- 719 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DEVLET-YURTTAŞ HUKUKU VE BİZDE KONVOY MERAKI
Devlet nedir, niçin vardır?
Devlet ile yurttaşı arasındaki bağ nasıl kurulur ve tahkim edilir?
Devletin yurttaşına, yurttaşın devletine karşı sorumlulukları ve yükümlülükleri nelerdir?
Daha buna benzer pek çok soruya cevap aranmış; böylece “modern” devlet anlayışı ve örgütlenmesi ortaya konmaya çalışılmıştır. Hiç şüphesiz, kurumlarının işletilişiyle, mensubu olmaktan dolayı yurttaşını memnun ve mutlu eden devlet, “örnek” alınacak bir devlet örgütlenmesidir.
Devlet örgütlenmesi; tabandan tepeye doğru, birbirinden haberli ve birbirlerini tamamlayan birimlerin düzenli işletilmesi esasına dayanır veya buna dayandığı sürece sağlıklı çalışır. Demokratik toplumlarda halk tabanı; seçmen hakkını yasal düzenlemeyle kazanmış, bu hak ve yetkiyi kullanma ve denetleme yasal gücüne eşit olarak sahip yurttaşlardan ve onların bir araya gelerek kurdukları yasal dernek, sendika gibi “birlik”lerden meydana gelir.
Yurttaş olan her bir birey, yurttaşlık bağlarıyla bağlandığı devletinin kendi hak ve hukukunu güvence altına almasını ve güvence altında tutmasını beklerken, kendisi de devletin işletilişine, ona karşı görev ve yükümlülüklerini yerine getirerek doğrudan veya dolaylı katılır. Yurttaşın devletin işleyişine katılmak hakkı ve görevi sadece bir mecburiyet olarak değil, bu işleyişin kolaylaştırılmasına yardımcı olmak şeklinde de anlaşılması gerekir. Yurttaş, devlet örgütlenmesini içselleştirmediği sürece, devlet bizim dışımızda bir varlık halinde algılanacak; devletle yurttaşı arasındaki samimiyetsizlik, devlet içindeki yurttaş katılımını mecburi fiillere dönüştürecektir. Park mobilyasına zarar vermek, zabıta veya polis gücüne karşı gelmek, vergi kaçırmak, haklı ve yasal olmayan yollardan maddi güç elde etmek türünden, kamu düzeni adına yasaklanmış fiil ve faaliyetler, yurttaşlık bilinciyle yapılmıyor da, devletin zorlayıcı gücüyle uzak durulan haller ve fiiller haline geliyorsa; burada öncelikle eğitim ve zihniyet sorunu var demektir. Yurttaş, kendi özgürlük alanını, eşit yurttaşların özgürlük alanıyla sınırlandıramıyor veya sınırlandırsa bile bunu, devlet gücü korkusuyla yapıyorsa; bu ilişkide yurttaşların hem birbirlerine hem de sahibi oldukları devlete karşı bir samimiyetsizlik içinde oldukları söylenebilir. Bu durum, yurttaşlar arasında birbirinin hakkını, hukukunu gözetme ve koruma bilincinden yoksunluğun da tezahürüdür. Yurttaşları birbirine karşı sorumsuz ve samimiyetsiz bir toplum örgütlenmesi sağlıklı işletilemeyeceği gibi, verimli ve denetlenebilir bir devlet gücü de yaratamaz. Çünkü devletler gerçek gücünü, ortaya çıktıkları toplumsal yapının dayanışmacı ruhundan alırlar.
Durum böyle olduğu halde, görece ve sayıca farklılık gösterse bile, her toplumda suç ve suçlu vardır. Mahkemeleri ve cezaevleri işlemeyen bir toplum oluşturmak, bugün için uzak bir hayâldir. Önemli olan devlet ile toplum arasında; katıksız güvene dayalı ( yani eşitlikçi ve adil) bir samimiyetin, bütün fiillerimize ve onun sonuçlarına yansımasıdır. Bu güven ve samimiyetin ölçüsü, idama giderken bile mahkûmun ve toplumun ‘şüphesiz razılığı’ olarak verilebilinir.
Yurttaşlar, her bir fiillerinden kendilerine karşı sorumlu oldukları kadar, birbirlerine karşı da sorumludurlar. Modern toplumlarda bu sorumluluk; zorlayıcı değil, içten ve içselleştirilmiş bir sorumluluktur. Ancak, bu anlayış aşıldığında, devlet gücü devreye girer. Kolluk gücü, yargı, belirlenmiş yaptırım ve ceza ne ise, ancak bundan sonra müdahil olurlar. Fakat esas olan yurttaşların iç denetimidir, samimiyetidir. Bu anlayıştan ve bilinçten uzak toplumlarda hem, her hak-hukuk ihlâli mahkemelere taşınır, yargının iş yükü artar; hem de yargı sonuçlarına güven duygusunu zedeleyerek, herkesin kendi hak-hukukunu kendi yöntemleriyle aradığı çatışmacı bir ortama sürükler toplumu. Böyle toplumlara daima, bir anarşi ve kargaşa hâkim olur.
Son zamanlarda, büyük şehir hayatının bir mecburiyeti olarak, ortak yaşama alanlarımız ve bu alanların kullanılması, aynı şehrin yurttaşlarına yepyeni sorumluluklar yüklemiştir. Bu yeni yaşama modeline uygun davranmak, eski alışkanlıklarımızdan kurtulmak gerekmektedir. Ekip biçmeye ve hayvancılığa dayalı kırsal kesim kültürünü büyük şehir hayatına taşımak, bunda ısrar etmek, kentleşme olgusunu ve onun gereklerini ıskalamak anlamına gelir. Bunun sonucunda, yukarıdan beri izaha çalıştığımız arızalı yurttaşlık görevi ve anlayışı bizi, birbirini dikkate almayan bir “özgürlük kullanımı” sorunuyla karşı karşıya bırakmaktadır.
Her fiilimizi yasayla ifade etmek gerekmez. Bazı fiillerimiz, sonuçları itibariyle; “akıl” , “ahlâk”, “basiret”, “irfan” ve “tolerans” çerçevesinde ele alınmalıdır. Yurttaşlar, birbirlerinin hak ve hukukunu, sözü edilen çerçevede değerlendirebilmelidir. Her şeyi “devlet” erkinden beklemek; onun tanzim edici, zorlayıcı, hak-hukuk dağıtıcı gücünü vara yoğa koşturmak, ancak çağdaşlaşamamanın görüntüsüdür. Evet, doğrudur; devlet bazı alanlarda yurttaşlar arasındaki ihtilaf ve tartışmaları giderecek düzenlemeler yapmalı ve yaptırımlar getirmelidir. Özgürlük alanlarının belirsiz olduğu, iç içe geçtiği noktalarda hakemlik yapmak, asgari müşterekte buluşmanın ortamını hazırlamak, devlet olmanın aklıyla çatışmayacaktır. Devlet gücü, buna yetkili ve yetkindir.
Günümüzde, özellikle yaz süresince mevsimsel kirlilik yaratan konvoy, bar, konser alanı seçimi ve kullanımında çevreyi rahatsız edici boyutlardaki “gürültü” sorunu; şehir hayatını zorlaştıran, yurttaşlar arası ilişkiyi çatışmaya dönüştüren bir nitelik kazanmıştır. Davulu- zurnayı kapan şehrin en kalabalık caddelerinde kornalı, yüksel desibelli müzik eşliğinde konvoylar oluşturmakta; acısı, hastası olanları umursamayan bir vurdumduymazlık içinde birbiri ardı sıra geçit resmi yapmaktadır. Yaşadığı yeri “köy” ve düğününü “gösteri” zanneden bu “gösteriş budalası” zihniyetin kimlere “hava attığı” da meçhuldür! Çünkü geçtikleri güzergâhta, kimsenin bu konvoylar hakkında en küçük bir bilgisi yoktur.
Eğer yurttaşlar kendi aralarında bu soruna bir çözüm bulamıyor ve kimse kimseye bir yaptırım uygulayamıyorsa, devlet erkine düşen görev, bu soruna acilen bir çare bulmak olmalıdır. Okullarda yurttaşlık bilgisi dersine bir ünite mi eklenir, sigara yasağı gibi bir yasak ve yasal düzenleme mi getirilir, konvoyların tahsis edilecek belli alanlara kadar sessiz gitmesi mi çare olur... Ama mutlaka bir düzenleme ve denetlenebilir bir yaptırım gerekmektedir, geç olmadan. Aksi halde yurttaşı yurttaşla karşı karşıya görmek, bazı acılar yaşamak kaçınılmaz olacaktır. Bizden duyurması!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.