BAYRAM-ISSIZLIK
Önce kelimeleri sonra cümlelerimi düşürdüm Cebimden! Yok, beynimden düşürmüşüm çünkü cebimde sadece birkaç poşet halkalı şeker vardı çocuklar için…
Gökyüzüne bakıyorum uçurtmalar var mı diye fakat Tek bir uçurtma olmadığı gibi park, bahçelerde hiçbir çocuk da yoktu! İçimden “Bunlar nereye giderler ki?” oysa geçen yıllarda “Kurt kayası” Kirazlık mevkide rengarenk giyinmiş çocukların ellerinde binbir çiçeklerle, kuş resimleriyle motiftenmiş uçurtmalar gökyüzünü adeta boyar gibi süzülmüştü.
Cebim delindi, döküldü şekerler… Küfrü kimlere savurayım?
Uçurtmalı günleri, halkalı şeker topladığımızı, çelik çomak oyunlarımızı, asker-kaçakçı maceralarımızı (bu oyun yaz gecelerinden sabah tan ağarana kadar oynanan bir oyun) ve köy meydanlarında düğün derneklerde halay çektiğimiz günleri, tam üç gün süren bayramları ve bayrama bir ay kalan bayram heyecanı, telaşlarımı özledim.
Savaşları oyun sandık oysa savaşlar öldürücü oyunlarmış meğer!
Bir hafta sonra “Bayram” geliyorum demesine rağmen çocuklarda her hangi bir telaş, ailelerden bir koşuşturma görülmedi hala.
Kimi, ülke içinde gelişen çatışmalardan kimisi de teknolojinin ve popüler kültürlüğün, insanları kendi ablukasına alırken “bireysellik” travmasına bağladılar!
Ben de “bayramsızlık” lığı ikinci nedene bağlıyorum; belki bazı bölgelerde bayramların soğuk, neşesiz geçmesi çatışmaların etkisi görülebilir fakat en çok bayramların, bayram havasızlığın geçmesinin en büyük nedeni bireysellik dürtüsünün ağır bastığı gerçeğine bağlıyorum.
*Ankara yöresinde Çocuklar bayramlaşma için kapısını çaldıkları evin önünde "ebebiş ebebiş, vermeyen çürük diş" tekerlemesini kim hatırlar?
*Memecimin havası, maddelerin tavası, gökten rahmet, yerden bereket, amin amin bir gilik” manisini söyleyerek ev sahibinden gilik ister. Bu sözleri duyan ev sahibi, önceden hazırladığı giliklerden çocukların sopalarına takar.
Tüm olumsuzluklara rağmen, bir gülümsetme amacıyla:
“Adamın biri diş doktoruna gitmiş. Doktor, adamı muayene etmiş ve dişinin çekilmesi gerektiğini söylemiş. Bu arada adama:
-Nerelisiniz? Diye sormuş. Adam, kabara kabara:
-Diyarbakırlı’yam benim babam! Demiş.
Doktor ecza dolabını açmış, dolapta morfinin (uyuşturucunun) kalmadığını görünce hiç istfini bozmadan adama dönerek:
-Siz Diyarbakırlıyım demiştiniz değil mi? Benim bildiğim Diyarbakırlılar cesur olur, acıya dayanıklı olur, gel senin dişini uyuşturmadan çekeyim, demiş.
Bu iltifatlar karşısında Diyarbakırlı, erkekliğe gölge düşürmemek için:
-Peki tohtor beg nasıl istisen öle yap, demiş.
Doktor adamın dişine asılmış, aksilik bu ya diş kırılmış kök içerde kalmış. Doktor elinde kelbeten, tornavida adamın ağzının içinde çalışıyor, adamın canı çıkıyor fakat kök bir türlü çıkmıyormuş. Sonunda adam dayanamamış doktora:
-Tohtor beg! Tohtor beg! Diyarbakırliyam dedimse içindenem demedim ya!”
Şimdiden HEPİNİZİN, CANI GÖNÜLDEN BAYARMINIZI KUTLAR, ESENLİK, MUTLULUK DOLU BAYRAMLAR DİLERİM
©D.R
YORUMLAR
Önceden başka başka insanlar vardı. Dili, dini, ırkı farklı veya değil ama başka başka insanlar.
Aynı sofrada hep beraber oturabildiğimiz ve her birinden dinlediğim başka başka hikayeler vardı.
Gözümü kocaman açıp hayretle dinlediğim sohbetleri, yaşanmışlıkları olan bana hayal kurmayı öğreten insanlar.
Bakıyorum da yavaş yavaş eksiliyorlar, başkalaşıyorlar...
Oysa başka başka olup da aynı sofradayken her şey ne kadar güzeldi.
Kaleminize sağlık. Saygılarımla...