- 934 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
Kontrabas
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Oy oy oy, neler yaşadık, neler yaşamadık bu Türkiye’de.
Eşim ve iki çocuğumla birlikte, memleketimizden Türkiye’ye göçtük. Tebriz’i neden terkettiğimiz bambaşka bir hikayedir. Onu da sonra anlatırım. Yalnız şunu söylemeliyim ki çocuklu bir ailenin göçmesi ya cesaret ister ya da aptallık. Tam tamına aptallık da değil elbette. Nasıl söyleyeyim? Yani demek istediğim şu ki, yarın başına geleceklerden haberinin olmamasıdır. Ya gelecek sıkıntıları göz önüne alıp cesaretinle göçersin, ya da bizim yaptığımız gibi Türkiye’yi sadece TV programları ve dizilerinden tanıyacaksın, aptallığını bir çeşit cesaret sanıp harekete geçeceksin.
Neyse gecenin geç saatlerinde bahsettiğim o ikinci nevi cesaretle yar yoldaşlarla vedalaştık. Hadi bize eyvallah deyip yola koyulduk.
Bildiğim kadarıyla eskiden bizlerden olan Şemsi Tebrizi adında birisi de böyle bir yolculuk yapmıştı. O kitap çuvalları eşeğinin üstünde Konya’ya gitmişti, biz ise yanımızda kıyafet dolu bavulumuzu, Azeri kemençem ve klasik gitarımı alıp otobüsle Tebriz’den Ankara’ya doğru yola koyulmuştuk.
Şemsi Tebrizi de Konya’ya yerleşmekte bir sürü zorluklar yaşamış, ama eminim ki Emniyet Müdürlüğü’nden oturma izni almak için uğraşmamıştır.
Yeni yerleştiğimiz yerde işin en önemli kısmı para kazanıp ailenin geçimini sağlamaktı. Bir iki yere başvurudan sonra küçük bir dershanede keman hocası olarak işe başladım. Ama ne yazık ki oradan gelen para mutfak harcını bile karşılayamıyordu.
Dershanedeki gitar hocası nazik ve samimi bir gençti. Gördüğüm an onu kendime çok yakın hissettim. Sanki uzun zamandır birbirimizi tanıyormuşuz. Belki de bu tanışlık eski yaşamlarımızdan bize kalmıştı. Yaş farklıklarımıza rağmen iyi anlaştık. Hayatımızda yaşadığımız zorlukları birbirimize anlattık.
İki Alman ve iki Türk’ten oluşan bir Balkan grubu vardı. Ayda bir Londora’dan Ankara’ya gelip bir hafta kalan Alman kökenli G. grubun kemancısıydı. Diğer Alman A. eşiyle Ankara’da yaşıyordu ve akordeon çalıyordu. Arkadaşım grubun gitaristiydi ve başka bir genç de darbukasıyla gruba katılmıştı.
Arkadaşım para sıkıntımı biliyordu. Hem benim çalabileceğimden emindi hem de ihtiyaç olduğundan beni kontrabasçı olarak gruba önerdi.
Yeni aldığım kontrabasla birkaç hafta uğraştım. Sonra repertuar üzerinde çalışmaya başladım. Hazırlanıp grupla birlikte sahneye çıkmam bir aydan fazla sürmedi.
Kontrabası çalmak bir tarafta dursun, taşımasında çok sıkıntı yaşadık. Onu taşımak beni değil de arkadaşımı baya zorladı. Çünkü gideceğimiz yere veya metro/otobüs durağına kadar kontrabası sırtında taşıyan hep o oldu. Sokaklarda yürürken durumumuz insanların kafasında “Nasrettin Hoca, oğlu ve eşeği” hikayesine anımsatırdı. Tabi ki arkadaşım bu hikayeyi düşünüp utandığından kontrabası taşımıyordu. Onun yaptığı bu nezaket beni sevmesinden, yaşıma ve dostluğumuza saygı göstermesinden olmuştu.
Öğlen saatiydi. G. aradı ve Bahçeli’de bir sahne aldığını söyledi. Akşamı arkadaşımla bizim evde buluştuk ve birlikte metroyla G.’nin söylediği kafeye gittik. Orada kaç saat sahnede olduğumuzu pek çok hatırlayamiyorm ama saatime baktığımı ve hapı yuttuğumu iyice hatırlıyorum.
Artık geç olmuştu. O saatte ne otobüs vardı ne de metro. Taksi ile de eve gidebilirdik elbette. Ön koltuğu yatırıp kontrabası onun içine sığdırmak mümkündü ama sorun kazandığımız parayı taksiye vermemizdi.
Arkadaşıma söyledim:
- A.’nın arabası var. Kontrabasın taşıma sıkıntılarını da defalarca onunla konuşmuştuk. Kesin durumumuzu anlayacak ve önce bizi eve bırakacak.
Ama onun söyledikleri beni şaşırttı.
- Yok canım. Bunlar Alman’lar. Öyle şeyleri kafalarına takmazlar. Düşün sene ev kirasının yarsını A öder yarısını da eşi. Eşiyle beraber restorana gittiklerinde bile her kes kendi yemek parasını öder.
Bu sözlerin hepsi bana şaka gibi geldi. İşimiz bittikten sonra hoşçakal diye herkes birbiriyle tokalaştı. Ayrılmak üzereydik ve hala kontrabasın taşımasıyla ilgili kimse bir şey konuşmuyordu. Yine de beş on dakika bekledik. Artık A’dan ses çıkmayınca enstrümanlarımızı sırtımıza alıp kafeden dışarı çıktık.
Olanları bir türlü anlayamamıştım. Kaç aydır beraber çalışıyorduk. Nasıl olur da bir insan bu kadar duyarsız olabilir ki? Herhalde kafası karışmış olmalı yoksa durumumuzu anlardı.
Kendi içimde konuşarak kafeden bir kaç metre uzaklaşmıştık. Arkamızdan A.’nın bizi çağırdığını ve bize doğru koştuğunu farkettim.
Hemen yüzümü arkadaşıma doğru çevirip dedim:
- Gördün mü yanıldığını? Alman da olsa, sonuçta o da insan. Üstelik arkadaşımızdır.
Kontrabas sırtımızda bir saatten fazla yürüme derdinden kurtulmaktan ziyade A.’nın anlayışlı olduğunu farketmemizden mutlu olduk.
A. yanımıza geldi ve özür dileyerek dedi:
- Afedersiniz ama bugünkü program için önceden afişler bastırmıştım. Kişi başı beş TL vermelisiniz.
A.’nın 10 TL’sini verip eve doğru yürümeye başladık. O gece de öncelerdeki gibi kontrabası arkadaşım sırtında taşıdı. Tabi bu sefer uzun bir yolculuğumuz olduğu için az da olsa yolun bir kısmını ben taşıdım.
Eve giderken dışarıda yalnız bizimki gibi sahnelerinden ayrılan müzisiyenler vardı, birde sokak köpekleri.
Muhammed Ahmedizade
YORUMLAR
Merhaba Muhammed Bey, öncelikle sizin gibi bir kalemi tanımaktan mutlu olduğumu belirtmek isterim.
Yazınızı çok begendim. Anlattığınız gibi göçün, göçebe olmanin zorlukları pekçok. Lakin bu gibi zorlukları işi gücü olmayan insanlar kendi vatanlarında olsalar da yaşıyorlar.
Almanların adalet anlayışı cok yerleşik, ne haklarını yedirirler ne de kimsenin hakkını yerler, tanidiğim birkac Almandan biliyorum.
Yazıda olduğu gibi, nasil gideceğinizle değil de afiş parasıyla ilgilenmeleri bunu anlatmıyor mu :-)
Ayrıca' Sude Nur hanıma katılıyorum, Almanlar sizi gideceğiniz yere götürürdü ama yakıt parası karşılığında...
Bazen düşünüyorum da biz mi iyi yapıyoruz onlar mı diye. Yolda kalmış birini görsek ona yardım etmeden geçsek o gece uyuyamayız.
Bazen, yardım ettiğimiz kişi milyoner bir dilenci de olabiliyor, bazen de kaşikla verip čatalla göz çıkarıyoruz :(
Ve tekrar düşündüm de, Almanlar en doğrusunu yapıyor sanki ...
Akıcı kaleminizi ve gün başarınızı kutlarim
Saygılar...
muhammed1347
sağ olun.
Başka ülkeye göçün zorluklarını bizzat kendim yaşadım, yaşadığınız zorlukları anlıyorum. Almanların disiplinli yaşam tarzını eskiden yadırgasam da şimdi onları haklı buluyorum. Lakin; prensiplerine bağlıdır almanlar kimse kimsenin hakkını yemez, tramvayda para vs. bulsunlar anında şöföre teslim ederler, dürüst insanlar. Soğuk görünseler de onlar da yardımsever, durumu izah etseydiniz en azından yakıt parası karşılığında sizi eve bırakırlardı. :)
Güzeldi.
Sude Nur Haylazca tarafından 11/7/2015 12:30:06 PM zamanında düzenlenmiştir.
muhammed1347
Güldüm yazıya.
Nasıl yorum getireceğimi bilemedim.
Bir İran'lı olarak, iyi kalem salladığınızı yazmalıyım önce.
Başarılısınız.
Hikayeye dönersek;
ne demeli?
Memleketin güzelliğini, insanımızın güzelliğini bir kez daha hatırlamış olduk bir misafirin dilinden.
Seviyorum ben bu insanları...
muhammed1347
muhammed1347
Değerli hocam, çok hoş bir anıydı...müzisyenliğin değer verilmediği bir ülkede yaşamak gerçek bir vaka maalesef...yine de iyi kötü bir iş iste... yıllarca orkestralarda bas gitar/gitar çaldıktan sonra öğretmen hanımla yaptığım evlilik uğruna banka memurluğuna başladığım o günler hatıralarım arasında özel bir yer tutar. Müzisyenlik her zaman sevdiğim, özlediğim bir meslektir yine de... Güzel paylaşımınız için çok teşekkür ederiz.SAYGILAR
muhammed1347
Kederli
Ana karnındaki henüz doğmamış bebeğin, annenin kalp atışlarını bir ahenk olarak algılamasını kastediyorum.
Anne huzurlu iken kalp atışarının ritmi bebeğe de sakin ve huzurlu bir his verirken, heyecanlı ve huzursuz bir annenin anlık alem duygularını bebekte anında algılar.
(Bu yüzden vurmalı sazların müptelasıyım ben şahsen).
Makale de yorumunuz da çok güzeldi.
Saygılar