ELHAN-I ŞİTA'YA BİR BAŞKA BAKIŞ
Firuzan’ın “Gecenin Öteki Yüzü” adlı romanında bir yılbaşı anlatılır. Yılbaşı gecesinde, ailesine karşı çıkarak bir evlilik yapan ve büyük bir aşkla bağlı olduğu eşini çok erken yitiren İstanbullu dul bir genç kadın ile küçük kızının , "çok kar yağan, eşsiz peynirleri olan" diye tanımlanan Kars’dan okumak ve çalışmak için kızkardeşi ile İstanbul’ a göçmüş bir genç adamın evine konukluğu vardır. Aile Istanbul’ da kendince yılbaşı kutlamak istemekte, konuklarını büyük bir zevkle ağırlamaktadır. Genç adamın elindeki sazla çalmaya başladığı folklorik müziğin renklendirdiği karlı İstanbul akşamı onları sokaklarında kızakların dolaştığı karlı Kars’a götürürken, anneyi mağrur, kaybedilmiş bir aşkın burukluğuna götürür. Orada kar acıları kapatır ve genç adamın gönlünde itiraf edemediği bir aşkın sessiz feryadı gibi gökten yeryüzüne iner.
Kar nağmelerinde Cenap Şahabettin’in o unutulmaz mısralarında sanki bu sahne tasvir edilir :
Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş,
Eşini kaybeden bir kuş gibi kar
Geçen ilkbahar günlerini arar...
Ey kalplerin çılgın ezgileri
Ey güvercinlerin marşları,
O baharın işte yarını bu:
Kapladı derin bir sessizliğe yeri karlar
Ki sessizce sürekli ağlarlar.
Dizelerde sanki genç kadının talihsiz aşkının âdeta seyir defteri yazılıdır.
Edebiyatımızda ve tarihimizde pek çok kar sahnesi vardır. Kar saflık, temizlik, aşkla olduğu kadar acı ile de özdeşleşir.
Birinci Dünya Savaşı’nda doğu cephemizde Sarıkamış, milletin kalbinde saplı kalmış buzdan bir hançerdir. Hala derin, sessiz, beyaz bir acı ile andığımız, bayrak aşkı, vatan namusu uğrunda yaşanan, o çaresizliği dile getiren son, kaybedilmiş yüzlerce genci, onlarla beraber yıkılmış ocakları, geride kalan gözü yaşlı anne ve yavukluları hatırlatır. Dile getirilmesi imkansız bir acıdır o.
“Ey uçarken düşüp ölen kelebek,
Bir beyaz melek kanadının saçağı gibi kar
Seni solgun bahçelerde arar;
Sen açarken çiçek üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpaze gibi,
Naaşın üstünce şimdi ey ölü
Başladı parça parça uçmaya karlar
Ki gökten düşer düşer, ağlar!”
Daha yakınlarda günümüz Türk sinemasından Uğur Yücel’in Beren Saat ile oynadığı “Benim Dünyam” filminde kar, dünya gözü ile görmeyen bir çift göze sahip genç kadının gören gözleri ,aradığı mutluluğu olur. O parktaki banktan, seyredenlere ulaşan naif, çok özel duygu bir çift görmeyen gözün eseridir. Dünyayı gören gözlerle yaşayan bizlere büyük bir derstir. Sevgi için aslında sadece bir yüreğe ihtiyacınız vardır. İster gözü açık, ister kapalı. O sevgiyi yüreğimize koyan yine iyi yürekli, özel insanlardır. Ve kar bir hayaldir. Sahi görmeyen gözler için hayal etmek nasıl bir şeydir?.
“Kar emeller gibi gökten yağıyor.
Kar her tarafta hayalim gibi koşuyor.
Sessiz bir rüzgârın saf kanadında uyuklarmış gibi
Bir aralık durup sonra uçuyorlar. “
O film sahnesini bir daha izlemeli ve bu dizeleri seslendirmelisiniz. Sessiz bir rüzgârın kanadında uyuklayan hayali tutacak gibidir aktrist.
Yine bir Türk filmi ; hayatın içerisinde ötekileştirilenlere adeta ithaf gibi: “Deli Deli Olma”. Malakanlar, 300 yılı aşkın bir zamandır yok sayılmışlar. Osmanlı’nın 93 harbi sonrası ,Ruslar tarafından cezalandırılan Malakanlar Kars’a yerleştirilmiş.Ortodokslar’ın süt içme âdetine karşı çıkanlar ( Malak: süt, an: içen) Malakan olarak anılmış. Onlar insan öldürmenin en büyük günah olduğuna inanan bir topluluktu, savaşa karşı çıktılar. Tarık Akan ve Şerif Sezer’in güçlü oyunculuğu ile beyaz kar fonunda geçen film satır başlarında büyük güzellikler saklıyordu. Son Malakan (Tarık Akan) ayrık otu gibi kaldığı o topraklarda son günlerinde bir güzel köylü kızının umudu olur. Yaşlı adamla küçük kızın elmalarla başlayan dostluğu çok özeldir. Kar soğuğunun kızarttığı yanakları ile sevimli kız, öğretmeninin keşfettiği yeteneğini ödülllendiren son Malakan’ın armağanı piyanoda, geleceğini kurar âdeta. O eski piyanonun tuşlarında dolaşan küçük eller, ötekileştirilme ayıbının aynasını kırar. Artık bu ayıbı son Malakan’ın gençlik aşkı( Şerif Sezer) da görmeyecektir.
Yasak aşkın kahramanı kadın son Malakan’a borcunu öder. Aşkını toprağa vermeden önce kendi ellleri ile yıkar, temiz giysilerini giydirir, saçlarını, sakallarını tarar. Filmden geriye akıllarda kar, yaşlı adam, küçük kız ve ötekileştirilmeye kurban edilmiş bir aşk kalır. İzlemelisiniz bu filmi ve şu dizeleri hatırlamalısınız.
“Ey göğün eli kara toprak üzerine dök,
Ey göğün eli, cömertliğin eli, kışın eli dök:
Bahar çiçeklerinin yerine beyaz karı,
Kuşların nağmeleri yerine ümit sessizliğini.”
Şair hisseder, duyar ve yazar. O his, algı kendinde saklıdır.
Öte yandan her okuyan kendince bir anlam yükler dizelere.
Biz de içimizden geldiği gibi okuduk Elhan-I Şita’yı. Sembolizmin büyük şairini saygı ile anıyoruz.
HARUN ÖZMEN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.