- 1388 Okunma
- 8 Yorum
- 2 Beğeni
Damat Ferit
Yatak odasındayım. Evin tek televizyonu karşımda. Eskilerden bir film oynuyor. Başrolde Tarık Akan. Adanalı babası Hulusi Kentmen onu ve iki kardeşini İstanbul’a okumaya göndermiş ama bunların hiç birinin okumakta gözü yok. Biri 70 lerin öğrenci olaylarına karışmış, diğeri kahvehanelere kapanmış, Tarık da kendini çapkınlığa adamış… Bir an geliyor, Tarık’ın aynı anda idare ettiği üç kız, yeni asıldığı dördüncüsü ve filmde hiç repliği olmayan sözlüsü aynı yerde karşılaşıyorlar. Aldatılan kızlara değil, faka basan Tarık’a acıyorsunuz.
Tam bu sırada yatak odasına Delia giriyor. Evliliğimizin yirmi sekizinci gecesi… Bir süredir çalışma odasında, sesi çıkmıyordu. Ekrana göz atıp yanıma geldi.
“Hiç kendini bu durumda buldun mu?” diye sordu.
“Tarık Akan’ın durumunda mı? Yoo.”
Her şeyden önce babam Adanalı Hulusi Kentmen değildi. Ben de yakışıklı değildim. Bu kelime benim için balayımıza kadar kullanılmamıştı. Balayımızda da kullanan olmadı.
“Peki o zaman buna ne diyeceksin?”
“Bu” bir bilgisayar çıktısıydı. Alıp, baktım: Bir eposta. Bana yazılmış. Yazan kişi, ki kendisi bir hanım, bugüne kadar bana olan sevgisinden eşimin varlığına katlandığını söylüyor.
Güzel...
Mektup kaldığı yerden devam ediyor: Ama artık sınırı geçmişim. Sevgilim, kendisinden daha yeni diğer sevgilimin varlığına tahammül edemeyecekmiş.
Yani Delia ile evlenmiş olmam sorun değil ama Satenik ile aşk yaşamam dayanılmaz... Kadınların farklı bir evrende yaşadıklarını düşünüyorum. Bizimkisiyle bir şekilde kesişiyor ama o kadar; daha fazla değil.
Ekrana bakıyorum. Ben mektuba dalmışken işler Tarık Akan için de kötü gitmiş. Babasını tarlasında ırgat olarak çalışıyordu. Çok geçmeden canına tak edecek, İstanbul’a gidip, hem okuyacak, hem de kitap satarak hayatını kazanacaktı. Sonra da Gülşen Bubikoğlu’nun kapısında yatacaktı. Ama daha o sahnelere vardı. Şimdilik sadece tarlada sürünüyordu.
Filmlerdeki klişe olan, çapkınlık sırasında basılan adamın “Dur, bak açıklayabilirim” demesini aklıma getirdim. Ne diyecekti? Ne diyebilirdi? Sadece bir bacağınız pantolonun içinde, aklınıza ne gelebilirdi? Bunu benden başka bir tek İlyas Salman’ın Bilo karakteri mi merak ediyordu? “Sor bakalım, ben niye böyle yaptım?” diyen Şener Şen’e her seferinde bir merakla, belki de meraktan çok ümitle soruyordu: “Peki söyle ulan, niye yaptın?”
İnsanın köşeye sıkışınca aklı çalışır derler. Benimki çalışmadı. Televizyonu kapattım. Kalkıp, üzerimi değiştirdim. Klişe bavul hazırlamayı gerektirir ama bavulumun nerede olduğunu bilmiyordum; bu yüzden hazırlamayı bile denemedim. Geride bıraktığım kıyafetlerimden kat be kat fazlasını kaybedecektim. Askerliğim gibi evliliğimi de yirmi sekiz gün yapmıştım. İlki bedelliydi; ikincisi de öyle olacaktı.
İyi çekilmezse kapanmayan sokak kapısını kuvvetlice çekmek zorunda kaldım, gürültüyle suratıma kapandı.
Dışardaydım. Karanlıktı. Arabamın iç lambası tüm çabasına rağmen ortalığı aydınlatamadı. Direksiyona yaslanmış, nereye gideceğimi düşünürken farkettim ki İstanbul’da hiç otelde kalmamıştım. Belki de zamanıydı.
YORUMLAR
Merhaba İlhan Kemal,
Bütün yazılarınızı kaçırmadan okumaya çalışırım. Hatta yorumlarınızı da, çünkü o yorumlar çok zaman ışık tutuyor bize. Bilmediklerimizi, yanlış bildiklerimizin doğrularını öğreniyoruz sizi okumakla.
Gelelim öyküye; Henüz 28 günlük evli bir çift var karşımızda ve karısı elinde bir bilgisayar çıktısı ile karşısına dikiliyor.
Burada kahramanımız, mevcut Türk filmlerindeki gibi 'Dur bi dinle' demiyor çünkü karşısındaki kadına ne söylerse söylesin ikna edemeyeceğini biliyor.
Karşısındaki kadın, bizlerden biri olsaydı hemen savunma ister, çok zamanda inanmış gibi yapardı, öyle yapmaktan başka çaresi yoktu çünkü.
Neden derseniz, bir çoğu kendi ayakları üzerinde duramayan, ekonomik bağımsızlığı olmayan kadınlar. Çaresiz göz yumar.
Ekonomik bağımsızlığı olsa bile, 'El alem ne der?' İşte Türk toplumunu derinden etkileyen bir etkendir bu 'El alem ne der' Çekilmez bir evliliği bile yıllarca bir küfe gibi taşıtır insana.
Gelelim Delia'ya, kendinden emin bir kadın. Kahramanımız da bunu biliyor olmalı ki bavulunu bile hazırlamaya gerek görmeden evi terk ediyor. Daha sonra Delia'nın bütün bunları burnundan fitil fitil getireceğini, nafaka, tazminat gibi büyük bir külfetin altına sokacağını bildiği için bir kıytırık bavulun lafımı olur diyerek evi terk ediyor.
Ya da, öfkeyle kalkıp zararla oturmak istemedi, ilerleyen zamanlarda sakin sakin konuşmak için gitti.
Ya da büyük bir şok yaşadı...
Tebrik ederim, saygılar
İlhan Kemal
=> "Neden derseniz, bir çoğu kendi ayakları üzerinde duramayan, ekonomik bağımsızlığı olmayan kadınlar. Çaresiz göz yumar.
Ekonomik bağımsızlığı olsa bile, 'El alem ne der?' İşte Türk toplumunu derinden etkileyen bir etkendir bu 'El alem ne der' "
Hele bir de 28 günde biten bir evlilik için el alem ne der? sorusu vardır.
Bu öyküyü aslında daha uzun bir öykünün, el alem ne der? sorusunun sorulduğu öykünün içinden çekip çıkardım. Kısa süren bir evlilik ile ilgili el alem epey diyecek söz buluyor, bunlar da bekleneceği üzere dikkate alınıyordu.
=> Ya da, öfkeyle kalkıp zararla oturmak istemedi, ilerleyen zamanlarda sakin sakin konuşmak için gitti.
=> Ya da büyük bir şok yaşadı...
Ya da, sizin de bir önceki paragrafınızda değindiğiniz gibi, kaybedeceği bir savaşı görüp hiç çabalamadı. Tıpkı benim 2010 yılında Amerika uçağını kaçırıp biletimi yaktığım an gibi.
Saygılarımla.
öyküyü dün okumuştum aslında,okurken bir dolu şey yaşattı,gülümsetti.
yorum yapmak istedim ne yazacağımı bilemedim,vazgeçtim.
kutlamak istedim,öyküye haksızlık gibi geldi böyle yorumlamak.
bugün tekrar döndüm işte sayfaya..
yorumlardan çok verdiğiniz cevaplar beni hayran bıraktı size..
herkes ağzının payını almış gibi duruyor,ben de böyle düşündüğüm için birazdan alırım gibi geliyor.siz öyle demek istemediniz aslında,biliyorum..
herkes anlayabildiği ölçüde duyuyor..(bunun için de azar yemem umarım,birilerinden)
çok keyifliydi,kaleminize sağlık..
asıl hayranlık verici olan da,baktığınız yöndü benim için..
saygılar..
İlhan Kemal
Yanıtlarımı 'ağız payı' olarak almayın. Bu bir tartışma... Okuyanlar olumsuzları işaret edecek, bense en azından bazılarını niye yaptığımı açıklamaya çalışacağım. Biri diyecek ki 'Öykülerin hep yurt dışında geçiyor', ben de diyeceğim ki 'Ayşe iş çıkışı bara uğradı' diye cümle kuramıyorum da ondan. Sonra bir başkası 'Erkek karakterlerin hep aynı kişi oluyor' diye eleştiri getirecek, benim de verecek cevabım olmayacak. Tek yapabileceğim farklılaşan erkek karakterler yaratmayı denemek olacak.
Teşekkür ederim okuduğunuz ve yorumladığınız için. Saygılarımla.
Öyküleriniz kısa veya uzun hepsini keyifle okuyorum. Finaller harika. Bu öyküde de kahramanımız gereğini yapmış...Bavulu elinde ortadan kaybolmuş...
Sevgilerimle...
İlhan Kemal
İnsanın kapıyı çektiğinde yüzüne kapatması ilginçti... éAh bu bilgisayarlar!" dedirten öyküler daha bitmez, eminim. Güçlü bir kaleminiz var, her zamanki gibi keyifle okuttu kendini, ama çok daha güçlü öykülerinize alışmış biri olarak size, sizden hep onlar gibi öyküler umma haksızlığını yapacağım...Samimi tebriklerimle.Saygılar.
İlhan Kemal
Oyun oynarken bira içip, sonra da hayatlarını anlatan adamlar serisinin dördüncü ve son bölümünü yazacaktım. Ama baktım ki öykü giderek hantallaşıyor, aradan bu bölümü kesip çıkardım (Dördüncü karakterin anısının girişiydi bu bölüm). "Adam ebelenmiş, bunun üzerine de evi terketmiş. Eee yani?" etkisini yaratmasını istemezdim ama öyle olmuş demek ki. Diğer taraftan, Yuenling'i (Dördüncü bölümün ve kahramanının favori birasının adı) tamamlasaydım okuması zevkli olmayan, kuru ve uzun bir hikayem olacaktı. Ehven-i şer oldu. Saygılarımla.
tebrik ederim. üslubunuz ve kurgularıniz çok hosuma gidiyor. şu noktalar kafama takıldi. öykünun ana karakteri dürüstlüğünden mi çekip gidiyor? oysa yeni evli olmasi onu kirli geçmişi konusunda daha mazur kiliyor. eski hayatına dair ikna edici birkac söz söylemesi belki de evliliğini kurtaracaktı. ama dürüst davranarak yalan soylemeyerek herseyi kabulleniyor. evliliği flört derecesine indiriyor. saygilarimla
İlhan Kemal
Ben "Kazanamayacağı bir savaşa girişmemeyi yeğlediği için" derdim. Ama öykü yazılıp, bittikten sonra yazarının da hükmü okuyuculardan fazla değil.
=> oysa yeni evli olmasi onu kirli geçmişi konusunda daha mazur kiliyor. eski hayatına dair ikna edici birkac söz söylemesi belki de evliliğini kurtaracaktı
Güzel, tartışmaya açık bir nokta. Diyelim ki "kurtardı"; gerçekten evliliği kurtulur muydu? Bir kere o güven kırıldıktan sonra beraber de yaşasalar, gerçekten bir çift olurlar mıydı?
Evliliğimizin ilk ayında karım Ayşe'nin beni, hem de iki ayrı erkekle, aldattığını, aşıkları aralarında kavga etmeye başladığında farkettim.
diye öyküyü şöyle kurgulasaydım o evliliğin kurtulması hala istenir miydi?
Ya da evliliği flört kategorisine indirmek değil de ama ölü doğmuş kabul etmek, bundan bir şey olmayacak, yol yakınken, çoluk çocuk yokken, kimse tam olarak yerleşmemişken ayrılmak daha mı uygun olurdu? (Öyküdeki anlatıcı böyle yapıyor)
Bu soruların cevabının kişiden kişiye değiştiğine inanıyorum. Saygılarımla
insan yıllardır izlediği bir filmin başrolüne oturduğunda nasıl hisseder ki?
o anın ciddiyetini es geçip bu trajikomik duruma güler mi?
yoksa daha önce bu senaryoya uygun bir cevap düşünmediği için kendine kızar mı?
hemcinsim olduğundan mı, yahut anlatıcının bize sunuş şeklinden mi bilemiyorum, başroldeki için üzülüyorum ve mektup yazan metresi lanetliyorum.
son sahnede tanju okan'dan kadınım şarkısı giriyor fona ve yağmur şıpırtısı..
Delia bir söz karşılığı affediyor, affetmeli, madem Türk filmi gibi başladı öyle bitmeli...
neyse vardır güzel bir otel sabah ola hayrola...
İlhan Kemal
Aslında o başrole çok daha önceden oturmuşuzdur. Eğer öyküde dendiği gibi aldatılan kızlara değil de Tarık Akan'a acıyorsak zaten kendimizi Ferit'in koltuğuna oturtmuşuzdur. Ama olayın gerçekten başınıza geldiğini kavradığınızda durumun traji-komikliğini ne derece anlarız; bu herkesin kendi deneyimine kalmış.
=> hemcinsim olduğundan mı, yahut anlatıcının bize sunuş şeklinden mi bilemiyorum, başroldeki için üzülüyorum ve mektup yazan metresi lanetliyorum.
Üzüntünüz hemcinslikten dolayı değil; buna inanın. Kültürümüzde diğer tarafı suçlama eğilimi var. Yuva yıkan kadın diye bir kavramla yaşıyoruz. Hayır, yuvayı yıkan filan o değil. Yuvayı evlilik anlaşmasına uymayan eş yıkıyor. Yuva yıkan diye bilinen kadın bağlılık sözü vermiş değil ki; koca olan kişi vermiş. Burada da durum farklı değil. Tek suçlu başkalarıyla ilişkisi varken evlenen adama ait.
=> son sahnede tanju okan'dan kadınım şarkısı giriyor fona ve yağmur şıpırtısı..
Benim aklımda Fransız filmlerinden müzikler vardı ama Tanju Okan'ınki de onlar kadar iyi durur (Belki de en iyisi Billy joel'in Stranger şarkısının başındaki 56 saniyelik enstrümantal bölüm)
Delia bir söz karşılığı affediyor, affetmeli, madem Türk filmi gibi başladı öyle bitmeli...
Türk filmi gibi başlatıp, Fransız filmi gibi bitirdiğimi düşünüyorum. Türk filmi gibi devam edemezdi; baba Hulusi Kentmen değil.
Saygılarımla.
Kısa öykülerinizi hiç sevmiyorum çünkü çabuk bitiyorlar. Öykü eklediğinizi görünce hevesle yaptığım kahvenin büyük bir kısmını yorum yazarken soğutmak zorunda kalıyorum. Şimdi olduğu gibi.
Bu kez bakkal çırağını esir alıp ona askerlik anılarını anlatan ihtiyar konumunda ben olacağım sanırım.
Ne garip ki kadınlar da erkekleri anlaşılmaz bulur. Kabul ediyorum kadınlar erkeklere göre daha karmaşık. Ama anlaşılmazlık nerede bilemedim. Kadın bir davete giderken en uzak akrabadan bilmem neredeki komşuya kadar bütün davetlileri düşünür, ona göre orada nasıl davranması gerektiğini falan planlar, sonuç olarak ayakkabısının içinde diken varmışçasına huzursuz bir kaç saatten sonra evine döner; erkek yalnızca davete gider ve eğlencenin keyfini çıkartmaya bakar hepsi bu. Belki de hayat şartları kadını detaylı düşünmek zorunda bırakmıştır. Mesela bir erkek akşam üzeri saat dörtte eve gidince evde hangi işleri yapacağını düşünmez. Aklı acaba akşam yemeğinde ne var sorusundadır. Sonrasında bir etkinlik yapacaksa da genelde bunu planlamaz; yanılıyor muyum? Mesela canı dışarı çıkmak istiyorsa yemekten sonra bir kaç arkadaşını arar ve çıkar. Bu arada kadın hala bir şeyler düşünüyor hatta kurguluyor olur. Çocuğun ödevleri, yarın giyeceği gömlek, ertesi günün yemeği falan...Eşim her zaman kendisinin yerine de düşündüğümden şikayet eder. Yani kendi alanımızı tükedip beylerin düşünce sahasına da el atıyoruz bazen. Yarın gri pantolonunu giyecek, ütüleyivereyim. Acaba evin taksidini ödedi mi? Ödemediyse ne yapmalı, öyle olsa böyle mi olur? Niye öyle olacaktı keşke şöyle olsaydı...bitmez!
Gelelim öykünün kahramanına. Sanırım kendisinin de Ferit'ten geri kalır yanı yok. Tek bir açıkta ceketini alıp nerede kalacağını düşünmesi ona umursamaz bir hava vermiş. Açıklayabilirim bile dememiş. Belki de açıklayabilirdi. Sonuçta bir bacağı pantolonda ya da biriyle el ele yakalanmış değildi? Niye öyle gitti ki?
Adam kendini yakışıklı bulmuyor ama okura yansıttığı hava hiç de öyle değil. En azından havalı görünüyor. Kadınların önemli bir yüzdesi havalı ama vasat bir suratı, yakışıklı ama sünepe bir tipe tercih eder.
Bir şey daha dikkatimi çekti bugün: Erkek kahramanlarınız nerede ne yapıyor olursa olsun genelde aynı karakterde. Belki de tarzınız bana bunu düşündürüyor. Diyeceğim şu ki; bu adam her kimse iki ciltlik romana sığacak kadar renkli bir kişilik ve siz bunu değerlendirebilirsiniz. Havaalanında içkisini yudumlarken etrafı seyreden adamla, Charles Shaw ya da namı diğer Sör Charles'ı ete kemiğe büründürüp onunla cesetli yolculuk yapan ve buna rağmen soğukkanlılığından hiçbir şey kaybetmeyen adamla, karısı doğum yapmak üzereyken etraftaki kadınları gözlemleyip makyajla ilgili görüşler öne sürebilen adamla, hatta boyun müptelası baltayla bu öyküdeki adamın karakter yapısı ya da okura yansıttığı karakter hemen hemen aynı: Umursamaz, çoğu zaman ne yapacağını bilmeyen ama mutlaka kendini kurtaracak olan, havalı, gezgin, genelde fakir olmayan ve genelde olaylar üzerinde çok da kafa yormayan maceracı tipler. Çalışmalarınızı hiç kaçırmayan bir kişi olarak gözlemim bu. Zaman mekan değişiyor, savaş çıkıyor, cinayetler oluyor, aşklar ayrılıklar vesaire ama kahramanımız hep aynı. Siz "Uzun öyküler ya da roman yazacak sabrım yok" diyorsunuz ama bence farkında olmadan yazıyorsunuz bile. Bu söylediklerim size vaktiyle yapılan o talihsiz eleştiriyi çağrıştırmasın. Benim söylediğim kesinlikle farklı. Sadece baş kahramanın karakterinden bahsediyorum ve bu bana göre çok iyi bir şey.
İyi ki sizi okuma fırsatımız var. Ve inşallah birgün kahvemi hiç soğutmadan okuyabileceğim bir kitabınız elime geçer.
Saygılarımla.
Aynur Engindeniz tarafından 8/26/2015 2:36:21 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Ne yazmışsınız? Çok şey yazmışsınız; bu yüzden bir süre mağarama çekilip durumu değerlendirmek durumunda kaldım. Diğer okuyuculara belirtmeliyim ki durum değerlendirmemin sebebi Aynur Hanıma vereceğim cevapla ilgili değil, onun söylediklerinin kulağa doğru gelmesi, bu durumda da ne yapabileceğimi tartmak içindi.
Önce belirteyim, çok güzel, aradığım yorumlardan biriydi. Kendimi gerçekten şanslı hissediyorum.
=> Kısa öykülerinizi hiç sevmiyorum çünkü çabuk bitiyorlar
Ben ise onları çok seviyorum çünkü çabuk bitiyorlar. Siz kendi yazdıklarınızdan da bilirsiniz; metin dördüncü sayfaya geçti mi (Ben 1.5 aralık yazıyorum) dijital ortamda okuyucu yoruluyor. Yorumlarda 'O kadar akıcıydı ki uzunluğunu hissetmedim' gibi görünüşte öven ama aslında şikayet eden cümleler beliriyor. Kendi açımdan da kısa olanları tercih ediyorum çünkü bir oturuşta bitiyorlar. Eğer iki kerede tamamlıyorsam iki omurgası olan, hilkat garibelerine dönüşüyorlar.
=> Belki de hayat şartları kadını detaylı düşünmek zorunda bırakmıştır
Bu konuda cinsiyet ayrımcılığına gitmeyeceğim. Detaya özen göstermenin daha çok kişilikle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bizim evde olayları adım adım düşünen, bir sonraki adımda neler gerektiğini hesaplayan çoğunlukla ben oluyorum. Sizin davet örneğinde şu söz konusu olabilir: Detaydan çok olayın içeriği önemlidir. Sözü geçen erkek daveti ya da topluluk içinde kendisinin nasıl gözüktüğünü umursamıyorsa tabii kafa yorma süresi de kısa olacaktır. Belki de bu tip bir analizden önce sormamız gereken ilk soru 'Onun için ne kadar önemli?' olmalıdır.
=> Mesela bir erkek akşam üzeri saat dörtte eve gidince evde hangi işleri yapacağını düşünmez. Aklı acaba akşam yemeğinde ne var sorusundadır.
Çoğu erkek için evde kendisinin görmesi gereken iş yoktur (Bazı tamiratlar dışında) O yüzden akşam dörtte eve geldiğinde (Bu arada insaf! Hangi iş bu sizi eve saat dörtte gönderen?) sadece yemeği düşünmesi gayet doğal geliyor. Araba yolculuğuna çıkılacaksa rollerin değiştiğini gözlemleyebilirsiniz çünkü bir çok erkek bunu kendi görevi kabul eder ve hazırlıklarına önceden başlar.
=> Sonrasında bir etkinlik yapacaksa da genelde bunu planlamaz; yanılıyor muyum?
Bunun pek öyle olmadığını söyleyebilirim.
23 Temmuz akşamı, iki erkek arasında geçen bir sohbetten alıntılar:
'3 Ekim akşamı işin var mı?'
'Gayet uygun. Bir numaralı buluşma noktası mı?'
'Evet. Araba var mı?'
'384 litrelik bagaj hacmi olan bir tane var'
'Bana yeter. Havaalanında 2B'ye mi park edeceksin? Tamamdır. 4 Ekim'deki gündem dolu mu?'
Konuşma 4 Ekim'in planlanması ile devam eder.
=> Adam kendini yakışıklı bulmuyor ama okura yansıttığı hava hiç de öyle değil.
Aslında bu bir okurdan tepki alma cümlesiydi; bunu da başardı. Jeff Goldblum'un en çekici kabul edildiği bir dünyada erkek için bu sözü duymamak o dünyanın sonu değil. Öte yandan kadınlar için çekici olmamak diye bir kavram var ama bu birebir yakışıklılıkta ilgisi yok.
=> Erkek kahramanlarınız nerede ne yapıyor olursa olsun genelde aynı karakterde.
İşte bu yorumun vurucu cümlesi. Benim ihtiyacım olan da bu.
İki ayrı nokta var. benim öykülerimde bu iki nokta birbirinden bağımsız olabildiği gibi kimi zaman da tamamen iç içe geçmiş olabiliyorlar.
İlki anlatım dili: Karakter ne olursa olsun, fazla konuşup kendini ya da çevreyi anlatmasını tercih etmiyorum. Okuyucu bilmesi gerektiği kadarını bilmeli ve 'Sesime gel Tarzan' misali gideceği yön belirli olduğu halde el yordamıyla hareket etmeli. Bu öyküdeki yakışıklı olmama teması kahramanlarımın kendilerini tasvir ettikleri nadir anlardan biridir.
Finallerde kahraman konuşuyor olsa da aslında daha sessizleşir çünkü okuyucunun görmesi gereken tablo bitmiştir, ona da resmin önünden çekilmek kalır.
İkinci nokta ise çok konuşmayan, kendini satmaya meraklı olmayan karakter, bir ölçüde yabancılaşmış karakterler hoşuma gitmesi. Öyküye bir absürtlük kazandırıyor. Doğum esnasında makyaja dikkat eden baba buna bir örnek. Örneklerimi ise gerçekten hayattan alıyorum: Brooklyn'de girdikleri markette yerde beyni dağılmış şekilde yatan adamı görüp, yandaki reyona geçen ve alışverişine devam eden insanların halini gördüm güvenlik kamerası kayıtlarında (Bekleneceği üzere hikayeleştirmiştim).
Erkekler karşı cinsle beraberken uzun sessizlikleri tedirgin edici bulurlar, bu yüzden de konuşmaya başlarlar düşüncesi yaygındır. Kahraman da bir anlamda devreye girmeyerek okuyucuyu o rahatsız edici sessizliğin içine sokuyor. Araya girip, bir şey söyleme ihtiyacı duyuyorsunuz.
Bütün bunları söyledikten sonra içimi o şüphenin kemirmeye devam ettiğini söylemeden edemeyeceğim: Hep aynı kişiyi mi yazıyorum gerçekten? Öyleyse, çok fena...
Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Siz gerçekten rahatlıkla iki saat okunabilecek bir tazda yazıyorsunuz. Yormayan sıkmayan bir üslubunuz var. Artık bin kaçıncı kez bunları söyledim ve kendimi tekrara düştüm bilmyorum ama burada sizi okumak şanstır. Böyle iki üç kalem daha var. Bazılarını okumak keyif, bazılarını okumak şans bana göre.
Aynı kişiyi mi yazıyorum acaba sorusu benim kendime yazım konusunda en çok sorduğum soru. Bu bende bariz, Aslında düşünmeme bile gerek yok. Fakat ben buna hiç kötü bir şeymiş gibi bakmadım. Olay kurgusu farklı olduktan sonra aynı kişiyi yazmanın bir sakıncası yok bana göre. Tabi bana göre. Üç romanım olsaydı üzü de aynı karakterde başkahramana sahip olsaydı aynı şeyi söylemezdim tabi. Ama yayınlanmamış öykülerde bunu dejavantaj olarak görmüyorum. Sonuçta basıma gidecek bir dosya hazırlamıyoruz. Cevabınızdan sonra iddiamı bir kere daha düşündüm. Gayet akla yatkın bir açıklama. Belki bundan sonra anlattıklarınızın ışığında okumalar yaparım.
Her ne ise; ben sizi buradan da olsa okumaktan memnunum. Ve iyi ki diyorum. Gerçi bir İlhan Kemal daha var sitede. Tesadüfen gördüm ama henüz bir şey yazmış mı diye bakamadım. Her kimse umarım forumlarda ya da yorumlarda sizin için söylediklerimi üzerine alınmıyordur :)
Hani bir klişe vardır kaleminiz daim olsun. İşte bu klişeyi kullanmak istediğim yer burası. Kaleminiz daim olsun, bizimle olsun sayın yazar. Hem yorumlarınızla hem cevaplarınızla hem öykülerinizle benim nesir sıralamamda bir numarasınız. Saygılarımla.
Bu yazıya nasıl yorum yapılır bilemedim ama şunu söyleye bilirim. Madem uçmasını bilmiyorsunuz niye o zaman?’’
Neyse olan olmuş artık bari hayatın bundan sonrasında uçmayı öğrenin hem yakışıklı değilim diyorsunuz hem de olacak iş değil. Fakat yinede bravo gerçekten bu nasıl bir öz güven hayran kaldım.
Yazı keyifli ama sanırım okuyucu için.Size kaldığım oteli tavsiye edebilirim biraz fiyatlı fakat oldukça iyidir.
Saygı selamlarımla
İlhan Kemal
=> Madem uçmasını bilmiyorsunuz niye o zaman?
Gayet yerinde bir soru ama insan doğası genelde ilk adıma odaklanıp, gerisini bir şekilde idare edebileceğini düşünür.
Çocuğu veren Allah rızkını da verir
ya da
Her işte bir hayır vardır
gibi yaklaşımlar kültüre yüzyıllar öncesinden yerleşmiş durumda. Ben öyküdeki durumu değerlendirmek için
''Her şey olacağına varır'' ı
tercih ederim. Varmış da zaten.
=> hem yakışıklı değilim diyorsunuz hem de olacak iş değil
Jeff Goldblum'un yıllar yılı çekici erkek seçilip, başrollerde oynaması her şeyin ''yakışıklığa'' dayanmadığını gösteriyor (Öte yandan Brad Pitt ya da George Clooney daha fazla başrol oynadı; o başka).
Saygılarımla.
Serhat BİNGÖL
Yoksa öyküden yola çıkarak sizin yakışıklılığınızın ya da yaşamsal tercihlerinizi eleştirmek falan değil. Bu kadar bilimsel yaklaşılacak bir yorum da değil. Neyse galiba doğru iletişimi kuramadık.
Özetle olumsuz yönde anlaşılmaya yol açacağını en azından sizin entelektüel düzeyinize dönük yanlış anlaşılmaya dönüşebileceğini beklemiyordum. Espriyi mizahi anlamda yorumuma cevabınızda da devam ettirmenizi beklerdim.
Saygılarımla.
İlhan Kemal
Sütten ağzı yananlardanım. Siz kusuruma bakmayın.