak benim…
Beynime anılar üşüşüyor. Yeniden maziye yolculuğa çıkıyorum.
Adıyaman’ın en büyük ilçesi Kâhta ortaokulunda tahta sıralardayım.
Yusuf Bakırcıoğlu, Sabri Avcı, Sırrı Ülgen, Behçet Sor, Nazif Aslan, Mehmet Bozan, Mehmet Kahraman, Hamza Uluçay ve diğer sınıf arkadaşlarımla dersteyim.
Türkçe öğretmeni sevgili İclal Fiş’i büyük bir dikkatle dinliyoruz.
Sevilen öğretmenlerin dersinde sevgi, saygı ve öğrenme arzusu daha fazladır. Öğrenmek isteyen öğrenciler, zilin çalınmasını dört gözle beklemez. Saati gelince yine de zil çalar…
Yusuf Bakırcıoğlu ile aynı sırada oturuyoruz.
Zil çaldı. Birlikte dışarı çıkıyoruz…
Babasının dükkânına kadar beraber yürüyoruz…
Arkadaşımın babası ile ilgili anılar, acılı mazisi ile ilgili duyduklarım, okuduklarım bir film şeridine dönüşüyor…
Gözlerimde yaşlar boşalıyor.
Yüreğim mengeneye konmuş gibi sıkışıyor.
“Adaletiniz bu mu dünyanın kahpe yaratıkları “ cümlesi dökülüyor dilimden.
Dünya tarihinde, yeryüzünde insanlar kadar acımasız canlı görülmemiş.
Arkadaşımın babası dava vekili Osman Efendi olarak bilinirdi.
Gençliğinde Kâhta’nın tek fotoğrafçısıymış…
Osman Efendi rüştiye mezunuydu.
Kendi kendini yetiştirmiş, konuşmasını iyi bilen, sevilen ve sayılan değerli bir insandı.
Osman Efendi Yusuf’un bütün arkadaşlarını sever, sevgi dolu yüreğinin sesiyle bizlere şefkat dağıtırdı…
Biz de kendisini severdik, sayardık.
Dört dörtlük adam derdik.
Osman Efendinin küçücük bir dükkânı vardı.
Dükkânda, tahta masasının üstünde daktilo, daktilonun yanında dosyalar yığılı dururdu.
Gözlüklerinin üstünde bakan, her gördüğümde çalışan orta boylu bu bilge insan, hukuk alanında sessizlerin sesi, kimsesizlerin koruyucu meleğiydi.
Zorla malları hazineye devir edilen yetimlerin, kimsesizlerin parasız avukatıydı.
Büyük bir sabırla, inançla, mücadele azmiyle haksızlıklara çare bulmaya çalışıyordu.
Genellikle her davadan başarıyla çıkıyordu.
Dedesinden kalan 26 (yirmi altı) çiftlik, büyük bir haksızlıkla hazineye devir edilmiş.
Verdiği hukuk savaşı ile ancak üçünü geri alabilmiş.
1945 yılında mahkemeden karar çıkartmış.
Vefatından bir yıl önce 1976 yılında topraklarına kavuşmuş.
Mahkeme kararına rağmen 31 (otuz bir) yıl toprakları verilmemiş.
Bir insan 31 (otuz bir) yıl bekletilir mi?
Buna adaletin adaleti mi diyelim, adaletin felaketi mi?
Gözleri açık gitmemiş ya ona sevinelim.
Ölmeden topraklarının bir kısmına kavuşmuş.
Osman Efendi, çocuk yaşta yetim bırakılmış. Kardeşlerine, kuzenlerine babalık yapmak ona düşmüş…
Kendisi, kardeşleri, kuzenleri öz halasının eşi Narinceli Nuri Ağanın koruması ile hayatta kalmışlar.
Osman Efendi, bu yaşadıklarının hiç birini çocuklarına ve başka kimseye anlatmamış.
Bilenler biliyordu zaten. Bize başkaları Osman Efendinin çektiği acıları anlatıyor. Biz başkalarında Osman Efendi’nin çektiği acıları öğreniyoruz.
Osman Efendi sustu…
O acıları yaşayanların hepsi sustu…
Acılarını yüreklerine gömdüler…
Gözyaşlarını çocuklarından bile gizlediler…
Kapalı kapılar arkasında, Allah’tan korkmayan beyinleri örümcek ağlı, yürekleri nasırlı, elleri kanlı katillerin öldürdükleri, birer masum olan küçüklerine, büyüklerine ağladılar…
Hayatta kalanlar, ölenlerin arkasında her gün öldüler…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.