- 455 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Lütfen Ölmeme İzin Verme
Aysel ile felsefe grubumuzun toplantılarında tanışmıştık. Uzun süren bir arkadaşlığımız oldu. Yine aynı toplantılara katılan Serkan ile bu toplantılarda tanışıp evlenmişlerdi. Sonra grubumuz dağıldı. Kimimiz evlendi, kimimiz iş güç derdine düştü ve birbirimizden koptuk. Görüşmelerimiz seyrekleşti. Aysel ve Serkan ile ara ara görüşsek de eskisi kadar sık değildi. Ailelerine bir bebek de katılmıştı. En son onları ziyaret ettiğimde bebek birkaç aylıktı. Sonra hayatın telaşına dalıp uzunca bir süre görüşemedik.
Aynı grup toplantılarına katılan Mehmet aradı bir gün beni. Biliyor musun Aysel ameliyat oldu bir gözünü aldılar dedi. Çok şaşırdım haberim yoktu hiç bir şeyden. Ne oldu ki dedim? Aysel kansere yakalanmış, beyninde tümör varmış gözünü de sarmış ameliyatla almışlar dedi.
Bunun üzerine ondan Aysel’in yeni telefonunu alıp hemen aradım. Bana çok yakın bir yere taşınmışlar. Ertesi gün ziyaretine gittim. Ameliyat olalı birkaç ay olmuştu. Bir gözü bandajlıydı. Gülüyordu her zamanki gibi. Bu beni rahatlatmıştı. Onu çok morali bozuk bulacağımı düşünüyordum ve huzursuzlanıyordum. Böyle anlarda teselli modunda olmak her zaman beni huzursuz eder. Çünkü eğer durum umutsuzsa teselli etmenin bir faydasının olmayacağını düşünürüm hep. Kemoterapi görüyordu ve oldukça umutluydu.
Daha sonra Aysel ile daha sık görüşmeye başladık. Telefonla ve internet üzerinden Messenger ile konuşuyorduk. Arada onu görmeye gidiyordum. Kemoterapi sona ermişti ve aradan birkaç ay geçmişti. En son kontrole gittiğinde kötü haberi aldı. Tümör akciğerlerde, göğsünde ve pankreasında görülmüştü. Yeniden kemoterapiye başlanacaktı. O ana kadar onun atlattığını düşünüyorduk. Gözü ile ilgili çözümler arıyorduk. Ona korsan bandı önermiştim. Saçını kısacık kestirecekti. Sarıya boyayacaktık saçlarını. Modern kesilmiş civciv gibi saçlar ve korsan bandı ile çok çekici ve gizemli olacaktı. Onu bu şekilde motive ediyordum. Gelecekle ilgili hayaller kuruyorduk. Bundan sonra hiçbir şeyi takmayacaktı kafasına. Hayatını değiştirecekti. Düşünce yapısını değiştirecekti. Ona diyordum ki; ’Kendimizi düşüncelerimizle hasta ettiğimiz gibi, aynı yolla iyi de edebiliriz. Sen çok güçlüsün. Kanser nedir ki senin gücün karşısında. Önce hangi düşüncelerinin bunu tetiklediğini bulmalıyız ve sonra o düşünceyi değiştirmeliyiz. Bu dünyada insanın gerçekleştiremeyeceği mucize yok ’.
Ben konuştukça Aysel daha çok inanıyordu kendisine. Bir dedektif gibi onun duygularını inceliyorduk. Bir gün, çocukken komşularının ölümünden çok etkilendiğini anlattı bana. Kendisinin de o yaşlarda öleceğinden korkmuş. Bunu irdelemeliydik. Sonra başka bir gün, oğlu yaramazlık yaptığında hep; ’Beni kanser edeceksin!’ diye bağırdığını anlattı. ’İşte!’, dedim. ’Hastalığı çağırmışsın kendine. Sözlerimiz aslında büyü gibidir. Gerçekten de büyüdür. Kullandığımız kelimelere çok dikkat etmeliyiz. Onlar ağzımızdan çıkan emirlerdir’, dedim. ’Bu sözleri tersine çevirmelisin. Kullandığın sözler hep olumlu olmalı, bu hastalığı desteklememeli’, dedim. Ve Aysel ile o gün bir sürü olumlu cümleler bulduk.
Kanser nüksedince ben de umudumu kaybetmeye başladım. Ölüme çok yakın bir insanla konuşmak gerçekten de çok zor. Onu olumlu cümlelerle motive etmek, moral vermek giderek zorlaşıyordu ve korkuyordum. Onu messenger’da görmek istemiyordum. Çünkü iyi şeyler söylemem gerekiyordu ama inancımı yitirmeye başlamıştım. Kendime kızıyordum, ona ihanet etmişim gibi hissediyordum. Ama onun hastalığı beni de sarıyordu, karamsarlaştırıyordu. Ölüm düşüncesinden kendimi korumam gerektiğini düşünüyordum. İçine çekildiğimi hissediyordum. Ama onu yüzüstü bırakmak da istemiyordum. Hem oradan arkama bakmadan kaçmak istiyordum hem de onun yanında olup elini tutmak. Ona yalan söylemek bana çok ağır geliyordu. Kendimden tiksiniyordum. Oysa Aysel bana çok güveniyordu. Herkese beni en iyi arkadaşım diye tanıtıyordu. Hep benim yanımda oldu Gülcan diyordu ve ben utançla başımı öne eğiyordum. Kendimi hain gibi hissediyordum.
Bazen ona ölümü anlatmak istiyordum. Sanki çok da biliyormuşum gibi. Ölümü çok güzel bir şeymiş gibi anlatmak istiyordum ona. Korkusunu yok etmek için her şeyi yapardım. Ama ona ölümü anlatsam, bu sefer onun öleceğini düşündüğümü düşünürdü ki, bu onu ellerimle uçuruma itmekten farksızdı. Neşeli görünse de için için ölümden korktuğunu, hatta öldükten sonra hayat var mı yok mu diye araştırmalar yaptığını biliyordum. Günlük tuttuğunu ama o günlüğü herkesten gizlediğini, gerçek hislerini o günlüğe yazdığını ablasından öğrenmiştim. Ablası günlüğü aramış fakat bulamamıştı. Küçük notlar yazıp ölümünden sonra bulunmak üzere oraya buraya saklıyordu. Aysel ufak ufak ölüme hazırlanıyordu bizlere söylemese de.
Tümörler yine yok oldu kemoterapi ile. Biz yine sevindik ama bu sefer önceki kadar rahat değildik. Kemoterapi bittikten sonraki birkaç ay içinde yeniden nüksetmesi büyük bir ihtimaldi. Aysel kanserin en kötüsüne yakalanmıştı. Yumuşak doku kanseri. Bu kanser türü öylesine arsızdı ki oradan buradan pırtlıyordu. Ve bu kansere yakalanan kişilerin kurtulma şansı yoktu. Bunu daha sonraları öğrendim. İki sene yaşayanlar şanslı sayılırdı. Aysel üçüncü senesine girmişti.
Birkaç ay sonra kanser yine nüksetmişti. Artık mucize ilaçlar tedaviler araştırmaya başlamıştım. Yurt dışında yeni denenen tedaviler, ilaçlar.. Umutsuzca çırpınışlardı. Kahrediyordum elimden bir şey gelmediği için. Aysel artık konuşmaz olmuştu benimle. Geliyordu messengera sessizce isimlerimize bakıyorduk. Ne o bana ne ben ona yazabiliyordum. Konuşmaya cesaret ettiğimizde günlük olaylardan bahsediyor, sanki hiç bir şey yokmuş gibi davranıyorduk. Görmezden geliyorduk büyük meseleyi. Şakalar yapıyorduk birbirimize ama ikimiz de gülmüyorduk. Bir gün böyle şakalaşırken aniden dedi ki bana;
’Gülcan, lütfen ölmeme izin verme!’.
Öyle hazırlıksız yakalanmıştım ki, buz kestim. Tam anlamı ile buz kestim. İlk defa bana içindeki gerçek duygusunu, o yakarışı, korkusunu göstermişti. Öyle bir yakarıştı ki bu. Öyle dehşet vericiydi ki... Tek cümleydi... Devamı gelmedi. O an dağları iki elimle sallayabilirdim. Tırnaklarımla dünyayı ortadan ikiye bölebilirdim. Bir Tanrı olup bir dokunuşla onu tutsak alan bu hastalığı yok edebilirdim. Ah o kadar istedim ki bunu yapmayı. O kadar istedim ki. Bir an için korumalarım devreye girdi ve o anı değiştirdi. Hayalimde onu iyileştirip mucizeyi haber veriyordum. ’Artık hasta değilsin ki sen!’, diyordum yüzümde kocaman bir gülümseme ile. İnanamıyordu bana, mutluluktan uçuyorduk.. ’Sahi mi Gülcan? İyileştim mi ben?’ diye soruyordu sevinçten ağlayarak. ..
Ama gerçek önümde apaçık duruyordu. Hayalimi çabucak siliverdi gözlerimin önünden. Bir şey demeliydim ona, ama ne?
’İzin vermeyeceğim. Ölmeyeceksin. Korkma!’ dedim. ’Sana o kadar güveniyorum ki Gülcan’, dedi. ’Biliyorum’, dedim. Sustuk.
Başka bir gün, doktora ne kadar zamanı kaldığını sorduğunu söyledi. Doktor gülümsemiş. Yeni yılı görebilecek miyim diye sormuş. Doktor yanıt vermemiş. Yorum yapmadım. Ben de o doktor gibi davrandım. ’Biliyorum çok az zamanım kaldı’, dedi. ’Oğlumun sünnetini yapacak kadar zamanım olsun yeter’.
Yaptılar o sünneti. Aysel o gün oldukça keyifliydi, mutluydu. Bütün dostları oradaydı, hepsiyle vedalaştı belli etmeden. Kısa bir süre sonra da Aysel’in doğum günüydü. Ona sürpriz parti yaptık. Aysel’in eşi ve oğluyla birlikte çekilmiş bir resmini almıştım Serkan’dan. Bu resmi bir yastığa bastırıp doğum gününde hediye ettim. O yastığı o kadar sevdi ki, gelen herkese gösterdi. Elinden hiç bırakmadı. Hepimiz çok neşeliydik o gün. Ama hepimiz biliyorduk ki bu son doğum günüydü. Bunu taşımamaya çalıştık o güne ve bol bol gülümsedik içimiz acısa da.
Aradan bir ay geçti. Bir gece yarısı telefon çaldı. Arayan Serkan’dı. Serkan aramazdı beni genelde ve anladım. Ellerim titreyerek açtım telefonu. ’Başımız sağ olsun’, dedi. ’Aysel’i kaybettik’. Oysa daha birkaç gün önce konuşmuştuk ve ayaktaydı iyi görünüyordu. ’Nasıl oldu, iyiydi daha birkaç gün önce’, dedim. ’Mikrop kapmış. Fenalaştı aniden hastaneye kaldırdık sabah, akşama doğru da kaybettik’, dedi. ’Korktu mu? Acı çekti mi?’, diye sordum.
’Doktorlara beni uyutun diye yalvardı’, dedi. Korkmuştu. Kapattım telefonu. Ona verdiğim sözü düşündüm. Yapamamıştım. Ona uzun süre yalan söylemiştim. Sabaha kadar gözyaşları içinde ondan özür diledim. Cenazesinde tabutunun ardı sıra mezarlığa giderken, tabutuna bakıp özür diledim. Onun en iyi arkadaşı olamadığım, ondan bir vebalı gibi kaçtığım için, korkak olduğum için özür diledim.
Ölmesine izin verdiğim için ondan özür diledim.