- 497 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
-ŞARKILAR VE TÜRKÜLERLE DEFNEDİLMEK-
Geçmiş yıllarda yaptığımız bir Datça gezisini düşünüyorum. Öğretmenevinde konaklıyoruz. Denize nazır bir ortam. Havuz başında akşam yemeği bir başka güzeldir. Canlı müzik eşliğinde ve yıldızların altında apayrı bir fasıldayız.
Hizmet eden garsonlar, Turizm ve Otelcilik okulu öğrencileridir. Onları organize eden şef dikkatimi çekmekte. Son günlerde hayata veda eden ünlü musiki adamımız Adnan Şenses ile bu kadar mı benzeşir insan? Hani insanlar çift yaratılır misali.
Şef, müşterilere karşı kibar, konuklarla sohbet ediyor. Garsonlarla kurduğu diyalog noktasında otoriter. Bir öğrenciye kenarda duran tabakları almasını işaret ediyor. Öğrenci bir başka işi yaptığını söylüyor olmalı ki, aniden atılarak tabakları gösteriyor. İnsan idare etmek bazen de böyle bir şey olmalı. Ha öyle mi, peki o işi yap madem dese kontrolü kaybeder mi? Üzerinde durulmaya değer bir husus olmalı.
Rahmetli Adnan Şenses’in vasiyetinde belirttiği bir hususta dikkat çekiyor. Cenazesinde roman havası çalınması talebinden söz ediyorum. Kuşkusuz geleneksel yapımızda cenaze törenlerinde daha farklı bir atmosfer olduğu akla gelebilir ve dolayısıyla istek yadırganabilir de.
Ben bu örnek üzerinden bir başka olayı hatırladım. 2007’de kanser hastalığı neticesinde vefat eden gazeteci Ufuk Güldemir’in cenazesinde “My Way” adlı parçanın seslendirilmesini istediği aklıma geliyor. Hatta bir hafta boyunca kurmuş bulunduğu Haber Türk adlı kanalda ünlü parçanın seslendirilmesini istediği ve o hafta boyunca öldür Allah My Way dinlediğimiz akla gelebilir. Hani sözüm parçaya değil. En beğendiğim slow parçalardandır. O dönem ekseri Frank Sinatra yorumu verilse bile Elvis Presley’in söyleyişi de bir başka değil midir?
Bu hadise beni bazı düşüncelere de sevk etmiyor değil. Kanaatimce, benim yolum anlamına gelen parçanın insanların son anlarıyla bütünleşir görünen yanını besleyen ve çokta fark edilmeyen bir öge var. Bu da şarkının mutlak surette kendisi veya uzun yıllar birçok konserde söylenmesi değil de Elvis Presley tarafından 1977’de verdiği bir konserde seslendirilmesi olmalıdır.
Verdiğim tarihe dikkat edin, sanatçının öldüğü yıl verdiği son konserlerden birinden söz ediyorum. Klipi tekrar izliyorum. Konser esnasında kan ter içerisindedir. Çok yorgun, bitkin, feri kaçmış bir durumdadır. Salondaki çok insan parçaya odaklanmış olabilir. Genel izleyici oturduğu yerde salınım yapıyor olmalı. Oysa sanatçı farklı bir zamanı yaşamaktadır. Gözlerini kapattığı anlar parçayı yüreğinde yaşıyor değil. O gün çok az kişi bunun farkında olmalı. Genelde en yakınımızda olup bitenler en farkında olmadıklarımız değil midir? Serde toz kondurmama eğilimi de yok mudur? Durumun ayrımında olan az sayıda insanda vardır muhakkak. Bulutlu bir çehreyle sahneye odaklanmış insanlar. Kuşkusuz bir insandan değil bir mitten söz ediyoruz. Bazı izleyiciler coşkuyla hüznü bir arada yaşamış olmalı. Çok insan ise o gün coşkun bir söyleyiş bulmuş olabilir. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Rock’n Roll kralı hayata veda etmektedir. Kim bilir gerçek anlamda sanat için sahne aldığı, o gündür belki de.
Bir pop ikonudur Elvis. My Way’da geçen yüzyılın hit parçalarından biri. O kadar ki, 2000’de tüm dünyada gerçekleştirilen 20’inci asrın en güzel parçası anketinden John Lennon’un “İmagine” adlı şarkısı birinci çıktığında kendi kendime mümkün ama My Way’a haksızlık edilmiş diye düşünmedim değil.
Parçayı zirveye taşıyan ögeler arasında Elvis’in 1977’de ölümü arifesinde seslendirmesi ve o an ki durumu kritik eşik teşkil eder kanaatimce. Hani derim ki, bir gazetecinin hayata veda ettiği günlerde bu parça eşliğinde defnedilmek istemesi tek kalmış bir durum halinde ele alınmamalıdır. Sözgelimi, kansere yakalandığı dönemde bakış açısı iyice duygusal ivme kazanmış olmalı demek yanıltıcı olur bence. Sorun bizatihi vasiyetin kendisi de değil. Bir ünlü şarkının kendisiyle birlikte belirli bir periyotta seslendirilmesinin sebep olduğu titreşim ve etkileşim ağı olmalı. Açıktır ki, düşen bir takvim yaprağı değil.
Elbette değer yargıları insandan insana değişir. Aynı hususun farklı insanlar üzerinde etkileri aynı olmayacaktır. Ancak marjinal motiflerin hayat içerisinde yer tutabileceği de gözden uzak tutulmamalıdır. Bu durumda böyle bir sınır ögeyi ya da eşik durumu anlamadan, değil hangi müzikal eserin en güzel olduğunu ya da kitleler üzerindeki etkisini tespit etmek, hayatta hiçbir şeyi tam olarak belirlemek ve dahi anlamak mümkün olmayacaktır.
-2014-
L.T.
YORUMLAR
Değişik ve enteresan bir çalışma.
İlgi ile okudum.
Ancak,
her ne hal olursa olsun,
cenazede şarkıya ve alkışa karşıyım.
İnançlarımız, sukutu gösteriyor.
levent taner
Benimkisi biraz empati kurmaktı
Yoksa cenaze de Kur'an okunmalı derim
Zaten söz ettiğim hususlar da münferit örnekler
Katılım ve katkınıza teşekkür ederim.
Bu tür bir vasiyetle, ölüm karşısındaki çaresizliğimizin bilincinde olduğumuzu, bu bilincin sergilenmesini ve böylece ölüme karşı bir şey yapabilirmişiz vehmini bir nevi uyuştucu olarak hissetmeyi sağlamak istiyoruz galiba... Her ne şekilde olursa olsun, hayatla çaresizce, insanca bir iletişimde kalma yanılgımızın, var olduğumuz kültür üzerinden ifadesidir de denebilir...
Kısacası, geride kalanların üzülmeleri ve bizim için cenneti mekan dilemeleri ile kalanların dünya hayatı için hatıramızın iyi bir rol oynamaya devam edeceğine inanmamız yeter...
Selam ve saygılarımla.
levent taner
Katılım ve katkınızdan onur duydum hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza selam olsun.
Son günlerde hayata veda eden Türk Halk Müziği sanatçımız Muzaffer AKGÜN'ün vasiyeti gereği cenaze töreninde türküleri eşliğinde uğurlanması dikkatlerden kaçmamış olmalıdır. Yine, daha önce de benzeri örneklerin yaşandığını hatırlayanlarımız olacaktır.
Bu duruma istinaden -2013- yılında böyle bir vefat olayı ile birlikte kaleme aldığım naçizane bir yazımı sizlerle paylaşmak istedim.
Saygı ve selamlarımla...