eski hikâye
Hasan…
Perdelerini birçok mazlum gibi karanlık ve ayazdan kalma bir bahara açan bir garip insan. Bahar, karanlık ve ayaz bir arada garip bir muamma olsa gerek. Zira içtiğiniz berrak suyun kaynağında bir bulanıklık olsa bastığınız, beslendiğiniz topraktan tutun ta damarlarınıza kadar işler de işler o suyun acımsı ve tuhaf vaziyeti. Susuz da olunmayacağı için naçarlık hakim oluverir yanıbaşınızda. O da öyle kabullendi ilk zamanlardaki bu sarmaşık düzeni. Çünkü ortada tercih diye bir şey yok, kabullenme de tek çare. O da öylece bırakıverdi kendisini, epey yüksekten ve dolambaçlı bir nehrin sert kayalara çarpa çarpa azgın bir denize ulaşması misali.
Bir müddet sonra artık iyice temaşa edebildi her tarafı ta ki uzanabildiği ufuklara kadar. Gizemli ufukların ardında sırların olduğu beklentisi onu bazen epeyce alıp götürüyordu. Öyle ki gözler yorgun, fer desen var; fakat heves hususunda nahoştu . Azametli bir fatihin edasıyla ve gözleriyle hükümran olmak istiyordu gözbebeklerine takılanlara. Lakin avcı ne kadar hevesliyle avını bir an evvel tutmaya , av da bir o kadar mücadele vermekteydi hem de yorgun avcıya pes dedirtircesine. Ne oldu da Hasan’ın fethetmek etmek istediği bereketli topraklar şimdilerde uçsuz bucaksız çöller misali manasız ve bütün heybetiyle bomboştu. Nasıl da büyük hayallerin meftunu olabiliyor insan , iradesine gem vurulduğu hâlde macera müptelası kesiliverince. Çevresindeki güzellikler aklını başından almışçasına ha bire onu fırtınalı maceralara sürükleyiveriyordu. Hâlbuki kırlangıçların fırtınalarda uçmakta zorlandığını, uçsa bile istediği yöne gidemeyeceğini bilinen su götürmez bir hakikatken neydi ondaki sınırsız olma gayesi? İşte bu kangren vaziyet her daim yol kesici bir eşkıyaydı onun için. Hem can yakıcı hem amansızca bunaltıcı. Zaman zaman bu vaziyetlerdeyken kendisiyle baş başa kaldığını hissetti önce ve durulduğu anlarda çevresini tahlil ederken henüz kendisini de tanıma fırsatı buluyordu. Öyle ya aslında insan aslında iç âlemini keşfedebilse ne çok tanır kendisini , âlemini, Âlimini ,isteklerini, heveslerini.
Hasan, isminin anlamındaki güzelliğin tecellisiyle mi yoksa kalbinde var olan zenginlikten mi bilinmez güzelliklere müptela kılmıştı kendisini, bazen de güzel zannettiği gayesiz şeylerle de azımsanmayacak vakitleri kurban ediyordu. Bunun yanında coşkun ve kimi zaman âsi bir kişilikti. Zaman onun etrafını avına odaklanmış bir avcı gibi çeşitli zorluklarla örerken o, kudretli olduğunu kabullendiği demlerde layemut biz vaziyette hayatın akışına kaptırıyordu kendisini . Bu anlarda ne geçen süre onun için mühim bir değer olabiliyordu ne de kaçırdığı fırsatlar. Varsa yoksa mısır firavunları gibi anın tadını çıkarma gayesi. İltica ettiği fani gülüşler, zevkler günün onun için bitmediği lakin zevklere perdesini az da olsa kapattığı anlarda acayip bir tükenmişlik ve boşluk olarak dönüyordu. Dinlenmekle dahi geçmek bilmeyen bir yorgunluktu.
Ölümler görmüştü, annesizliğin onu hangi buhranlara sürükleyeceğini dahi bilmeden daha beş yaşında babasızlığın ne acı bir hâl olduğunu tadıvermişti, gerçekten çok zordu babasızlık. Zira annesi öldüğü gün babasından beklediği şefkatin rüyasını dahi göremez olmuştu. Aksine onca acıyı yaşayan çocuğuna lakayt kalan babasını ölü biliyordu. Ve bu vaziyet annesizliği dahi çoğu zaman bastırabiliyordu. Muazzam bir acının kendisiyle yarışan başka bir acoyla sindirilebileceğini kabullenmişti. İşte belki de o zamanlardan kalan bu derin izini taşımaktan kaynaklı olsa gerek ölüm de yaşamak da birdi onun için. Hayatın sillesini düşünmek onu celladına âşık olan ölüme mahkum bir insan edasıyla daha çok hayata ve hayatın içindeki bir sürü boş şeye bağlıyordu . Aslında bazen duraksamıyor değildi bu mühim meselede. Çünkü o insanların söylediklerindense gözlerinin ne söylediğini daha çok dikkate almaya özen gösterirdi. Hatta bu tür telkinlerde bulunanların ölümden ve ötesinden bahsedildiğinde nasıl derin ürpertiler hissettiklerini iyi okuyordu. Toprağın bağrından gelmek, doludizgin yaşamak, ait olduğu mekana geri dönmek acayip ve kaçınılmaz döngüydü. İster insanlar içinde olsun isterse tabiatta gözlemlediği her şeyde bir çaba vardı ve özellikle insan dışındaki diğer unsurlar kusursuz bir görev ve işbirliği içindeyken kendisi gibi akışa teslim olmuşlar için nasıl bir son vardı kim bilir…
YORUMLAR
Bana bir hikayeden çok deneme gibi geldi yazınız. Hasan'ı çekip alsak, sadece okura seslensek de olur. Bu benim düşüncem elbet. Ama müthiş bir tekniğiniz olduğunu teslim etmeliyim. Harika betimlemelerle, ele aldığınız durumu çok değişik yönlerden yaptığınız detaylandırmayla çok güzel vurguluyor, okura kaçacak delik bırakmıyorsunuz. Hangi tarzda olursa olsun, ister durum ister olay ya da karma, yazacağınız öykülerin oldukça güçlü, okuru fethedecek olması su götürmez bir gerçek.
Layemut kelimesini ilk kez duydum. Çok hoşuma gitti. Hemen dağarcığıma ekliyorum. Teşekkür ederim.
Tebrik ederim.
nitemtran
Sağlıcakla kalın