- 876 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HEP YANIMDA OL...
An’a düşen bir gölgenin istikrarlı yeminine bağlı, kayıp bir kıtanın en işkilli azınlığıydı sözüm ona. Söz konusu seferberlik iken yanılgı yüklü, çemkirdiği yüreğe attığı çamur kadar iz kalıyordu ruhunda.
Debdebeli ve seyri ayrı bir imtihandı hele ki gönül küpeştesinden uzattığı merdivenin kırık basamaklarını görmezden gelenler nezdinde.
Düş yarasıydı, gördüğü kâbus sonrası istiflediği.
Gönül yarasıydı, her gidenin ardından ağıt yaktığı.
Sayısız izlek vardı belki maruzat beyan edemediği: Kâh dünden yarına kâh gömülü sancıların bucağında.
Telaffuzu zehir idi hele ki pelesenk ettiği sakıncalı yaratısı iken şeytan, evrenin.
Üzünç mademki düştüğü şerh idi ya gerisi…
İnkâr edilesi bir gerçek iken sırtını çevirdiği, kula kulluk etmekti tek çekincesi.
Hırpani bulutlar çakmak çakmak yansıyordu zehir kusan öfkesinde insan ırkının belki de şekillenmiş yeni insan ırklarının, olur da o gruplaşma Allah muhafaza infilak eder de bir çapanoğlu çıkarsa altından…
Sakıncalı ne çok mevzu vardı da konuşmak ona mı düşmüştü?
Biraz silik biraz ölgün ve mütemadiyen yorgun bir ruh. İştirak eden bedeni de kattık mı, hayat yorgunu ve ikbalsiz bir tanrıçaydı nezdinde meleklerin. Sakınca addedilen ne varsa bertaraf ederdi tek bir gülüşe sığan gamzeleri Lokman Hekimmişçesine çalakalem iz sürerken ve önüne serilen kırmızı halının olur da püskülüne takılıp tepe taklak olur dercesine.
Korkular mademki güdümlüydü ve madem sakıncaları perde arkasında boyutsuzluğa kul köle olmuştu… Hanidir acıyan bir yanı vardı yüreğinin ve acıtan sözcükleri, yolarken saçını başını, eremediği pekmez iklimlerde beyhude bir gölgeye mazhar olur da, kim bilir ererdi hidayete.
Oyunbaz bir mizaç, sakıncalı bir yürek sesi ve depreşen ne çok maruzat yüklü iken benlik katsayısı, sığındığı mihrabın aymaz yalnızlığında, peyda olan kırık ve hazin bir son.
Albenisi vardı da yok mu sayıyordu düzenek?
Sırça köşkünün mahremiyeti suskun bir devrin tahayyül ettiği rahvan bir yalnızlığa mı pencere açmıştı da yorgun kuş sürülerinin yolu hiç mi bu yakadan geçmiyordu?
Yalnızlığı nüktedan ve boş vermişliğinin tasasına yüklü bir sızıntı mıydı da sona kurulu alarmın ara durağında debdebeli bir yalnızlığın hükümranlığında ani bir çalım atmıştı?
‘’Ah’’ dedi ve derin derin iç geçirdi. Eliyle koymuş gibi bulacağını bilse de bu sefer pek üstelemedi kayıp imgelerin dağınıklığında kaybolduğu neresi ise.
Edimsiz bir var oluş olamazdı onunki daha doğrusu hayal meyal hatırlıyordu seneler evvel başından geçenleri. Bir düştü kimine göre ve düşmüştü bir kez yoldan çıkmış dürtülerin maruzatına sığdırdığı ahkâmları görmezden gelip.
Bir kez daha derin bir soluk aldı. Eninde sonunda varacağı noktaya nihayetinde ulaşmıştı.
Rahvan bulutlar nazlı nazlı süzülüyordu da o mu görmüyordu yoksa düş kırığı ve sebepsiz bir o kadar cibilliyetsiz sanrılar mıydı ayan beyan yolunu kesen?
‘’Benden buraya kadar’’ demekse tecelli eden, onca emeği boşa mı gidecekti şimdi.
Nüktedan evrenin boş vermişliği kadar anlamsız bir yargıya mahal veren yerli yersiz ve merhametten yoksun sakıncalarını göz ardı etmesi gerektiğini bilse de oralı bile olmayacakları şüphe götürmez bir gerçekti.
Anlık bir sitem nelere kadirdi.
Ansız bir yok oluş muydu yoksa sebep olduğu ikilemleri görmezden gelenlerce hasıraltı edilen.
Yoksa nifak sokanlara ihanet miydi yolsuz kalmışlığının bedelini ödemekle yükümlü tutulduğu…
Yükümlüydü yükümlü olmasına da yüklüydü de yüreği haddinden fazla ve bir o kadar yorgun bir ömrün kıyısında, soluklandığı mizacı kırık ve anlaşılması imkânsız bir sürü fiiliyat. Bir tutanağın altına düştüğü şerh idi mademki gerçek dünyanın en büyük yanılgısı, kim bilir kaçıncı hayal kırıklığı idi yaşadığı ve yaşatılan bir o kadar hazin bir sona mahal veren o sebepsiz var oluş hatta ne çok sakınca, bedbin ve istikrarsız hatta sondan bir adım öncesi.
Kahramanı tek kişiydi ve tarafınca sevildiğine kani olduğu yegâne varlık.
Sancısı bitimsizdi hele ki artan tedirginliği ve o rahvan yalnızlığına sebebiyet veren.
Parsellenmiş vicdanların molasız ihanetlerine rücu eden dokunulmazlığından medet uman kim varsa…
‘’İşte’’ dedi ahenkli bir yok oluşun anlık yorgunluğuna daha da baskı yaptığı o tedirgin lehçe ile ve belli belirsiz inledi.
‘’Ya şimdi ya da…’’demesine fırsat kalmamıştı ki tekrarladı o son repliği üstelik babasından bir ömür boyu duyup zihnine kazıdığı.
‘’Meleğim benim, sensin yaşama sebebim. Annen gittikten sonra kutup yıldızım oldun benim ve sana hak ettiğin gibi bir hayat veremedim. Evet, önceleri suçladım seni ve yüksündüm de seni kucağıma verdiklerinde. Ufacıktın ve annenin modeli daha doğrusu minyatür bir peri kızıydın dokunmaya ve sevmeye kıyamadığım. Sana layık bir baba olamadım. Affet beni, prensesim.’’
Nelere mazhar olacaktı oysa baba kız aşkı: Nüktedan bir sevgi iken evrenin sunumu neden çok görmüştü Tanrı?
‘’Buna hakkım yok gerçekten de yok ama mecburum’’ demek olmuştu günlerdir tek tesellisi. İşte kader tecelli edecek ve ulaşacaktı anne ve babasının kapıda beklediği cennete. Aslında kendini aldattığını bilmiyor da değildi hani. Ne de olsa, kendi elleriyle son vereceği yaşam, Tanrı’nın gözünde cehenneme geçit verecekti nihayetinde.
Geride bıraktığı ne vardı da bu denli özlem yüklüydü yüreği üstelik kararını verdiği ilk andan itibaren.
Hazine addedilen bu yaşamdı aslında ona dünyada cehennemi yaşatan ve solutan. Solan bir çiçek olduğunu biliyordu babası da onu terk ettiğinden beri.
Sızım sızım acıyan bir dokunuş idi hayatın ona sunduğu belki de çaldığı. Çalıntı bir sevince mademki mahal vermemişti insanlar ve mademki göz yummuşlardı hidayete ermemesine…
Geride bıraktığı hiçbir şey yoktu sadece defolu bir hayat zincirine tekabül eden o payidar yalnızlığı. Gölgelenen bir hayatın mizacı ona yakışmamıştı kim bilir belki de ölüm idi biçilen kaftan.
Annesinin kokusu babasına o kadar sinmişti ki. Ya şimdi? Babası da gittiğinden beri kimi koklayacaktı anne ve baba diye çığlık atarken yüreği?
Üstelik onca hatırayı taşıyacak kadar güçlü de değildi. Gerçi babası hep güçlü ve asil kızım, diye severdi ama…
‘’O son adım, inan ki yol ayrımın. Hadi, at kendini ve insanların diline pelesenk et o son cümleni. Öyle ya, ben kifayetsiz bir zavallıyım ve gönül perdemi çoktan çektim.’’
‘’Neler yaşadığımı bilmezken kim oluyorsun da ahkâm kesiyorsun?’’
‘’Görmezden geldiğin vicdan yakanım, sefil kız.’’
‘’Benim vicdanım olsan ne yazar? Bunca kalabalık bir yalnızlığın vicdanına söz düşer mi?’’
‘’Peki, söyle o zaman içindeki o küçük çocuğa ve haykır inanmadığını.’’
‘’Neye inanıp inanmadığım kimin umurunda? Güldürme beni. Varlığım da yokluğum da bir üstelik kim fark edecek gittiğimi?’’
‘’Unuttun mu, söyle? Verdiğin sözü unuttun mu düş perine?’’
‘’Çok küçüktüm hem de çok. Üstelik o benim düş değil diş perimdi.’’
‘’Sence ben kimim?’’
‘’Bir hayalden ibaretsin hatta istesem şu an yok ederim seni.’’
‘’Dene, o zaman.’’
‘’Çok yorgunum çok hem de.’’
‘’Yorgun değilsin sadece koca bir korkak.’’
‘’Bu kimseyi ilgilendirmez. Üstelik kimsem kalmadı hayatta.’’
‘’Geç değil henüz ve sadece düşün.’’
‘’Neyi düşüneceğim bu saatten sonra. Bırak yakamı ve defol git.’’
‘’Kimsesi olmayan kim varsa ve ayrıca…’’
‘’Devamını dinlemek istemiyorum inan ki. Ve sadece kendimi boşluğa bırakmak.’’
‘’O zaman neden tereddüt içindesin?’’
‘’Neden, neden, neden?’’
‘’Cevabını biliyorsun çünkü acı çekmek ölmekten daha zor.’’
‘’Acı çekmek değil tek çekincem sadece hissetmek çok ağır geliyor. Ve kimsesizliğim bir o kadar alçaltıcı.’’
‘’Kimsesiz değilsin. İnancı olan hiç kimse kimsesiz değil.’’
‘’Kimsin sen?’’
‘’Sence?’’
‘’Hep yanımda olacağına söz ver.’’
‘’Olmayacaksam yanında, şu an da olmazdım yanında. Sadece hisset.’’
‘’Hissediyorum ve görüyorum da üstelik.’’
‘’O zaman insanlar neden sadece seni görüp ve yapma diye haykırıyor?’’
‘’Ne yani, bir tek ben mi görüyorum seni?’’
‘’Bayan, bayan iyi misiniz?’’ ‘’Tek yapman gereken başladığın yere geri dönmek. Sadece vazgeç, vazgeç…’’
‘’Başım dönüyor ve inanılmaz üşüyorum hem de çok üşüyorum. Neredeyim ben, söyleyin neredeyim? Hem nerede o?’’
‘’Kimden bahsediyorsunuz? Az kaldı boğuluyordunuz. Bu bir mucize. İyisiniz değil mi?’’
‘’Nasıl yani, başka kimseyi görmediniz mi?’’
‘’Sizi dalgıçlar kurtardı. Üstelik kimse yoktu yanınızda.’’
‘’Yalnız değildim ki. Hem…’’
‘’Şu an şoktasınız. Sayıklamanız çok normal. Bu ilk kez oluyor.’’
‘’Nedir ilk kez olan?’’
‘’O yükseklikten denize düşüp yaşayan ilk sizsiniz. Demek ki vadeniz dolmamış.’’
‘’Bana söz verdi. Evet, söz verdi. Hem…’’
‘’Hem ne?’’
‘’Bu garip değil mi sizce?’’
‘’Garip olan ne, bayan?’’
‘’Hiç, hiçbir şey. Yaşamak çok güzel/miş.’’
YORUMLAR
Hep bir önceki kötü gelen şeyin ağırlığı, yeni gelen daha kötüsüyle hafiflliyor değil mi hepimizin yaşantısında. Hayat işte...hayatta ...o sırtımızda taşıdığımız an hissettiğimiz ağırlığa destek bi güç olmadan da yapamayacağımız gerçeğini kabullenmek ve sadece O'na sığınmak da çok kolay değil.
Çok sınamışımdır kendimde; yaşarken o an çok kötü gelen, istediğim gibi gerçekleşmediği için tahammül edemediğim şeyler aslında benim daha daha kötüsüyle karşılaşmamı engellemek için başıma gelmiştir hep. Aslında hep bi koruyucu el var elimizi tutan. O'na inanıp güvenip her işte bir hayır vardır deyip yola devam etmek de elimizde, tam tersini yapıp yolu bitirmekte. It's up to us...
Ne güzel bir okuma ve düşünme keyfi yaşattı yazınız Gülüm Hanım.
Seviyorum ben yazılarınızı okumayı hem de çok...
Var olunuz mutlulukla
Gülüm Çamlısoy
ki benim de sizden bir farkım yok bu konuda: ne çok şey yaşamışlığımız var bir yandan korunduğumuza kani olduğum yüce Yaradan'ın sunumu ile bir yandan anlamaya çalışıp yeni açılımlarla hayatla olan bağımızın daha da güçlendiği...
hayatı irdelemek ve var olmak ve yoksun kılındığımız derken sabrımız ve şükretmenin verdiği o güç ile dört elle sarıldığımız her ne ya da her kim ise.
ben de sizleri çok seviyorum ve hep şükrediyorum hele ki ömür boyu kaybetmiş olmanın verdiği o derinlikle kaleme ve sizlere dört elle sarılırken...
çok çok teşekkür ederim tüm yüreğimle.
ne iyi geldi yorumunuz ve varlığınız.
sevgili İpek Hanım, güzel yüreğiniz dert görmesin.
sonsuz sevgi ve selamlarımı gönderiyorum...
mutlu kalın.
İpekyildiz
Çok sağolun pembelik için...
Sevgiler
Gülüm Çamlısoy
siz de sağ olun.
:)))