- 612 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
TERZİ AYHAN
MAZİYE YOLCULUKLAR 28
Küçük bir terzi dükkânı vardı…
İçinde büyükçe bir masa, masanın üstünde büyük bir makas dururdu…
Dikiş makinesi dükkânın gülüydü…
Birkaç sandalye, raflarda kumaşlar, askılarda bitmiş ve bitmeyi bekleyen ceket, yelek, pantolonlar ilk göze çarpan eşyalardı…
Çocukluğum ve gençliğim, bu dükkânın önünden gidip gelmekle geçti. Günde bazen iki kez, bazen on iki kez bu dükkânın önünden geçerdim.
Çocukluğumda bu dükkân, okul yolumun üstündeydi…
Gençliğimde ise işyerimin yolu, bu dükkânın önünden geçerdi…
Terzi Ayhan ince, uzun boylu, güleç yüzlü, gözlerinde şefkat akan güzel bir ağabeydi... Bazen makinenin başında dikiş dikerken, bazen elinde ceket, bir küçücük iğneyle ailesinin ekmeğini çıkarmaya çalışırken görürdüm.
Çevremdekilerin “çok iyi bir insandır” demesiyle daha çok sevdim. Çocuktum. “Seni seviyorum. Seninle tanışmak, dost, arkadaş olmak istiyorum” diyemezdim…
Bu güzel insanı hep izlemekle yetindim. Hiç kimseye kötülüğü olmayan, çoğu insana yardım eden, kişiliğinden ödün vermeyen bir insandı.
Terzi Ayhan derlerdi. Soyadı da Terzi’ydi. Ayhan Terzi…
15 – 16 yaşlarına geldiğimde Ağabeyim Mehmet, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinde öğrenciydi. Yaz aylarında Kâhta’ya gelirdi. Her gelişinde çantasında gazeteler, dergiler, kitaplar olurdu. Terzi Ayhan’ın dükkânına gider, getirdiği dergileri, kitapları da götürürdü…
Terzi Ayhan’ın dükkânına ilk girişim, sevdiğim iki insanın, Ağabeyim Mehmet’le, Terzi Ayhan’ın birlikte olduğu bir zaman dilimidir.
Yanlarına gittiğimde, ağabeyim beni Terzi Ayhan ile tanıştırdı. Terzi Ayhan bana öyle sıcak davrandı ki kelimelerle anlatamam…
Hâla o sıcaklığı yüreğimde taşırım. Oturdum. Edebiyat konuşuyorlardı. Konu şiirdi. Karşılıklı şiir okuyorlardı. Hayranlıkla ikisini dinliyordum.
1967 – 1968 yıllarında, güneydoğunun küçük bir ilçesinde, Kâhta’da bir üniversite öğrenci ile bir esnafın karşılıklı şiir okumaları, bugün düşündüğümde büyük bir olaydır…
Aradan yıllar geçti. Bu uzun yıllar dostluğumuzu pekiştirdi. Terzi Ayhan artık benim için bir ağabeydi. O benim güvenebileceğim, derdimi, sırlarımı paylaşacağım bir insandı. Hiçbir gün saygısızlık yapmayı kafamdan geçirmedim. En dar zamanımda imdadıma yetişen O güzel insandı…
O güzel yüreğin, o güzel elin yardımını unutamam…
Terzi Ayhan ile ilgili birkaç anımı sizinle paylaşmak istiyorum…
Terzi Ayhan Kâhta’da ilk sinemayı açan, film getiren kişidir… Yeşilçam filmlerini, o günün sanatçılarını, onun büyük fedakârlıklarla getirdiği film makaralarından izledik. Ayhan Işık, Vahi Öz, Orhan Günşiray, Sadri Alışık, Yılmaz Güney, Türkan Şoray, Fatma Girik, Belgin Doruk, Hülya Koçyiğit, Cüneyt Arkın, Aliye Rona ve daha onlarca sanatçıyı onun sayesinde tanıdık.
Çocukluğumuzda televizyon yoktu. Evlerimizde elektrik de yoktu… Beyaz perdeyi bize gösteren Terzi Ayhan’dır.
Yaz aylarıydı. Filmleri yazlık sinemada izliyorduk.
Terzi Ayhan, “Hz. Ömer” diye bir film getirmişti.
Sinema müşterisi biz çocuklardık. Büyüklerimizden memur olanlar gelirlerdi. “Hz Ömer” filmi “sinema gâvur işidir” diyen büyüklerimizi de sinema salonuna çekmişti. “Gâvur işinde Müslüman filmi” izleyeceklerdi.
Yazlık sinema ağzına kadar müşteri dolmuştu. Belki en iyi kazanç getiren film buydu…
Film başlamadan, bir sonraki filmlerin reklâmı olarak bir bölümü (parça) gösterilirdi. Işıklar söndü…
İlk defa sinemaya gelen, ilk defa beyaz bir perdede film izleyenlerimiz vardı. Parça gösterildi. “Tövbe! Tövbe” sesleri yükselmeye başladı. Perdede gözüken, bir sonraki filmde, sahilde dolaşan mayolu insanların görüntüsüydü…
Hz Ömer’in hatırına ilk defa sinemaya gelen bu insanların tövbe tövbeleri, biz çocukların onlara dönmelerine yol açmıştı. Yanımda, Ahmet isminde bir arkadaş oturuyordu. Arkamızda birkaç Hacı vardı. En çok “tövbe” diye bağıran Hacı, eliyle yüzünü kapatmış parmaklarını açmış, sahnede deniz kenarındaki bayanların bacaklarına bakıyordu.
O yıllarda Kâhta’da bayanlar, uzun fistan ve uzun etek giyerlerdi. Dizde etekli olarak bir memurun kızını hatırlıyorum. O da giydiği gün giydiğine pişman olmuştu.
Parmak arasından bayanları izleyen hacıdan başka, bizim arkamızda oturan büyüklerimiz vardı. O hacıların hepsi, yüzlerini tamamen kapatmışlardı. Ahmet biraz afacandı. Bütün hacıların yüzünü kapatması, sessiz beklemesi, tek birinin “tövbe tövbe” diye bağırarak ve parmaklarının arasında bayanları izlemesi, Ahmet’in zoruna gitti:
— Ben parmağımı bunun gözüne sokacağım, dedi.
Hemen adama döndü. Parmağını adamın gözüne soktu:
— Tövbe tövbe diyorsun, parmaklarının arasından bayanların bacaklarına bakıyorsun.
Adamın canı yandı:
— Ay! Diye bağırdı.
Ayağa kalktı. Ahmet oturduğu yerden fırlamış, briket ile örülü bahçe duvarına yanaşmıştı bile… Adam iki adım atmadan, Ahmet duvarın üstüne çıktı. Sokağa atladı.
Biz güldük. Korkumuzdan adama sesimizi duyurmamaya çalışıyorduk. Adam kapıya doğru gitti.
Biz filme daldık.
Adam filmi izledi mi izlemedi mi bilmiyorum… Film ara verdiğinde, Ahmet en arka köşede gülerek bize el sallıyordu. Biz de güldük. Adam karanlıkta, Ahmet’in kim olduğunu çıkaramamıştı.
Günlerce merakla bekledik; Ahmet’in babasına söyler, dedik. Tanımadığı kesinleşti.
Ahmet dayaktan kurtulmuştu…
Ayhan Terzi ile ikinci anımı da size anlatayım…
1974 yılıydı. Halk ozanları Âşık İhsani, Âşık Sinem Bacı, Âşık Settari, Âşık Ferhat ( Dünyalı) Adıyaman’da konser vermeye gelmişlerdi.
Kâhta’da konser vermeleri için kendileriyle görüştüm. Birçok şartları vardı. “Kalacakları yer, güvenliklerinin sağlanması, konser ücreti.”
Kalacakları yer bizim evimizdi.
Dört âşıktı. Bir bayan, üç erkekti. Otel parasından kurtuldum.
Yemek evde hazırlanacaktı. Lokanta masrafından kurtuldum.
Ben ve arkadaşlarım güvenliklerini sağlardık.
Salon parası için Ayhan Terzi ile görüştüm.
Beni uyardı:
— Mahmut, çok para istemişler. Ne yapacaksın?
Düşüncemi söyledim:
— Bilet parası ile onların ücretini öderim. Bilet parası ücretlerine yetmezse, kalan parayı cebimden tamamlarım. Salon parasını da ben öderim, dedim.
Adıyaman’da verdikleri konser bitti. Âşıkları Kâhta’ya getirdim. Biz de yattılar.
Güne büyük heyecanla başladık… Arkadaşlar konseri duyurmaya, biletleri satmaya çalışıyorlardı.
CANTEKİN KİTAPEVİ arı kovanına dönmüştü. Herkes çalışıyordu.
Akşam oldu. Dinleyiciler içeri alındı. Yatılı okul öğrencilerinden parası olmayan gençleri, parasız içeri aldık. Güzel bir konser oldu.
Âşıkları bir gece daha konuk ettim. Ücretlerini ödedim. Yolcu ettim.
Terzi Ayhan, sinema salonunu başkasına kiraladığından daha ucuza bana verdiği halde salon parası çıkmamıştı. “Ne kaldıysa elinde onu ver,” diyeceğini bildiğim için kendim gitmedim. Söz verdiğim parayı bir zarfa koydum. Kendisine gönderdim. Bir saat sonra bana uğradı.
Zarfı önüme attı:
— Kaç lira cebinden koyduysan geri al, dedi.
— Bir kuruş almam, diye yemin ettim.
Yeminimden dönmeyeceğimi bildiği için başını salladı:
— Sen var ya!” dedi.
Çıktı, gitti.
Önemli olan Kâhta’ya halk ozanı getirtmek, dinletmekti.
Konserde salonun en önünde, Siirt’te Jitem tarafından şehit edildiği yazılan Albay Rıdvan Özden ve genç eşi Tomris Özden vardı.
O zamanlar Kâhta’da jandarma ilçe garnizon komutanıydı… Yeni evlenmişlerdi… Çok iyi bir insandı…
Yine gurbetliğim başladı. Çok uzun yıllar geçti. Kâhta’ya döndüm.
Terzi Ayhan’ın vefat ettiğini öğrendim. Gece mezarlığa gittim. Hiç kimse yoktu. Ağabeyim Mehmet, Terzi Ayhan bana şiir okudular. Hüngür hüngür ağladım.
Babamın mezarına döndüm. Her mezarına gittiğimde dertleşirim. Yine babamla dertleştim.
Son sözüm:
— Baba, bir koluna Mehmet Ağabeyimi al, bir koluna Ayhan Ağabeyi al. Sana mısra mısra şiir okusunlar, dedim.
Göz pınarlarımın bir kısmını da orada akıttım.
Boynu bükük, horozlar öterken Kâhta’ya döndüm.
Birkaç gün sonra Ayhan Terzi’nin yetiştirdiği çıraklarından birinin dükkânına gittim. Ayhan Terzi’yi konuştuk. Eski çırak yeni usta, bir olaydan dolayı Ayhan Terzi’nin bana darıldığını söyledi. Olayı sordum.
Benim Cantekin Kitapevi’ni çalıştırdığım günlermiş. Ayhan Terzi parasızmış. Zar zor bir eski film getirmiş… Filmi oynatmadan, geri göndermek zorunda kalmış. Sebebi benmişim. Şaşırdım.
Sordum:
— Neden sebebi ben oluyorum, dedim.
Aynen şu yanıtı aldım:
— Sen adam göndermişsin, bu filmi oynatırsan sinemayı yakarım, demişsin.
Ben, canım kadar sevdiğim Ayhan Terzi’nin sinemasını yakacağım diye tehdit edeceğim…
Aklımı ekmek, peynirle yemiş bir deli miyim?
İçki kullansaydım, sarhoşken saçmalamışım, derdim… Aklın alacağı bir şey değil…
Ayhan Ağabeyim. Canım benim. “Duyduğum doğru mu” diye sorsaydın, işyerime gelip tokatlasaydın…
Ayhan Ağabey, o yıllardan sonra kaç kere karşılaştık. Bir gün o güzel suratını asmadın… Her zaman candaydın… Büyüğüm, ağabeyim, güzel dostumdun…
Ayhan Ağabey, benim haberim olmadan da olsa böyle bir şey yok, değil mi?
Senin çırak, ben üzüleyim diye belki böyle söyledi…
Sen, böyle bir saçmalığı aklımın ucundan geçirmeyeceğimi bilirsin…
Böyle bir şey yok değil mi Ayhan Ağabey!
Eğer gerçekten, biri sana gelip saçmalamışsa, benim gönderdiğime inanmamışsındır… Değil mi Ayhan Ağabey?
Ben seni bir ağabey olarak sevdim güzel insan!
Ben seni kara günlerimin tek dostu olarak sevdim can insan…
Ben, kendi canıma saygısızlık yaparım, sana yapmam bilirsin…
Mezarında vefasız olmadığımı, seni çok sevdiğimi haykırmıştım…
Yazıyı bağlıyorum… Ağlıyorum… Yüreğimi bilirsin…
Sana karşı suçum, günahım, saygısızlığım olamaz…
Seni seviyorum…
“Buram Buram Özlemsin Kâhta’m” isimli şiir kitabıma, sana yazdığım şiiri almıştım… Hani mezarında ağlayarak okuduğum şiir… Onu da bu yazıya ekliyorum…
Bilmeden bir kusurum, bir hatam olmuşsa, senin o güzel yüreğin bağışlar beni, biliyorum…
Yerimi ayırttım… Sana geleceğim…
Sizden sonra şiirler yazmaya başladım… Bin beş yüzü geçti yazdığım şiirler… Ben, sana ve ağabeyim Mehmet’e şiirler okuyacağım…
TERZİ AYHAN
Bir terzi Ayhan vardı,
Kâhta’da yaşardı…
Gündüz terzi dükkânında,
İğneyle kuyu kazardı…
Geceleri sinemada,
Ekmek peşinde koşardı…
Bir terzi Ayhan vardı,
Kâhta feodalizmi yaşarken,
O ince uzun boyu,
Parlayan gözleriyle,
O eğitilmiş beyniyle,
Karanlıklar içerisinde,
21. yüzyılı düşlerdi…
Bir terzi Ayhan vardı,
Kırmıştı karanlığın zincirlerini…
Özgür düşünür,
O küçük dükkânında,
Özgürlük bilinci saçardı...
Selam sana Ayhan Ağabey,
Selam yattığın toprağa…
YORUMLAR
Bazı anılar insanın yüreğinin derinlerine öyle bir saklanıyor ki, yıllar geçse bile unutulmadığı gibi ara sıra güzel bir dost gibi bizlere gülümseyiveriyor değil mi.
Tebrikler Mahmut Bey
Mahmut Cantekin
Çok teşekkür ederim.
Selamlar, sevgiler.