Gülsüm
Şehirler küçük mahallelerden müteşekkil, evler iç içe ve dar sokaklarda bitişik toprak damlı geniş avlulu, avlunun etrafı yüksek duvarlarla çevriliydi. Duvarlar yüksek olduğu için komşu komşuyu göremezdi.
Sokak meydanına bakan iki katlı konaklardan birinde Musa Efendi ve ailesi yaşıyordu. Musa Efendinin taş konağı bitişik olan tek katlı toprak damlı evlere benzemiyordu. Seksen yaşın üzerinde sözü dinlenen ilmiyle hoş
sohbetiyle mahallenin ileri gelen eşraflarındandı. Asmalı sokağın köşe başında bulunan cumbalı taş konağında, kalabalık sayılabilecek ailesiyle yaşıyordu.
Musa efendinin Asmalı Sokaktaki konağı, diğer evlerin tersine avlu ve bahçesi konağın arkasında ve yüksek taş duvarla çevriliydi. Avlunun biraz ötesinde korunaklı ve bakraçlı derin su kuyusu, sol yanında zerzeminli kileri, fazla eşyalarının saklandığı birde salaş deposu vardı. Avlunun sağ tarafında halayıkların müştemilatı, bahçenin sonlarına doğru da evin et süt ihtiyacını karşılayan büyük baş, küçük baş hayvanların korunduğu ahır ve samanlığı vardı.
Musa efendi konağında oğulları gelinleri ve torunlarıyla birlikte yaşıyordu. Kızları özel günlerde ziyaretine gelir, hayır duasını alır giderlerdi. Musa efendi, kızlarının sık sık baba evine gelmelerinin pek doğru olmadığını söylerdi. Gözleri yuvalarında olsun ister, ayrıca tembihlerdi de. Sizi yalnız bırakmam ara sıra ziyaretinize gelir torunlarımı sever varsa ihtiyacınız hallederim der, gönüllerini alır evlerinde mutlu olmalarını isterdi. Hiç bir zaman damatlarının yanında, kızlarına ve torunlarına bahşiş dışında, maddi yardımda bulunmazdı. Damatlarına yüz bulup alışkanlık haline getirmesinler isterdi.
Musa efendi, bir bayram arifesi sabahında halayıkları Ali ile Davut ağalara, küfelerini yanlarına almalarını, bayram alışverişine gideceklerini söyledi. Konağın ihtiyaçlarını temin etmek için beraberce kapalı çarşının yolunu tuttular. Kapalı çarşıda küfe dolusu erzaklar aldılar. Gün batımına yakın sırtlarında erzak dolu küfeleriyle Musa efendiyi takip ederek konağın yolunu tuttular. Asmalı Sokağın iki sokak aşağısında bulunan, Serinyer Sokağının ortalarına vardıklarında, o avlulu tek katlı evlerden birinden çocuk ağıtı ile iniltili kadın ağıt sesini duyar gibi oldular. Musa efendi olduğu yerde durdu, ellerini arkasından çözerek, ağıdın geldiği yöne doğru döndü, sağ eli ayasını kulağına götürerek sesiyönünü tesbit etti. Halayıklarına işmar ederek sizde duyuyor musunuz dedi. Halayıklar evet duyuyoruz ağam. Çocuk sesine karışan sanki iniltili bir kadın ağıdına benziyor dediler.
Musa efendi halayıklarına hele bir yükünüzü indirin de soluklanın efendiler dedi. Sesin geldiği yöne doğru yürüdü. Kerpiç örülü sokak duvarında yıpranmış, eğreti duran, ahşap deve kapısının önünde durdu. Emin olmak için bir daha kapıya kulağını dayadı. Halayıklarına dönerek evet sesler bu evden dedi. Kapının at nalına benzer dövme demirden yapılmış halkalı tokmağına birkaç kez vurdu. İçeriden gelen ağıt sesinin bir an kesildiğini duydu. Israrla kapının açılması için tekrarladı. Kapı ardından bir kadın ses verdi. Büyük kapının üzerinde bulunan küçük kapı sürgüsü açıldı. Hafiften aralanan kapı aralandığından, ağzını yaşmağı ile kapamış, gözleri ağlamaktan kızarmış biteviye burnunu çeken genç gelin, birini mi aradınız hacı baba dedi.
Birini aramıyorum evladım, bu evden gelen ağıt sesleri beni yolumdan etti gidemedim. Ağlayan sizmiydiniz evladım dedi. Yok hacı baba ben değilim dedi. Musa efendi gelinin gözlerine baktı o olduğundan emindi, ağlamaktan gözü kan çanağına dönmüştü zira. Israrla evladım saklama, ağlayan sendin bundan eminim dedi. Ben değilim dese de gözlerine hâkim olamadı. Sanki hazırda bekliyordu yağmur gibi boşaldı gözlerinden yaşlar boşaldı.
-Senin deden sayılırım, benim torunumdan da küçüksün. Hadi nedir derdin söyle evladım dedi. Söylemezsen ilahi huzurda iki elim yakanda olur aç kapıyı da derdini anlat dedi. Sokak kapısı olan büyükçe deve kapısının üzerinde bulunan küçük servis kapısı içeri doğru açıldı. Musa efendi halayıklarıyla içeri girdi. Genç kadın ürkek çekingendi, ağlamamak için kendini tutmuş titriyordu. Geniş avlunun ardında bulunan tek katlı salaş evin eşiğinde oturan dört ila altı yaşlarında gözleri ağlamaktan kızarmış sümüklü iki kız çocuğu yerinden kalkarak analarına doğru yürüdüler.
- Bu çocuklar niye ağladılar da gözleri kızardı peki söylermisin evladım diye sordu genç kadına.
- Genç kadın, babaları yemenden dönmedi yetim kaldılar, bize göz kulak olacak kimsemizde yok. Devlet yardım edecek dediler ama henüz arayıp soran olmadı, çocuklar doyuramadığım için ağlıyorlar dedi.
- Musa efendi ileride tüten ocağı gördü. Üzerinde isli bakır tencereye doğru yürüdü. Tencerenin kapağını açtı, buharı dağıldıktan sonra gördüklerine inanamadı, tencerede patates ile soğan haşlanıyordu.
- Kızım, bu o ocakta kaynattığın ne diye sordu!
- Patates ile soğan haşlıyorum ama yemiyorlar, un olmadığı için ekmek yapamıyorum, anne ekmek istiyorum diye ağlıyorlar. Büyük olanı ekmek istiyorum anne diye ağlayınca küçüğü de ona uyup ağlıyor.
Musa efendinin gözleri doldu, belli etmemek için elinin tersi ile gözyaşlarını sildi, halayıklarına,
- Küfenin içerisinde ne varsa girin içeri hanım evladımın göstereceği yere boşaltın dedi.
- Genç kadın ağlayarak, ama hacı dede ben nasıl kabul ederim dedi.
- Hak ettin evladım hem de fazlasıyla,
- Adını söylermisin evladım dedi Musa efendi.
- Gülsüm efendim dedi genç kadın.
- Gülsüm evladım, şu andan itibaren Allah’ın huzurunda yemin ederim ki, sen benim evladım çocuklarında öz torunlarım. Şimdi beni iyi dinle, çocuklarını da al, haydi çarşıya gidiyoruz dedi.
- Musa efendi halayıklarına dönerek, efendiler bizi takip edin kızım ve torunlarımla çarşıya gidiyoruz dedi.
Gülsüm ve çocuklarının ne ihtiyaçları varsa fazlasıyla görüldü. Dönüş yolunda yine o dar sokaklardan geçip, Serinyer sokağında bulunan, Gülsümün evinin önünde durdular. Musa efendi, göstermeden hafiften sırtını yan dönerek avcı yeleğinin koyun cebinden beş sarı lira çıkardı Gülsümün avcuna sıkıştırdı. Bir ihtiyacın olursa harcarsın al kızım dedi.
- Zaman zaman bu Ali ve Davut ağabeylerini göndereceğim, onlar senin ve çocuklarının ne ihtiyacı varsa temin edecekler. Yine tekrarlıyorum sıkıntın olur da saklar söylemez isen, İlahi huzurda senden davacı olacağımı bilesin, bu sözlerimi unutma. Hadi şimdilik Allah’a emanet ol kızım dedi. Eli boş olarak, huzur içinde halayıkları ile birlikte konağının yolunu tuttu.
Gülsüm bu sefer mutluluktan ağlıyor, hey yüce Mevlam sen nelere kadirsin sabah neye ağlıyordum, şimdi neye ağlıyorum diye şükretti. Efendi acar hacı dedesi evliya gibi yetişmişti imdadına, onun bu âlicenaplığı için ellerini duaya açıp onun için yakardı.
Bu böyle devam ededururken, bir yıl sonra Musa efendinin tavsiyesi üzerine, Gülsüm halayık Davut ağanın oğlu Zabit ile evlendirildi. Zaman içerisinde İki erkek çocuğu dünyaya getirdi. Büyük olanın adını Musa, küçük olanın adını da Davut koydular. Musa efendi, halayık Davut ağanın ölümünden sonra boşalan yerine, Gülsümün oğlu Zabiti babasının yerine halayık olarak aldı. Aynı konakta uzun yıllar beraber yaşadılar. Gülsüm, Musa efendi için hep aynı duayı niyaz ediyordu.
...
Yirminci asrın ilk çeyreği yani cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda devrimlerin etkisiyle, kahvehaneler modernize olmuş ayrıca kıraathaneler de devreye girmişti. Daha sonraları kraathanelerin bir tarafında günlük gazete ve kitap okunuyor, diğer tarafında yeşil çuha kaplı masa üzerinde renkli toplar ve isteka denen sopayla oynanan bilardo oynanıyordu. Gençler bu düzene bayılmışlardı, bilardo masası başında arada bir istekalarının ucunu çivit mavisi küp tebeşire sürerlerken çok bilmiş duruşlarıyla havalarını atıyorlardı.
Sookağın başında açılan kıraat haneyi, Gülsümün büyük oğlu Musa dan olma torunu Mahmut çalıştırıyordu. Kıraat hanenin çay ocağına yakın olan yerde duvarda Atanın mareşal üniformalı yağlı boya resmi asılıydı. Hemen altında Mahmut beyin çalışma masasının önüne serilmiş küçük bir halı. Halı üzerinde karşılıklı konulmuş üzeri geyik postuyla kaplı iki adet kollu tahta koltuk vardı. Kıraatsalonunda bilardo seyredenler için çepeçevre dizilmiş seyirci iskemleleri vardı.
Çalışma masası önünde kollu iskemle koltuklardan birine oturmuş yaşlı ama dinç görünümlü, temiz giyimli saçı sakalı ağarmış nur yüzlü bir adam açık çayını höpürdeterek içiyordu. Arada bir kıraathanenin sahibi Mahmut Bey, yaşlı nur yüzlü adamın yanına geliyor hatırını soruyor açık çayını tazeliyordu.
...
Adam koltuğunda otururken kıraathanenin kapısı açıldı. İçeri saçı sakalı ağarmış ileri yaşlarda bastonla ilerleyen iki ihtiyar girdi şöyle bir etrafı süzdüler çalışma masasının önünde kollu iskemle koltukta oturan yaşlı nur yüzlü adama doğru yürüdüler. Sırayla oturan genç görünümlü yaşlı adamın elini öptüler. Selamlaşıp bayramlaştılar. Nur yüzlü yaşlı adam, piri ihtiyarlara hayır dualar etti, berhudar olun evlatlarım dedi. Köstekli saatinin gümüş zincirinin sarktığı avcı yeleğinin koyun cebinden iki adet Reşat altınını çıkartıp onlara verdi. Kıraathane sahibi Mahmut ihtiyarlara çay ikram ederken verilen altınları görmüştü. Nur yüzlü yaşlı adama dönüp dedem benim, hakkım bakimi dedi, nur yüzlü yaşlı adam elbette evladım senin hakkın elbette baki dedi.
Bilardo oynayan gençler olan biteni an be an izliyorlardı. İçlerinden biri külhanbeyi görünümlü olan, kollu iskemle koltukta oturan nur yüzlü yaşlı adama doğru ilerleyerek;
- Utanmıyorsun be adam, baban yaşında olan bu beli bükülmüş ihtiyarlara elini öptürmeye, üstelik bir de bayram haçlığı veriyorsun dediler.
- Nur yüzlü yaşlı adam, evladım neyinize gerek, gidin oyununuzu oynayın dedi.
- Külhanbeyi kılıklı genç, bak utanacağın yerde hala ukalalık edip konuşuyorsun dedi, yaşlı adama vurmak için elindeki istekayı kaldırdı. El öpen yaşlı adamlardan biri külhanbeyi gencin kolunu tutarak elindeki istekayı alıp vurmasını engelledi.
- Ne yapıyorsun be evladım o gördüğün adam bizim dedemiz deyincce
- İnanmıyorum benimle dalgamı geçiyorsun dedi külhanbeyi.
Torun Mahmut, gençlere doğru ilerledi, evet delikanlı bu gördüğünüz adamlardan biri babam. Elini öptüren dedem olur. Dedemin elini ilk öpen ihtiyar babam olur, diğer yaşlı ihtiyar da amcam, anladınız mı şimdi dedi. Gençler hayret bakıştılar ve bilardo masalarına doğru ilerlediler. Mahmut önce dedesinin sonra babasının ve amcasının elini öptü.
Gençler oyunlarını bitirdiler, hesap öderken, Mahmut Ağabey anlattıkların pek inandırıcı gelmedi vallahi aklımızı karıştırdın. Dedem dediğin adam, baban ve amcadan kat kat genç neredeyse senin ağabeyin gibi duruyor. Dalga geçmiyorsun inşallah
dediler kıraathaneden çıkıp gittiler.
Bir kaç zaman sonra Mahmut Bey, bu hikayeyi gençlere başından sonuna kadar ne biliyorsa anlattı. Rahmetli babaannem Gülsüm Hanım biz torunlarına şöyle anlattı.
Tarifi mümkün olmayan zor günlerimizde hızır gibi yetişen, bize atalık eden, bizi öz evlatlarından ayırmayan Musa efendi dedenizi sakın ola ihmal etmeyin hatırını kırmayın. Eğer ben ondan önce hakkın rahmetine kavuşursam, koruyun sahip çıkın. Eğer ki ihmal eder ona sahip çıkmaz korumazsanız huzuru mahşerde iki elim yakanızda olur bilesiniz. Ben, Musa efendi dedenizi tanıdığım ilk günden beri beş vakit namazlarımda duamı eksik etmedim. Dualarımın kabulü için binlerce kez niyazda bulundum.dedi. Babanneme, nasıl bir duaydı diye sorduğumda babaannem,
Allah’ım bana ve evlatlarıma atalık eden Musa kulundan razı ol, onun bize yaptığı iyiliğe karşılık, ona öyle bir sağlıklı ömür ver ki torunlarım elini öpsün diye duamı eksik etmedim dedi. 250915 mcicek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.