- 602 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SEYR-U SEFER
Geniş pencereden çevreyi seyrederken cam havanın ayazından buğulanmış, çocukluktan kalma bir alışkanlıkla yumruğumu sıkarak üzerinde değişik şekiller yapmaya çalışıyordum. Çocukluğum çok geride kalmıştı. Hala özlüyorum demek ki… Çocuk olmayı kim özlemez ki! Karmaşa yaratmıştım usumda. Birden kalbimde tarif edilmez bir acı hissettim. Gözyaşlarım aniden boşalacak gibi… Oysa şekiller ne kadar eğlendiriciydi. Şimdi ise her şey hüzün oluvermişti. Karşı evin çatısına bakarak:
“Günaydın Hüzün!” dedim kendi kendime. Evlerin hareketli, gürültülü hallerine karşılık çatıların derin sessizlikleri bana geçmişte yaşanan olayları hatırlatır. Neşeli ya da kederli kendi kendime söylenirim. Gece de onların esrarengiz halleri kendine çeker beni. Kırmızı kiremitli çatıların arasından ya da nikbin balkonlardan aniden biri kaybolur ortadan. Evlerinde, sıcak yataklarında uyuyanlar bunu hissetmez. Sadece bir binanın onuncu katından etrafa bakanlar bilir, hisseder. Onda da böyle bir şey sezmiştim. Durduk yerde hızla fırlamış, çatıdan çatıya atlayarak gözden kaybolmuştu. Derin bakışlı yavru kedi… Ruhundaki karmaşaların yaralanmış gövdelerini geride bırakıp gitmişti. Anneannemin gözü gibi baktığı iki yüzyıl öncesinden gelen, üstü mercan ve mine işlemeli saate baktım birkaç kez. On iki de durmuştu. Külkedisinin ayakkabısını aceleyle bırakıp kabaktan oyulmuş o muhteşem arabasına binip gittiği gibi hızla ortadan yitmişti. Oysa saat öğlen on ikiydi. Aradaki saat farkının, gökyüzünün mavi ya da siyah olmasının onun için bir önemi yoktu. O kendi karmaşalarının yoksunluk sendromunu yaşıyordu. Sonra titiz bir el tarafından yan yana dizilmiş ama birkaç saniyede bir havalanarak bu titizliği bertaraf etmeye çalışan kumrular… Gidenlerin arasına konanlarsa o naif düzenin bozulmasına izin vermiyordu sanki. Çatılar böyleydi işte… Birbirine yaslanmış kiremitlerden veya gökyüzünü gölgeleyen dev antenlerden oluşmuyordu yalnızca. Bir ruh halleri, düzenleri vardı. Pişmiş balcık levhaların yerini alan yeni metal kiremitlerin bile… Yeniliklere iç dünyamızın kabuğunun inceliği veya kalınlığına göre bazen açığız, bazen de kaplumbağanın kireçleşmiş kabuğuna bürünebiliyoruz, Ama kabuğun arasından sızıp gün ışığına çıkan, metalara ayak uyduran bir yanımız olmalı. Yoksa yolda nasıl yürürüz?
Gördüğüm kadarıyla kumrular da benim gibi sıcak bir yuva özlemi içindeydi. Açıkçası bu ayaza da tahammül etmek oldukça zordu. Birden hepsi havalandı evin iki yüz metre ilerisindeki çam, kayın, elma ağacıyla kaplanmış küçük parka doğru hareket etti. Hareketsiz bir yalnızlık oluştu ıssız gökyüzüyle aramda. Ve aniden kuru bir çıtırtı hissettim. Küçük kedi geri gelmişti. Ona baktığımı hissederek bana çevirdi bakışlarını. Tüyleri rüzgârın şiddetiyle havalanmış, titriyordu. Camı açtım. Bir an soğuğun ıslığı odanın içinde gezindi. Kediye “gelsene” işareti yaptım elimle. Ama o kadar ürkekti ki… Gelip gelmemek arasında kaldığı dakikalarda bütün bakışlarımı onun üstünde sevgiyle toplayıp güven vermeye çalışıyordum. Birkaç adım attı sonra tekrar geri gitti. Bana bir türlü güvenemiyordu. Sonra kararlı bir şekilde pencereden içeriye atladı. Hala titriyordu. Usulca ensesinden tuttum ve kenardaki mukavva kutunun içine koydum. Sessizce miyavladı. Sesi derinden geliyordu. Kutunun bir köşesine kıvrılıverdi. Ben de ona sütlü ekmek hazırlamak için mutfağa yöneldim. Mutfakta kahvaltı hazırlayan annemin henüz bir şeyden haberi yoktu. Kediyi görünce:
“Merhametini seviyorum ama evde kalmasından hoşlanmıyorum”.
Diye serzenişte bulunacağını tahmin etmem güç değildi. Süt ve ekmeği çıkardığımı görünce:
“Ne yapıyorsun? Kahvaltı hazırlıyorum ben”.
Diye bana sordu. Bende:
“Hiç”.
Diye cevap verdim.
“Hiç”.
Hiçlerin sonsuzluğu yoktur. Mutlaka bir nedenle sonlanır. Yine de söylemedim bir şey. Sakin bir şekilde kedinin yiyeceğini hazırladım. Tam içeriye gitmek için hazırlanmıştım ki… Annem karşıma dikildi.
“Kedi. Salonda bir kedi var. Nereden geldi o?”
“Camdan. Etrafa bakarken o minicik şeyi görüverdim işte. Üşümüştü. Bende sıcakta biraz rahat etsin istedim. Çok şirin!”
Annem:
“Pekâlâ! Birkaç gün misafir kalsın. Ama sürekli evde bakamam.”
“Biliyorum. Birkaç gün ilgileneyim sonra kapının önünde severim ben onu.”
Böylece kışın sonuna kadar ilgilendiğim bir dostum olmuştu. Sonra… Sonra parkın cazibesine kapıldı sanırım…
PrintFriendly and PDFYazdır
Sosyal Medyada Paylaş!
YORUMLAR
Geçenlerde paylaştığınız söyleşi yazınız sonrası bu okuduğum ikinci yazınız sanırım. (Arada okuduğumu unuttuklarım da olabilir) Bir yazı yazma ustasısınız. Bundan böyle öykülerinizi atlamayacağım.(Favori listeme kaydettim adınızı) Paylaşmanız vesilesiyle yazınızı okumak imkanım olduğu için mutluyum...Konuyu işleme şekliniz ve tarzınız okumaya keyif katmakta. Güzel paylaşımınıza,edebiyata verdiğiniz emeğe ve yaşattığınız okuma keyfine teşekkürler... Tebriklerimle... Saygıyla...
....
Kemal Paracıkoğlu tarafından 8/12/2015 5:54:02 PM zamanında düzenlenmiştir.