- 606 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
DEVRİM OTOMOBİLLERİ
DEVRİM OTOMOBİLLERİ
Devrim..
Benim için çok düşsel ve aynı zamanda bir toplumun yazgısını belirleyen ve ardında yadsınamayacak izler bırakan çok özel bir isim.
Türk halkı bu ismi cumhuriyetin kuruluşunun ardından Mustafa Kemal ATATÜRK’ün yaptığı devrimler (inkılaplar) sonrasında tanımıştır daha çok. Sevmiş özümsemiş ve bağrına basmıştır dahası.
O’nun vefatından sonra aradan geçen yirmi iki yılın ardından 1960 yılında ordunun idareyi ele almasıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin 4’üncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel başa geçmişti.
“Toplu iğneyi bile dışarıdan ithal eden Türkiye nasıl olur da otomobil yapabilir.” sözlerine karşılık Cemal Gürsel, ismini DEVRİM koymayı düşündüğü ilk yerli otomobil imaline geçilmesi emrini vermişti. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşulların zorluğundan söz eden çoğunluğa karşın, bu işe inanan Türk mühendisleri ve ekibinin zamanla yarışarak ve gece gündüz döktükleri kutsal alın teri sonrasında iki yerli otomobil Türk halkının övüncü olmuştu.
‘Devrim Arabaları’ filmini izlediniz mi bilmem. Tiyatro kökenli önemli oyuncuların rol aldığı filmde gördüğüm o kutsal aile yapısı. El ele yürek yüreğe verilen çabalar. Paylaşılan heyecan ve duygular. Türk kadınının zarif giyim-kuşamından tutun da saygın duruşuna kadar filmdeki her kare duyugu yüklü anlar yaşattı bana.
Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz denir. Bu başarı da kalmadı. Çeşitli sudan bahanelerle üretim durduruldu.
Filmdeki diyaloglardan anlıyoruz ki otomobil yapımından önce ATATÜRK’ün emriyle kurulan Tayyare Fabrikasında 185 tane eğitim uçağı imal edilmiş. 1955 tarihinde Hollandalılar 30 adet uçak siparişi vermişler ancak zamanın ulaştırma bakanı bunu kabul etmemiş.
1948 senesinde Marşall Planıyla başlayan ve zihinlerde yer eden ‘süt tozu’ nun ülkeye girmesiyle dış ülkeye olan bağımlılık da giderek prangaya dönüşmüş ve ‘taş eksen buğday biter’ bereketinde olan bu ülke sonunda samanı bile ithal eder duruma düşmüştür.
Sanki yıllardır süregelen amansız ve acımasız bir savaşın içindeymişcesine yoksul çaresiz ve silahların susmadığı bir kabuslar ülkesine haline gelmiştir.
Tüm bunların sorumluları ise her zaman olduğu gibi: Dış mihraklar dış odaklar ve dış güçler olmuştur!
Oysa her zaman olduğu gibi düşman kendi içimizdedir!
Tahminen on üç yıl kadar önceydi. Sayın Fatih Altaylı’nın TEKE-TEK adlı sitesinde yayınlanan yazımı olduğu gibi aktarıyorum.
Ve soruyorum bunca yıldır yanıt alamadığım sorularımı yineleyerek:
*Nasıl oluyor da milyonlarca insan yıllardır süregelen bu bozuk ve çarpık düzenin uluslararası düzenbazlarıyla bir türlü başa çıkamıyor ve ülkenin bu gayri ciddi vurdumduymaz acımasız ve de sorumsuz- sorumluların! elinde oyuncak olmasına göz yumuluyor hala?
*Nasıl oluyor da, bir toplum böylesine değişebiliyor ve ne denli kokuştuğunun farkına bile varamıyor?
*Nasıl oluyor da, bunca medeniyetlerin-kültürlerin konup göçtüğü. En çağdaş ve demokratik hakların kendisine altın tepside sunulan bir toplum bir adım olsun ilerliye gidemiyor?
*Nasıl oluyor da, hukuk devleti olduğu savunulan bir ülkede herkes kendi kanununu kendi yapıp uygulayabiliyor?
*Ve nasıl oluyor da, laik demokratik çağdaş bir ülke olduğu iddia edilen bir ülkede bu değerler bir türlü yerine oturtulamıyor ve bir takım korkuların gölgesi altında yaşıyor sürekli?
*Nasıl oluyor da, bu denli zengin bir coğrafyaya ve gelir kaynaklarına sahip bir ülke borç prangasından bir türlü kurtulamıyor?
*Nasıl oluyor da, böyle bir cennet ülke elbirliğiyle cehenneme çevrilebiliniyor?
*Nasıl oluyor da, bu kadar kısa yoldan ve hiç emek vermeden bu kadar kazanç ve güç sahibi olunabiliniyor?
*Nasıl oluyor da, her türden ahlaksızlık, erdem ve başarı kabul edilip böylesine rağbet görüyor ve maddi manevi ödüllendiriliyor?
*Peki..Bu ülke siyasetine-yönetimine-idaresine hiç mi yurdunu yurttaşını seven, sorunlarını bilen ve üslendiği sorumluluğun ciddiyetini ve önemini kavrayabilmiş bilinçli sağ duyulu ahlaklı gerçek devlet adamları-yetkilileri gelmedi?
*Yok eğer geldi ise, bu ülke ve bu toplum neden böylesine çığırından çıktı. Ülke onuru nasıl böylesine rencide edildi ve kendi elleriyle kendini boğar hale geldi? Ve dünya ülkelerince dışlandı alabildiğince?
*Bu ülke ve bu toplum bağımlılıktan muhtaçlıktan avuç açmaktan ne zaman kurtulacak? Yüzler ne zaman gülecek? Gözyaşları ne zaman dinecek? Hak Adalet ne zaman yerini bulacak? Aklın ve insan olmanın bilincine ne zaman varacak?
Her tür ayrımcılığı sokak ayrımcılığına kadar vardıranların. Kendi elleriyle ürettikleri sorunlar ve yaratıkları canavarla yüz yüze geldiklerinde malum sloganlar eylemler ve daha çok da maddi yardım kampanyalarıyla geleneksel panik ataklığın bayraktarlığına sığınanların.“Milli davalar uğruna gerekirse kuru ekmek yeriz” deyip de her daim masalarında kuş sütü eksik olmayanların kökü ne zaman kuruyacak?.
(Bu yazı sürdürmekte olduğu yarım asırlık ömrünü türlü sevdalardan vazgeçip, başta kendi doğup büyüdüğü topraklarına ve canından aziz bildiği yurduna adamış olan, candan aziz bildiğim sevgiliye adanmıştır.)
YORUMLAR
“Milli davalar uğruna gerekirse kuru ekmek yeriz” Dediklerini söylüyorsunuz
Gerekirse demişler, demek gerekmedi ki yemiyorlar
Tabi latife yapıyorum da; tüm can alıcı soruları sormuşsunuz
Bu nasıl bir enerji böyle
Bu enerjiyle bir değil kaç devrim yapılır kim bilir?
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Bu arada bir müddettir sayfanıza uğramadığımı fark ettim de, kendimden utanmalıyım
Saygı ve selamlarımla hanımefendi...
DEVRİM DENİZERİ
Selam ve sevgilerimle birlikte yolluyorum Teşekkürlerimi de..
II. Dünya Harbi'nden sonra Alman üniversitelerinde ilk Türk ilim adamı olan ERBAKAN, 1953 yılında doçentlik imtihanını vermek üzere İstanbul'a döndü. İmtihan sonucunda 27 yaşında Türkiye'nin en genç doçenti olma başarısını gösteren Necmettin ERBAKAN, araştırmalar yapmak üzere tekrar Almanya'nın DEUTZ fabrikalarına gitti. Burada 6 ay süreyle motor araştırmaları başmühendisi olarak, Alman ordusu için yapılan araştırma çalışmalarına katıldı.
1953'ün Kasım ayında İstanbul Teknik Üniversitesi'ne dönen ERBAKAN, Mayıs 1954 - Ekim 1955 yılları arasında askerlik görevini ifa etti. İstanbul Kağıthane'deki 6 aylık yedek subay öğreniminden sonra Halıcıoğlu'ndaki istihkam bakım bölüğünde 6 ay asteğmen, 6 ay da teğmen olarak makinelerin bakım ve tamiratları kısmında görev yaptı.
Askerlik görevinden sonra tekrar üniversiteye dönen Necmettin ERBAKAN 1956 yılında Türkiye'de ilk yerli motoru imal edecek olan, 200 ortaklı Gümüş Motor A.Ş.'yi kurdu. ERBAKAN da böyle bir fabrika kurma fikri Almanya'da çalışmaları esnasında, Türkiye Zirai Donatım Kurumu'nun sipariş verdiği motorları görünce iyice uyanmıştı.
Yurda dönünce bu çalışmayı başlattı. Ve bugün Pancar Motor adı altında çalışan fabrikanın temelini 1 Temmuz 1956'da attı. Gümüş Motor fabrikasında seri imalat 1 Mart 1960 tarihinde başlamıştır. 1960 yılında Ankara'da yapılan Sanayi Kongresi'nde Gümüş Motor'un yaptığı imalatları sunan ERBAKAN "Yeni hedef otomobillerin Türkiye'de yapılmasıdır" fikrini ortaya atmış, o zaman yönetimde olan askerler tarafından revac bulan bu fikir üzerine Eskişehir Demiryolları CER atölyesinde "DEVRİM OTOMOBİLİ" adıyla ilk yerli otomobil ERBAKAN tarafından imal edilmiştir.
Not: Rahmetli Erbakan'ı çok sevdiğimi söyleyemem. Ancak, bu yukarıda yazılanlar doğru ise, gerçekten çok haksızlık ediliyor kendisine.
2.Not; Bu ülke geri kaldı ise, bunun başlıca bedeni, her on yılda bir yapılan ihtilallerdir. Ve de ülkeyi soyan askerler.
Asalında çok şey var bu konuda yazacak ama, günü değil şimdi. Acımız var zira.
DEVRİM DENİZERİ
ilk kuralımdır. İşte tam da bu noktaya değinmişsiniz.
Yazıyı yazmadan önce çok araştırdım. Çünkü ortada iki isim vardı. Erbakan ve Gürsel. Ama Gürsel çok daha ağır basıyordu. Filmi de görünce çok emin olmamakla birlikte büsbütün yanlış olmadığını düşündüm.
Erbakan'nın 'ağır sanayi' sözü hala hatırlanır. Fikrin Erbakan!a ait olduğundan eminim ancak uygulamanın Gürsel idaresince yapıldığı inancı daha yaygın görünüyordu.
Ordu konusundaki düşüncelerinize -bazılarını tenzih ediyorum-çok daha fazlasıyla katılıyorum.
Bu son dönemde yaşananlar iç yüzlerini daha çok ortaya çıkardı. Her anlamda ülkenin başına bela olmuşlardır.
Hazıra konmaya alışmış olduklarından bu hazır çalışmayı da kendilerine mal etmiş olabilirler.
O görgüsüz eşlerinin 'emir eri' döneminde yaptıkları hala akıllardadır.
Selamlarımla.
Bir tutam hayat
Yazılanlar da çok sağlıklı değil.
Ama, ateş olmayan yerden duman tütmez misali,
onun da bu işte parmağı olduğunu düşünüyorum.
Askerlere gelince;
Her ne hal olursa olsun,
yine de başımızın tacıdırlar.
Sonuçta ülke, millet onlara emanet değil mi?
Tek problem,
onlara doğru eğitim vermekte.
Atatürk'ü sevecekler. Devrimlerine bağlı olacaklar.
Ancak, manevi yönleri de kuvvetli olacak.(Sizin gibi.)
Devrim Hocam
Çok gerilere gitmeye gerek yok. Günümüzde bile bu ülke için taş üstüne taş koyanlara edilmedik hakaret, yapılmadık zulüm bırakılmıyor. Çünkü Siyonizm’in ve kapitalizmin maaşlı ya da gönüllü piyonları, Cumhuriyet tarihi boyunca bu görevi layıkıyla yerine getirmişlerdir.
Bu kesimlere karşı tam bağımsız Türkiye diyerek karşı duran direnç gösteren gencecik yürekli insanlar. Din ve millet düşmanı iftirasıyla alelacele darağacına gönderilmiş ya da suikasta uğrayıp yok edilmiştir. Daha da korkuncu Cumhuriyet tarihi boyunca toplumun kozmik hafızasıyla oynanmış ve insanlar kendi etnik köklerini ve kültürünü inkâra zorlanmıştır. Ve maalesef öz güven duygusu yok edilmiş ve kendi öz değerlerine küfreden hastalıklı bir zihniyet oluşturulmuştur. Söylenecek o kadar çok şey var ki, Devrim hocam han ki birinden bahsedelim?
Asıl komik olanı ise gendi geçmişini inkâr eden zengin kültürünü yok sayan yaşadığı toprakların üzerinde nasıl bir medeniyetin olduğunu bilmeyen insanların kendini ‘’milliyetçi’’olarak sunması güler misin? Ağlar mısın?
Bir gün mutlaka, bu ülke, inkâr politikalarından vaz geçip geçmişi ile yüzleşecek ve sorunlarını çözüp toplumsal barışını sağlayacaktır. Demokrasisini geliştirip, insan haklarına saygılı medeni ülkeler arasında hak ettiği yeri kesinlikle alacaktır. Belki biraz geç olacak ama mutlaka olacak çünkü bu ülkenin yok sayılamayacak kadar zengin Anadolu kültürü ve her şeye rağmen birbirini seven. Aydınlıkçı İslam öğretileriyle şekillenmiş insanları var.
Yeter ki bizler geçmişimizle yüzleşmekten çekinmeyelim ve geleceğe umutla bakalım.
Gerisini zaman kendiliğinden halledecektir.
Saygı sevgilerimle.
DEVRİM DENİZERİ
Hala "biz ne zaman adam oluruz?" sözünün geçerliliğini koruduğu bir toplumda aydınlık günler fazla gecikmez umarım..
Benden de sevgi ve selamlar.
(Bu yazı, yarım asırlık ömrünü türlü sevdalardan vazgeçip, başta kendi doğup büyüdüğü topraklarına ve canından aziz bildiği yurduna adamış olan, candan aziz bildiğim sevgiliye adanmıştır.)
Ruhu şad olsun efendim, sözün biitiği yerdeğim...
Saygıyla Devrim hanım...
DEVRİM DENİZERİ
Sevgi ve esenlik dileklerimle..