- 623 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cypraqual: Kolye 9.Bölüm 2.Kısım
Kayalar ikilinin önündeydi ama onlar yanyana değildi.Elf ve diğeri ayrı yerdelerdi ve ikisi de karanlıktaydı çünkü bulundukları yerde arkaları kapalıydı.
Elf,kayaların yanından geçti. Onun gözleri arkadaşına göre karanlıkta daha net görüyordu.Yine de önündeki yol tam olarak görünmese de bazı şeyleri seçebilecek durumdaydı.Savaşçıyı yanında göremeyince iki tarafı duvarlarla kaplı yerde onun ismini telaffuz etmiş ama bir sonuç alamamıştı.Az da olsa önünü görmeye gayret göstererek yürürken kendi kendine söyleniyordu ‘Keşke içimdeki sese kulak verseydim.O kayalardan kolay çıktık. ’ İçinden düşünmesine ve sessizce dudaklarını hareket ettirmesine rağmen sözleri etrafında aynen yankılandı.Duraksadı… Sözlerin devamı gelmemişti.Tekrar ilerlemeye başladı ve düşünmeye de devam ediyordu.Yürüdükçe düşündükleri birebir yankılanıyordu.O da zihinini boşaltarak düşünmemeye karar verdi.Bulunduğu yer engebeli,tümsekli ya da çukurlu değildi o yüzden hiç takılmamıştı.Yolun genişliği daralmaya başlarken çok az elleri temas ediyordu duvarlarla.Üzerinde hiç korku emaresi yoktu zira karanlık ortamlardan korkacak şekilde bir yapıya sahip değildi.Hatırı sayılır bir casustu ve Recnat onu yakalatmamış olsaydı Diameldin batı kanadı ile doğusu arasında casusluk işine devam edecekti.İşini icra ederken bir çok defa karanlıkla yüz yüze gelmiş ölüm onu yakalamadan yanından geçip gitmişti.Karanlıkta gözleri etrafı loşlaştırıyordu sanki buzlu camın ardından bakmak gibiydi görüşü.
Tünele dönüşen yolda sessizlik hüküm sürmeye devam ederken ayaklarının altındaki zemin aşağıya meylediyordu.Bir süre sonra tekrar düzlüğe çıktı.Arkası kapalı olduğu için önünde ne varsa onu tüketmeye devam ediyordu gözleri.Eğim yok denecek kadar azalırken sessizliğe meydan okuyan bir vızıltı onun kulaklarına hücum etti.Bir böceğin kanat çırpışlarının çıkardığı bu ses kulaklarına şiddetli derecede vuruyor ve bu onu çok rahatsız ediyordu.Vızıltıyı çıkarını takip eden gece görüş yeteneğine sahip gözleri onu hapse aldı ve hiç vakit kaybetmeden elleriyle minik yaratığı duvara mıhladı.Onun vızıltısının böylelikle kesilmesinden sonra tünelde şiddeti daha fazla, başka bir gürültü daha peydah oldu bir anda.Arkası kapalı iki yanı duvar olan bu yerde kapanı kısmıştı.Yakınlaştıkça artan bu sesin sebebi bir su kütlesiydi.Onu görür görmez beyhude geriye koştu ama su tünelde yükselmeye başlıyor ve eninde sonunda her tarafı dolduracak ve bir şeyler yapmazsa boğulacaktı.Suyun neden geldiğine dair sebebini düşünecek vakti yoktu ve ceplerini karıştırmak geldi aklına.En gözde elf büyücülerinden tehlikeli durumlarda kullanmak için aldığı şişeciği buldu.Bunun içinde ortama göre davranmayı sağlayan ve bir defa da kullanılan iksir mevcuttu.Çok değerli elflere verilen şişeceğin içindeki sıvıyı kafasına dikti.Su tamamen kapalı alanı doldurmasına rağmen o boğulmamıştı zira iksiri içtikten sonra balık gibi davranmıştı.Şimdilik bu sorunu halletmişti ancak bu akvaryumdan nasıl çıkacaktı? En nihayetinde iksirin etkisi geçecekti.Suda karada yürüdüğü gibi yürürken aklında bu soru tek başına dolanıp duruyordu.
Elf hızlıca hiç vakit kaybetme lüksü olmadığını bilerek bu çıkmazda her tarafı araştırarak çıkış arıyordu.İçine şelaleye yaklaştıkları zaman kapısını çalan şüphe aynı yüz ama farklı bir kılıkla tekrar geldi: ‘Bu suda bir gariplik vardı.Berraklığı çok azdı.’ İki kez kapıya vuran bu düşünce aklına bir şey getirdi.Su da elini dalga yapmayı düşünerek salladı ancak beklediği olmadı.İksirin gücü azaladursun şüphenin gücü artıyordu.Kafasında bu düşünceler birbirlerine kartopu atan çocuklar gibi oynaşırken iki tarafındaki duvarlardan birinde bir nokta dikkatini çekti.Böceğin bir kanadının kopmuş bir şekilde yapıştığı yerde bir kapak vardı ve yaratık onun üzerindeydi. ‘Nasıl olur? Daha önce baktığımda burası böyle değildi?’ diye yeni şüpheler aklında kartopu savaşına dahil olurken tam kapağı açacaktı ki sanki güneş misali ortaya çıkan içgüdüsü bütün karları eritti ve oyuncular kayboldu.Casusluk önsezilerinden yararlanarak kapağı açmaktan son anda vazgeçen elf bekledi,bekledi… İksirin gücü geçmesine rağmen boğulmadı ve dolayısıyla ölmedi.Anladı ki aslında bu su bir illüzyondu ve çıkan gürültü başka bir şeye aitti.Çıkarımı şöyle oldu: Kapağı açıp bu akvaryumdan kurtulacaktı ama çıktığı yer acaba neresi olacaktı? Elf büyücülerinin yanında daha önce bir çok defa bulunan casus ilüzyonu zor da olsa fark etmişti.Anladı ki nereye düştüyse burada yalnız değildi.Bu ancak bir büyücünün elinden bu şekilde çıkabilirdi ki bir süre sonra tünel ve su da ortadan kayboldu.Bir anda kendisini yukarı çıkan bir merdivenin başında buldu.Önündeki basamakları kontrol etti ve onların gerçek olduğunu anladı.Bulunduğu yerde sadece onları görebiliyordu zira diğer taraflar tamamen kopkoyu karanlıktı .Bu zifiri karanlığı gözleri açamazdı çünkü doğal değildi.Ne, basamaklarda onu neyin beklediğini ne de kalan yerde neyle karşılaşacağını bilmiyor ve de düşünmek istemiyordu.Babasının sözü olan ‘En çok korkulan şey bilinmeyenin korkusudur.’ cümlesini düşündü bir anda.Acaba diğer yandan da ‘Girsem ne olur?’ diye de şüpheyle tekrar buluştu.Babasının sözüne uyarak merdivenleri çıkarken aklına arkadaşı geldi.
Marjuarane de karanlıkla başbaşaydı.Onun da önünde gördüğü zifir karanlıktı ancak gözleri karanlığı loşlaştıran elfinki gibi değildi.Duvarları dokunarak fark edip tutunarak ilerlemekten başka çaresi yoktu çünkü onun da arkası kapalıydı.Arada kulağını ‘bir ses duyar mıyım’ diye duvara dayıyordu ama beklediği olmuyordu.’Keşke bir meşalem olsaydı’ diye düşündü.Aynı düşünce engin karanlığın içinde kulaç atmaya başladı ve bir süre sonra da önündeki yol bir nebze olsun loşlaştı.Artık duvarlara tutunmasına gerek kalmadan yürürken arkadaşlarının ölümünü düşündü.Ancak gelen yankı ‘Onlar senin yüzünden öldü’ diye farklı bir şekilde oldu.Bir anda irkildi ama yürümekten başka çaresi yoktu.Tedirginliği ve endişesi artarken karanlık ilerledikçe biraz daha loşlaştı ve bir süre sonra yolun genişliği daraldı.Nereye gittiği hakkında hiçbir fikri olmadan ilerlerken düşündüklerinin yankısı sona ermişti.Zemin aşağıya doğru meyledip daha sonra düz oldu.Burada da kesif sessizlik sefasına sürerken onun keyfini bozan bir vızıltı ortaya çıktı.Marjuarane az da olsa bu vızıltıyı duymaya başladı ve de hemen sonlandırmak adına birkaç denemeden sonra sahibi olan böceği sağ yanındaki duvara mıhladı.Daha önce arkadaşının ismini seslendirmesine rağmen sonuç alamamıştı.Tekrar denedi ama hiç ses seda yoktu elfe dair.Böceğin buraya nasıl geldiğini ya da duvara çaktığında neden kan olmadığını düşünemedi zira kafası buradan nasıl çıkacağı ve arkadaşının ne olduğu ile ilgili düşünceler bakımından meşguldü.
O düşünceleriyle sohbetteyken bulunduğu yerde aniden bir gürültü istenmeyen bebek misali doğdu.Tavanın çökmesinden dolayı gelen bu gürültü ona bir an önce bu sorunla ilgilenmesini haber veriyordu yoksa dümdüz olacaktı.Tavan sistemli bir şekilde yere doğru yavaş yavaş inerken savaşçı kayıp tanrılara dua etmeye başladı.Belki tanrılar onu duymadı ama boynundaki kolye bir anda ısındı.Marjuarane bunun ne anlama geldiğini bilmeden etrafı gözleriyle kolaçan etti ve bir kanadı kopmuş bir şekilde duvara yapışan böceğin bulunduğu kısımda daha önce bakıp da fark edemediği çıkıntıyı gördü.Tavan onun pestilini çıkaracakken çıkıntıya dokundu ve duvarın o bölümü açıldı.Ve kendisini geniş bir odanın içinde buldu.Onun gelişiyle duvardaki meşaleler yandı.Savaşçı burada kesinlikle yalnız olmadığının farkına vardı ki durup dururken tavan çökmezdi. Odanın içinde ‘bir an önce elfi bulmalıyım’ diye düşünürken orası daha da aydınlanmaya başladı.
Elleri demir kelepçelerle duvara perçinlenmiş iki kişi karşısında asılı durmaktaydı.Marjuarane onları görünce çok şaşırdı çünkü giydikleri elbiseler iki arkadaşının ölmeden öncekilerle aynıydı.Yanlarına yaklaşıp kafalarını kaldırdı ve bir anda geri çekildi çünkü gördüğü iki yüz arkadaşlarınınkine aitti. Daha da geri çekilerek; ‘ Bu yüzler… Olamaz… Onlar morlonklarla savaşırken öldü… Bu gerçek olamaz… Bu bir rüya…’ diye sanki bir kekemenin konuşmaya çalışması gibi düşünürken kelepçeler yılana dönüşüyordu.Çatallı dillerini duvardakilerin boğazına yaklaştırırken savaşçı dayanamadı ve çıplak elleriyle onları tuttuğu gibi yere fırlattı.Asılı durumda kalanlar kafalarını kaldırdı ve duvardan kurtulup tekrar nesne haline dönen kelepçelere doğru gittiler.O, daha da geriye çekilerek tetikte kaladursun ikili onunla hiç ilgilenmiyordu.Kelepçeleri yerden alıp Marjuarane konuşma fırsatı bulamadan ona doğru fırlattılar ve tekrar yılana dönüşüp üstüne doğru atılanları görünce savaşçı kılıcı kullanarak onları hızlı ve kıvrak bir şekilde ardı ardına çapraz hareketlerle kesip atmıştı.Onunla uğraşan kimse savaşçıyı çok öfkelendirmişti.Marjuarane onlara tekrar baktığında iyice şaşalamıştı çünkü karşısında iki morlonk vardı ve hiçbir tepki göstermiyorlardı.Onun aklından kapalı bir mekanda en son geçireceği hatta hiç istemediği canlı türüydü bunlar.Yaratıkların bir şey yapmasına gerek yoktu kendilerine müdahale edilmedikçe zira hem savunmalarında hem de saldırılarında kendi türleri hariç diğerleri için öldürücü etkisi olan salgıladıkları zehrin kokusu zevk için adam öldüren katil gibiydi.Bunlarla açık alanda karşılaşılırsa havadaki rüzgarın yardımıyla kurtulabilme şansı vardı ama kapalı alandı bu geçerli değildi.Koku iyiden iyiye yoğunlaşırken savaşçı dizlerinin üstüne çöktü kesinlikle ölecekti.Nefes alması zorlaşırken daha önce bu yaratıklarla hiç karşılaşmamış olanların fark edemeyeceği koku odada kol gezen öldürücü nitelikteki olandan başkaydı ki öksürürken bunu anlamıştı.Hemen yeni bir güçle yerinden kalkarak iki morlonku kılıcıyla kesti ya da öyle olduğunu sandı zira kendisini yukarıya doğru çıkan basamakların önünde bulmuştu.Şayet hiçbir şey yapmadan morlonklara karşı koyamacağını zehrin etkisi altında kalarak düşünseydi ve orada dursaydı başka birinin kokusundan ölecekti.
Savaşçı yeni bulunduğu ya da getirildiği yerde sinirden küplere binmiş homurdanıyordu.Birisi ya da birileri onunla oynuyordu ki bir tanesi kesinlikle bu ilüzyonu gerçekleştirebilecek kapasitede olan bir büyücü olabilirdi.Hem onu öldürmeye çalışıyor hem de onunla oynuyordu.Elfi bulup bir an önce buradan kurtulmalıydı.Önündeki basamaklar dışında kalan taraflar tamamen karanlıktı.Basamakların gerçek olduğunu anladı.Onun için görebildiği yol gidebileceği yoldu.O da arkadaşını tekrar düşündü.
Elf basamaklara değil de karanlığa adımlasaydı arkadaşını görecekti ki Marjuarane de karanlığa girseydi aynı durum olacaktı.Bilinmeyenin korkusu her ikisini de bundan alıkoymuştu.
Swaclon ve Marjuarane birbirlerinin farkına varmadan yanyana basamakları çıkıyorlardı şayet ilk başta girselerdi şu anda duvar niteliğine bürünen karanlık ortadan kalkmış olacaktı.
Yine sessizliğin eşliğinde elf basamaklardan yukarı doğru bir bir çıkıyordu.Son bastığı basamak bir anda çatladı.Aşağıya doğru düşerken son anda parmaklarıyla öndeki basamaklardan birinin alt tabanına tutunmayı başardı ve düşmekten kurtuldu.Yere doğru baktığında sivri uçlu demirlerin olduğunu gördü şayet tutunamasaydı onlarla haşır neşir olacaktı. Şöyle düşündü; ‘Acaba gördüklerim illüzyon mi ki? Şimdi parmaklarımı bıraksam da düşsem ölüm müyüm? Belki de gerçektir.’ Bunların sonucunda tutunmayı bırakmamaya karar verdi.İlüzyon ya da gerçek karışmıştı,emin olamıyordu.Biraz bekledikten sonra yaptığı seçim onu kurtarmıştı zira demirlerin bulunduğu yerde aşağıya doğru inen yeni basamaklar vardı.
“Her kimsen benimle oynamayı kes!” diye beyhude karanlığa bağırdı.Basamaklar bitti ve ne olacağını beklerken önündeki karanlık açıldı ve biri demir parmaklı bir hücrenin diğeri bir odaya açılan iki kapı göründü.İkisine de dokundu ve gerçek olduklarını anladıktan sonra demir parmaklıklı olanı seçti.Hiç tereddüt etmeden hücreye girdi ve yine kendini yukarı çıkan merdivenlerde buldu. ‘Hücre ilüzyondu ama oda gerçek miydi acaba? Onu seçseydim başıma ne gelecekti ki ya da neyle karşılaşacaktım.’ Diye düşünmeden edemedi.Basamaklardan yukarı çıkarken; ‘Bu oyun benim seçimlerime göre mi ilerliyor yoksa bunu yapanın seçimlerine göre mi?’ diye kafasını allak bullak etmeye devam ederken neyin gerçek neyin illüzyon ya da neyin doğru neyin yanlış olduğunu karıştırmıştı.İçindeki ses konuşmaya devam ediyordu; ‘Belki diğer kapıyı seçsen ölecektin belki de hiçbir şey olmayacaktı…’ Yine daha önce duyduğu tanıdık vızıltı sessizliği bozdu.’Yine aynı böcek.Öldürsem mi öldürmesem mi? Öldürürsem yine bir sorunla karşılaşır mıyım ya da…’ Her ne olursa olsun böceklerden nefret ederdi ve yine onu öldürdü.Basamaklar aniden sona erdi ve önünde bir başka kapı daha belirdi.Kapıyı açıp açmamayı düşünürken kendini içerde buldu.Zaten geriye de dönemezdi çünkü karanlıkla kapalıydı.Odadaki eşyalara bakarken bunu yapana lanet okuyor ve eline geçirirse ne yapacağının planlarını kuruyordu.Hepsine dokundu ve gerçek olduklarını anladı.Artık görünen hiçbir şeye inanamıyordu.Pencereye yaklaştı geriye dönüp baksaydı bir koltuğun yerinin değiştiğini görecekti.
Marjuarane de elf gibi önünde ne varsa onu yemek zorundaydı.Bir şekilde bu oyuna katılmışlardı.
‘Demek ki casus, bu kayaların oluşumuyla ilgili söylediklerinde haklıymış. Kurtulduk derken yakalanmışız.Bir an önce bu durumdan sıyrılıp ini bulmalıyım.’ Diye düşünürken her bir basamağa tek tek basıyordu.Son bastığı çatırdayarak çöktü.Önceki de aynı yolu izleyince aşağıda bulunan ucu sivri demirlerin üzerine düşmeden tıpkı arkadaşı gibi kurtuldu.Şüpheye düştü o da ‘Acaba aşağıdakiler gerçek mi?’ diye.Biri onunla dalga geçiyordu ama neden bunu yaptığına dair hiçbir fikri yoktu.O, elfin yaptığını tersini uygulayıp aşağıya doğru bırakınca kendini ucu sivri demirlere değil aşağıya inen basamaklarda bulmuştu.Ancak elf bunu yapmış olsaydı demirler onun için gerçek olacaktı.İkiliyle uğraşan aynı yöntemi uyguluyordu ama seçimler başkaydı ya da oyunculara göre farklılık gösteriyordu ya da oyunu kuranın seçimlerine göre ilerliyordu.Öfkeyle basamakların sonunu buldu ve önündeki karanlık açıldı.Tıpkı elfteki gibi demir parmaklıklı ve ahşap iki kapı belirdi.İkisinin de dokunarak gerçek olduğunu anladıktan sonra oda kapısına doğru yöneldi.Tam kulbuna dokunacaktı ki sanki bir güç onu durdurdu ve bir anda vazgeçip diğerine yöneldi.Demir parmaklıklı kapıyı açıp hücreye girdi ve yine yukarıya doğru basamakların başlangıcında buldu kendisini.Yukarıya doğru çıkarken davetsiz misafir böcek vızıltısı kulaklarının kapısını yine çaldı.Hiç tereddüt etmeden büyüyle yaratılmış yaratığı parmaklarıyla ezdi.Önünde yeniden bir kapı peydah oldu ve dişlerini sıka sıka lanetler yağdıra yağdıra odanın içindeki sırtı dönük pencereye bakan arkadaşıyla karşılaştı.Ancak bulundukları yer mağaraya dönmüştü.Üç orktan oluşan misafirleri vardı ve onlar da hiç vakit kaybetmeden davetsiz ortaya çıkanları halletti.Ne olacağını beklerken mağara zindan olmuştu.Hücrenin parmaklıklarından etrafa baktıklarında başka hücrelerin de olduğunu gördüler.
Diğer hücrelerde bir çok ırktan yaratık bulunuyordu.Her birinde farklı bir canlı vardı.Kötü niyetli bilinen ırklardan da vardı.Hatta dünyada ender rastlanan, canlıları baştan çıkarıcı niteliklere sahip avcı türü olan Diamondel de vardı.
“Sonunda bitti,” diye nefeslendi elf.
“Evet bitti. Bir hücredeyiz sanırım bütün ırklardan kendine koleksiyon yapan bir manyakla karşı karşıyayız.Bir ejderha eksik katalogta,”
“Haklısın,bunu anlamak için etrafına bakmak yeterli,”
İkili sinirli bir şekilde sohbet etmeye devam ederken zindana ulaşmayı sağlayan merdivenlerde bir gölgenin ayak sesleri duyuldu.Gölge büyüdü ve üzerinde büyücü cübbesi olan birisine dönüştü.Siyah cübbenin üzerinde gümüşümsü olarak işlenmiş hayvan motifleri vardı.İnsan tek tek hücrelere bakarak ikilinin önünde olanda durdu.Kapüşonunun içinde kapkara gözleri görünüyordu sadece.Parmaklarında hücrelerin sayılarıyla orantılı yüzükler mevcuttu.
“Demek bizimle oynayan ucube buymuş.” Diye konuştu elf, savaşçıya.
“Ucube! Bizi niye burada tutuyorsun.Seni onun bunu çocuğu…”diye onlara bakan yeni gelene tüm sinirini boşalttı.Hücrenin dışındakinin hal ve tavırları onun sözlerini dikkate aldığını hiç göstermiyordu.Sadece ikiliye baktı ve memnun bir şekilde onların yanından ayrıldı.Üzerindeki elbisenin işlemelerindeki yaratıklar ışıldadı ve giysiden ayrılıp hücrelerin önünde dört tane yırtıcı hayvan canlandı.Bunlar muhafızdı.Büyücü hiç konuşmadan geldiği gibi gitti.
“Bu tiple nasıl başa çıkacağız? Oldukça güçlü gibi görünüyor,”
“Haklısın Swaclon. Biraz zorlanacağız!”
“Zorlanacağız demekle neyi kastediyorsun.Tutsağız ve manyak bir büyücü bize ne yapacaksa çaresizce onu bekliyoruz.Hadi hücreden bir şekilde kurtulduk diyelim de bu büyülü yaratıkları nasıl altedeceğiz?”
“Sen bunları düşünme! Bizi kolye kurtaracak,” Marjuarane boynundaki dört yaprak şekilli kristal yapılı nesneyi gösterdi.
“Benimle dalga mı geçiyorsun! Gördüğüm alalade bir kolye.Nasıl bir özelliği var ki bizi kurtarsın,”
“Bu kolye büyülü… Benimle konuştu ve endişelenmememiz gerektiğini söyledi,”
“Sen ciddi misin.Hadi ordan bence aklını yitirmişsin.Bir kolyenin konuştuğunu da ilk defa senden duyuyorum.Büyülü bir nesne ısınır,ışıldar ne biliyim ya da her neyse… Ama konuşanını da ilk kez senden duyuyorum,”
“Konuştu derken beynimde fısıldayışları gezinip duruyor.Bekle ve gör dostum. Onun bana fısıldadığına göre büyücünün üzerinde gördüğün elbise ve hücrelerin önündeki yaratıklar büyülü… Elbiseyi üzerinden çıkarırsak yaratıklar ortadan kayboluyor ama yok olmuyor.Büyücü bütün gücünü giysisinden alıyormuş. O olmadan bir hiçmiş,”
“Bu anlattıklarını kolye mi ya da her neyse o mu söyledi.Elbisenin ve yaratıkların büyülü olduğu aşikar da büyücünün bütün gücünün elbisesinden geldiğine şaşırdım.Demek elbise çıkınca büyücü tehlike arzetmiyor öyle mi.Ateş topu,yıldırım,uyku büyüsü ne bilim başka bir büyü bilmez mi bu,”
“Bütün hepsini,ilüzyonlarını… elbiseden aldığı güçle yapmış.Aslında üzerindeki bir giysi değil iplik parçası görünümde bizim dünyamıza ait olmayan büyülü bir nesneymiş,”
“Bu dünyaya ait olmayan… Bu da ne demek.Bizim dünyamızdan başka dünyalarda mı varmış.Bunları ben sıkılmayayım diye anlatıyorsun değil mi? Söylediklerin çok ütopik.Sen bu boynundakinin gerçekten kolye olduğundan emin misin?Belki içinde dev bir yaratık vardır.Ne diyorsun sen ya…”
“İster inan ister inanma bunları uydurmuyorum.Bu bahsettiğimiz parça tanrıların boyutuna aitmiş.Orada bulunan bir tanrınınmış.Kolye de tıpkı onun gibi tanrısalmış ki bunu yeni öğrendim,”
“Tanrılar mı… İyice saçmaladın Marjuarane.Onlardan 1450 yıldır hiç ses seda yok.Okuduğum kitaplara göre metamorfoz sırasında bütün tanrılar tüymüş. Tanrı manrı yok dostum bu dünyada.Bence boynundaki seni kandırıyor ya da biz gevezelik ediyoruz.”
“Peki bunları nasıl bilebiliyorum sence.Durup dururken bir anda nasıl uydurabilirim bunları.Onlardan hiçbir işaret yok ama büyücüler güçlerini tanrılardan alırlar.Şayet tanrılar tamamen terk etmişse dünyayı büyücüler nasıl büyü yapabiliyor?”
“Haklı olabilirsin büyücülerin büyü yapma güçlerini tanrılardan aldığı konusunda.Ama onlara ait şu zamana kadar hiçbir işaret görmedim.Sen de görmedin öyle değil mi.Yine eski kitaplardan okuduğuma göre –elflerin kütüphanesi çok büyük de – metamorfoz sırasında büyük bir enerji açığa çıkmış ve bunun bir kısmı dünyada serbest olarak kalmış ki büyücülerin büyü yapmaları içinmiş,”
“Peki bu enerjiyi tanrılar salmışsa…”
“Tamam tanrıları boşver artık. Kolye bizi nasıl kurtaracakmış onu anlat,”
“Büyücü tekrar geldiğinde ben onu boynumdan çıkarıp üstüne doğru atmalıymışım.O da temas ettiğinde elbiseye nesne iplik parçasına dönüyormuş.Ancak bu durum gerçekleştiğinde yani elbise büyücünün üstünden kolyenin dokunmasıyla çıktığında burası tamamen çöküyormuş.Kule gücünü elbiseden alıyormuş.İplik parçasını alır almaz kaçmalıymışız ya da çıkabileceğimiz en yakın yerde bu işi halletmeliymişiz,”
“Ne kolyeymiş be…”
Metamorfozdan önce dünya dört boyuta ayrılmış haldeyken İnsanların boyutu olan Paradruin de Malkierno(*) adında bir genç insan büyücü olmaya kararlıymış…
On sekiz yaşındaki genç, büyücü adayı büyücülük akademisindeki son dersine geç kalmak üzereydi.Akademide, onların sonrası olan konsorsiyumlara girmek için gerekli olan sınava alınabilecek yedi öğrenci seçilecekti.Büyücülerin en yüksek seviyesinden aşağıda olan konsorsiyumun,yüksek seviye olanların sistemine göre her bölgeden gelen yedi öğrenci,kendilerinin bilmediği ancak büyücülerin bildiği bir yere getiriliyor ve orada bir süre daha eğitim görüyorlardı.Ve bunun sonunda seçilen kırk dokuz öğrenciden yedisi sınava girmek için hak kazanıyorlardı.Kalanlara ise iki seçenek sunuluyordu: ya eğitimden vazgeçin ya da devam edin…
Shandrall bölgesindeki akademinin -rengi koyu mavi ve şekli çift kanatlı olan,kenarları beyaz altı tane demir dikmelerle oluşturmuş- kapısı göründü.Dikmelerin üzerine bazı büyücülerin yüzleri işlenmişti.Malkierno o kapıdan giren şanslı biri olduğunu düşünüyordu… Akademinin ustasının konsorsiyumlara girmesi için gerekli olan sınava öncesi eğitime tabi tutulacak kırk dokuz öğrencinin arasına katılacak yedi öğrencisini seçmesi için ihtiyacı olan sürenin son günüydü bugün.Yine de ustalar az çok kimi seçeceklerini öğrencilerine hissettirirlerdi.
O gün Malkierno nun şimdiye kadar geçirdiği 18 yıllık hayatındaki en kötü zamanıydı.Bayan Tierna’ nın dudaklarından ismi dökülmemişti.O gün akademiye devam etmeyeceğinin kararını verdi.
Hayal kırıklığına uğradığı o zaman hiddetine ve kibrine yenik düşüp akademiyi terk etmişti.Yine de az da olsa içinde kıvılcım kalmıştı büyü adına.Seçilemediği için eğitim ve getirisi büyücülüğü elinin tersiyle itmişti.O kadar çok istiyordu ki seçilmeyi… İstediği olmayınca ustasının onun ismini söylemeyen dudaklarını söküp ayaklarının altında ezmeyi arzulamıştı.O gün akademiden öfkesine yenilip ayrılmakla hayatındaki en büyük dönüm noktasını gerçekleştirmiş olup yol haritasından büyüyü çıkartmıştı.Gelecek ise onunla aynı fikirde değildi.
Adada yapılabilecek,hayatının rotasını değiştirebilecek ve ona büyüyü unutturabilecek bir çok unsur vardı.Balıkçıların yanına gidip orada çalışabilir ya da sal yapımında iş bulabilirdi.Çiftlikte de hayatına yön verebilirdi ki onu seçti.Çiftliğin sahibinin kızına aşık oldu, büyüyü falan unuttu ancak kız onunla dalga geçmişti.Babası onu sevdiğine vermediğinden dolayı ona oyun oynamıştı.Babasına mektup yazmış ve Malkiernonun kendisine sarkıntılık ettiğini ve onu kaçırdığını ifade etmişti.Nitekim kız ile Malkierno adanın kıyısına gelmişler ve kızın sevdiği Pinerra tarafından onun kafasına sopa vurulmuş ve sevdiğini sandığı ile onun sevdiği adadan kaçmışlar ve ihale ona kalmıştı.
Malkierno adanın kıyısında kızın babasının adamlarının kovalamacasından kaçarken kendisini harabelerde bulmuştu.Geldiği yer adanın doğu kıyısının sonunda bulunan ve iç taraflara giren sık ağaçların arasına saklanmış bir kulenin kalıntılarıydı ki o nasıl buraya nasıl geldiğini çok sonra anlayacaktı.Adadakilerden çok fazla kişi dillendirmese de uzun boylu ve kızıl saçlı bir kadın büyücü yaşarmış kulede.O zamanlarda korsanlarla ada sakinleri arasında bir savaş olmuş.Korsanların ekibinin içinde etten kemikten olmayan,büyücülerin marifetleriyle oluşturulmuş insandan bozma yönlendirilebilir yapıda mahlıuklar varmış.Bu zorba takımı adaya baskın düzenlediği zaman daha öncelerinde en üst seviye büyücülerin bulunduğu yerden kovulmuş bu büyücü kulesinden çıkıp insanlara yardım etmiş ve korsan gemileri batırıp, suyu yakıp iğrenç mahlukların üzerine boca edip cayır cayır yakmış ancak bu savaştan sağ kurtulamamış.Kimilerine göre bu baskında korsanlar yüksek seviye büyücülerin kuleye yok etmek için paravan olarak kullandıklarıymış.
Kızıl saçlı büyücü,büyü yaparken konsantrasyon esnasında aldığı bir ok yüzünden ve ardından da bir başka korsanın ‘büyülenmiş’ mızrağı yüzünden can vermiş.Onun kulesi yıkılmış ve bedeni yıkıntıların arasında kalmış.Cesedi bulunamamış ama ölümü herkes tarafından kabul edilmiş.
O zamandan bu yana harabelere basan ilk insandı Malkierno.Yüzüne bir anda kulenin yapı taşlarından biri olan,hala savaşın izlerini taşıyan dışı kararmış bir taşın içinden hüzme yansıdı.Onun içindeki karmaşık duygular hızla taşa doğru adımlarını yönlendirdi.Bunda en büyük pay sahibi ise yaşadığı hayata karşı katıksız öfkeydi.Daha önce ruhunun bir yerinde hapis bulunan güç kıvılcımları,hırsları ve tutkuları aniden onu zorlamaya başladı.Onları uyandıran her ne ise kilitlerinden de kurtarmıştı ve önünde duran muhafızları bir bir yıkmış ki en büyük yardımı da hayal kırıklığından almıştı.Karakterinin üzerine güç bulutları çöküp bunların içinden hırs,tutku ve aç gözlülük ruhuna sağnak halinde yağmaya başladı.Artık kafasında iyilik adına yaptığı şeyleri,inanmışlık adına düşündüklerini kötü duygularından boşalan hapse göndermiş ayrıca öfkesi,hayal kırıklığı ve hırsı bütün iyimserliğini,iyi duygularını ruhunun en derin dehlizlerine postalamıştı.Sinsice bekleyen düşman misali –Karanlık olmasaydı iyilik kendi doğasından gayrı meşru karanlık doğrururdu- kötü karakteri içinde var olan iyi olanı lağv edip hayalkırıklığının getirisiyle beraber hiddetine kat kat karanlık kuleler dikti ve sinsilik tamamiyle kimliğini zehirledi.Çok horlanmıştı,çok aldatılmıştı ve inanmışlıkla kendi kendisini kandırmış bu yüzden bu duruma karşı koyacak gücü yoktu.
Bu ruh haliyle taşa dokunur dokunmaz o parçalandı bu sayede içerisinde bir kürenin olduğu açığa çıktı.O, hiç düşünmedi bu kadar kalın bir taşın içinde kürenin nasıl olduğunu ya da bu kararmışlığından nasıl olup ta sıyrılıp hüzmesinin gözlerine gireceğini.Aslında harabelerdeydi ama büyülü ve canlı bir varlık gibi kürenin yaptığı yanılsamanın içinde dolanıyordu ve bunun farkında değildi.Onun dış tarafı saydam bir maddeden yapılmıştı ve titrerken Malkierno ellerini yaklaştırdı.Dokunduğunda onun aurasını ruhunun en ücra köşelerinde ve en köhne yerlerinde bile hissetmişti.Kürenin yüzeyi akışkan hale geçmiş ama şeklinde bir bozulma olmamıştı.Malkierno, içinde grinin tonlarına bürünmüş beş tane kristale iki eliyle temas ettiğinde onların hareketlendiğini ve biribirlerine hüzmeler gönderdiklerini gördü.Aslında kristallere dokunan eller değildi onlar sadece araçtı çünkü nesneler dokunan kişinin ruhunu ve içinde barındırdığı kötü niyetleri sezercesine hareketlenmişti.Hüzmeler dumana dönüşüp,kütle halinde birleşip beş kısma ayrıldı ve her bölüm yüzleri ‘karanlık’ bir saydam suretin önceden ruhuna giyindiği elbiseleri gösteriyordu.Kara cübbeleri üzerinde göreni içine alırcasına çeken bu suretlere Malkierno körlemesine bakıyordu.Bir süre sonra kristaller yok olup şekil değiştirip yine grinin tonlarından mamul madalyonlara dönüştü ve kara cübbeliler tek tek beş tane madalyonun içine girdi.Malkierno bu yanılsamaya gittikçe gömülürken nesneler birbirinin üzerine geçip birleşti ve simsiyah bir madalyon oluştu.Onu aldıktan sonra kürenin içi boşaldı.Ve böylelikle Malkierno yanılsamayı gerçekliğe dönüştürmüştü.Bu sanrıdan ibaret olan dönüşüm kötücül amaçlarının rehberliğinde ruhunda katılaşıp yine orada çözünecekti.
Gerçekte olan ise kürenin içi boştu.Onun içindeki kristaller hırs,aç gözlülük,ihanet,kin ve öfkenin ya da benzer kötü duyguların maddeleşmiş haliydi.Tek madalyon ise katıksız kötücül gücü ifade ediyordu.Yani bu oluşum kötülük dolu kürenin karanlığının maddeleşmiş safhalarıydı ki bunu onun sayesinde gerçekliğe dönüştürmüştü ya da Malkiernonun kötü duyguları olmasını sağlamıştı.
Malkierno ruhuna madalyonu taktıktan sonra –boynunda maddesel anlamda böyle bir nesne yoktu- işaretleri fiziksel özelliklerine,yapısına yansıyıp gözleri irileştikten sonra gri renge büründü ve daha önceki rengi olan maviyle beraber kaynaşıp oldukça korkutucu bir hal aldı.Bu kürenin kötücül aurasına kapılıp ruhuna takarak madalyonu; Ansomal adındaki büyücünün ve şamanın ellerindeki haritaların gösterdiği yapraklara(kolyenin birleşmeden önceki tek tek olmuş hali) ulaşmak ve içlerindeki gücün kendilerine akmasını isteyen beş tane başıboş büyücünün ikisinden çalıp elde ettiklerinde onların gücünü kontrol edemeyip liçlere dönüşen bu silüetlerin içlerinde barındırdığı kötülüğü serbest bırakmış ve kendisine aktarmıştı.Madalyon onun ruhuna liçlerin kötülüğünü salacaktı ve Malkierno onlar tarafından yönetilen bir büyücü olacaktı.
Ansomal ve Malkiernonun ruhu Metamorfoz sırasında ölen diğer büyücülerle beraber o esnada açığa çıkan enerjinin bir kısmının tuttuğu ‘Ölüler Hanı’ adındaki yerde asılı durumda bulunuyor.
İp parçası da tıpkı bu madalyona benziyordu. Swaclon ve Marjuarane i tutsak eden,bir çok ırktan koleksiyon yapan büyücü de tıpkı Malkierno gibiydi.Bir gün kendisini terk edilmiş,işe yaramaz ve kullanılmış hissettiğinde bu iplik parçasını bulmuştu ya da o, bulunmak istenmişti.Nesne onun ruhunu emmiş,güçlü bir büyücü yapmıştı ama insan tamamiyle ruhunu kaybetmişti.Ona güçler bahşetmiş ve bu kuleyi oluşturmuştu.İplik parçasının daha doğrusu onun sahibi olan tanrının dünyadaki gizli müritlerinin bir planı vardı ki bu çeşitli ırklara mensup oldukça güçlülerinden oluşmuş bir ordu kurmaktı.Büyücü de bu iş için kullanılmıştı.
Bu tanrısal parça kişide bulunduğu sürece üstüne bir kıyafet olarak bürünür.Giysi oluştuğunda üzerinde ejderhalar hariç yırtıcı hayvanların onun gücüyle canlanabilen desenleri olurdu.Kişi tehdit algıladığında kıyafet devreye girer ve onu korurdu.Eğer taşıyıcının üzerinde kendisinden daha güçlü tanrısal başka bir nesne varsa onunla işbirliği halinde görünmez bir şekilde olur ancak onun ruhunu ele geçirip güçler bahşemezdi çünkü diğeri daha güçlü bir tanrınındı.Aslında tanrılar bu dünyadan gerçek anlamda gitmişlerdi ama onların ‘emanetleri’ dünyanın bir çok yerine atılmıştı ve kullanıldığında etkileri ölümlülerin dünyasında kendi boyutlarından çok farklıydı.
Bir sonraki gün büyücü tekrar göründüğünde zindanda hücrelerin önündeki yaratıklar elbiseye geri döndü ve tekrar motif haline geçtiler.Marjuarane kolyenin istediğini yaparak onu görür görürmez nesneyi parmaklıklar arasından üstüne doğru fırlattı.Kolyedeki yapraklar havada serbest halde durup ondan çıkan ölümlülerin göremediği siyah renkteki uzantılarla büyücü arkası dönükken elbiseye yapıştı ve iplik parçasının gücünü içine çekti.Elbise iplik parçası haline döndü.Parmaklıklar ortadan kalktı ve ikisiyle beraber diğer tutsaklar kaçmaya başlarken kule çöküyordu.Marjuarane iplik parçasını kolyenin direktifiyle aldı ve diğerleriyle beraber kulenin içinden yukarıdan düşen molozlardan çeşitli akrobatik hareketlerle kurtularak dışarıya çıktı.Büyücü yıkıntıların arasında kalarak öldü.Onun tutsak ettiği Dacassyreye hizmet eden büyücülerden birisinin i adamı da ölen büyücünün bir emici üzerinde deney yapıp onun kanından mamul –o bilmese de iplik parçasının gücünün dokunduğu- bir şişeyi almıştı.
MAYIS 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.