- 688 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
SEÇİM ÜZERİNE FELSEFİ BİR YAKLAŞIM
İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran önemli bir farktır, “seçme” edimi! Hayvanlar âlemine baktığınızda, orada da vardır “seçim” ama, içgüdüseldir. İnsandaki gibi akla, iradeye, koşula, çıkara dayalı “hesaplı” bir seçim görülmez onlarda. İnsanoğlu önce “tartar” seçeceğini, sıraya koyar önceliklerini; ya da, zihni ön hazırlıktan sonra verir kararını. Doğrudur, yanlıştır! Her karar, yeni karar vermelerin akıl küpesidir,zaten. Bu süreçlerden geçerek olgunlaşır, deneyim kazanırız; ya da “birikimlerimiz” ölçüsünde “daha az” yanlış karar verir hale geliriz, birey olarak da, toplum olarak da!..
Annemizi-babamızı, nerede, hangi koşullara doğacağımızı, soy ve ülke bağımızı seçemeyiz bir tek. Kaderimiz olan “irade”, kendi irademize bir “oyun alanı” açar ve bizi orada “seçim”lerimizle baş başa bırakır!Demek ki tercihlerimiz, “oyun alanı” içindeki “imkânlar”dan ibaret olacaktır. İsterseniz buna “talih çemberi” diyebilirsiniz! Piyango biletinize çıkabilecek her dereceden ikramiye, verilecek toplam ikramiye miktarıyla ve bilet sayısıyla sınırlı olmak zorundadır, çünkü.
Eş seçerken de, iş seçerken de bu “çember”in içinde kalırsınız. Zaman içinde yaşam koşullarınız, çevreniz, tercihleriniz değişse bile, aynı çemberin içinde değişmek, bir mecburiyettir. Değişebilmenin şartlarını, değiştirebilecekleriniz içinden, “değiştirilebilir olan” kadar zorlarsınız, ancak. Kişi; algısını ve bakış açısını “dayatılmış” bu çemberin “olanak ve koşulları”nda belirlerken, bu “kişilik” kazanma döner, bu kez tercihlerinizdeki “eğilim”i ortaya çıkarır. Velhasıl-ı kelâm, bu çemberden çıkış yoktur! Yani ne yapsanız “mükemmel”i değil, mevcutlar içinde “ehven”i seçersiniz!
Sözümüzü, bu günkü “genel seçim”e bağlayarak söyleyelim:
Eskiden “intihâb (1)” denirdi; sonra “seçim” demeye alıştık. Sadece seçim demeye değil; “seçme”ye, “seçilme”ye ve özgür irademizle “rey”imizi kullanarak, vitrindeki partiler üzerinden siyasal tercihlerimizi “oylama”ya alıştık. Alıştıktan öte, onu “namus” bildik ve “kaderimize” sahip çıkmayı öğrendik, benimsedik! “Büyüklerimiz bilir” anlayışının “vatandaşın bilgi edinme ve hesap sorma hakkına” dönüştüğü bu süreçte “demokrasiyi askıya almalar” da oldu, ne yazık ki. Ama her seferinde, vatandaş olarak bilinçli ve “kararlı” duruşumuzla, demokratik haklarımızı, “geri alınamaz” bir kazanıma çevirmeyi bildik. Bu gün, yeni bir seçim gününde, sandıklara gideceğiz. Sandıktan çıkacak her türlü sonucun, ülkemiz tarihine ve milletimizin demokratik kültürüne önemli bir “tecrübe” ve “şeref” olarak yansıyacağını hatırdan çıkarmamamız gerekiyor.
...............................................................................................................................................................
(1) Osmanlı Devleti’ni dağılmaktan kurtarmak için XIX. yüzyılın son çeyreğinde mutlak monarşiden meşruti monarşiye geçilmiştir. Meşrutiyetin ilanı için anayasa ve meclise gereksinim duyulmaktaydı. Bu amaçla Türk tarihinin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi özel bir komisyona hazırlatılmıştır. Seçimlerin yapılabilmesi için de “Talimât-ı Muvakkate” denilen geçici bir kanun hükmünde kararname çıkarılmıştır. Bu kararnameye göre yapılan seçim sonucu belirlenen 80 Müslüman ve 50 gayrimüslim milletvekilinden oluşan ilk Osmanlı Parlamentosu 19 Mart 1877 tarihinde padişahın huzurunda ilk oturumunu yapmıştır. Bu meclis 28 Haziran 1877 tarihine kadar birinci dönem çalışmalarını devam ettirmiştir. Seydi Vakkas TOPRAK, İlk Osmanlı Seçimleri ve Parlamentosu, Sosyoloji Dergisi, 2013/1, 3. Dizi, 26. Sayı.
YORUMLAR
Yazı aydınlatıcı ve güzeldi.
Ancak 1876 'da yapılan "seçimlerin" bugünkü seçimler gibi değerlendirilmesinin doğru olmadığını da kabul etmek gerekir sanırım.
Sandık yok,farklı parti ve adaylar yok...
Dolayısıyla ilk geniş katılımlı seçimlerin 1908 olduğu benim bilgi ve anlayışıma uymaktadır diyebilirim.
Abdurrahman Günay
Abdurrahman Günay
Kederli
''Aydın kalem'' derken, gerçekten samimi biçimde kasteddim.
İster bunu yeteneğinize, ister bilginize isterseniz de kişilik ve eğitim sıfatınıza veyahut onurunuza sayın, bu sizin bileceğiniz bir iş.
Sitede yazılanları okumaya ve gönderme hazırlığında olduğum yazılarıma çok vakit ayırma gereksiniminden, zaten ''iş olsun, kıyak olsun, bana da yazsınlar'' gibisinden gerekmezlere pek fırsat da olmuyor.
Doğru saptamışsınız; ben de yorum göndermeye niyetliyim makalenize, ''ilham aldım'' dedimse, sebebi de budur. Adamakıllı olsun diye ve bazı bedensel engellerim nedeniyle henüz tamamlayamadım.
Saygılar