Hz. EBU BEKİR (RA) (Bahattin BİLHAN.)
Hz. Ebu Bekir: Kureyş kabilesinin Teym oğulları oymağından! İslâm’dan önceki adı, Abdul’kâbe…Allah Resulünün verdiği isim: Abdullah. Bütün dünya, bütün insanlık O’nu “Ebu Bekir” diye tanır. Doğumu: Fil yılından iki sene, dört ay sonra. Doğum yeri: Mekke, vefat ettiği yer: Medine! Babası: Usman Ebu Kuhafe bn. Âmir, bn. Amr, bn. Kâab… Annesi: Selma bnt. Sahr, bn. Âmir!... “Ümmül’hayr” diye ünlü. Çünkü. çevresine, yetimlere, yoksullara, gariplere, yolculara, muhtaçlara yardım etmeyi meslek haline getirmişti. Bu yüzden tanıyanlar O’na “Ümmül’hayr: İyilik annesi” derlerdi.
Rahmet Elçisi, vefat edince, Hz. Ebu Bekir, O’nun makamına oturdu. Daha doğrusu oturtuldu. Hayırlı selefin en hayırlı halefi oldu. En ufak taviz vermeden, hiç şaşmadan ve hiç şaşırmadan Resûl’ün izini (sünnetini) takip etti. Bu yüzden Allah’ın dini bütün dünyaya yayıldı. Bu iş sanıldığı kadar da kolay olmadı. Şöyle ki:
Rahmet Elçisinin vefatı üzerine “Beni saide” örtmesinde toplanan kutlu Ashap neslinin ak ve pâk vicdanı, Hz. Ebu Bekir’i seçti, kendi özgür iradeleriyle, sağlam kriterlere dayanarak seçti, ümmetin yararını düşünerek ve Hakk’ın rızasını esas alarak seçti. Böylece Ebu Bekir, Allah Elçisinin hayırlı halefi, ilk halifesi oldu. Allah ondan razı olsun.
Kutlu Ashap nesli, “soyculuğu” önemsemedi, ırkçı düşünceye geçit vermedi. Çünkü onlar faşizan değildi. Onlar, sağlam mizanla değerlendirme yaptı. Düşündü, taşındı, ölçtü, biçti. Dünya durdukça imrenilecek bir hayırlı karar verdi. Ebu Bekir’in imamlığını onayladı. Ebu Bekir’i, Resûle halef yaptı, yeni devletin başkanlığına getirdi. Zaten rahmet Peygamberi de ömrünün son günlerinde ısrarla onu öne, mihrabına geçirmiş değil miydi?
Peygamber (as)ın vefatını müteakip Saide oğulları örtmesinde bu karar verilmişti. Çetin bir sınav kazanılmıştı. Toplantıya katılanlar arasında, kabilecilik yapanlar, soyculuk davası güdenler de vardı. Bunların çağrısını dinleyen, bunların sözünü işiten çıkmadı. Yapılan toplantı, göz kamaştıracak kadar nezihti. Toplantıya katılanlar nezihti. İstişare yapıldı, konu enine, boyuna müzakere edildi. Doğal olarak az da olsa tartışmalar, ihtilaflar çıktı. Neticede dünya durdukça imrenilecek bir karara varıldı. Allah Elçisinin en yakınında mekân tutmuş olan, en sadık arkadaşı Ebu Bekir bu göreve seçildi.
KRAL DEĞİLDİ
Hz. Muhammed (as), Resûldü, Allah’ın elçisiydi. Bir milyon kez haşa O, kral değildi. O, risaletle gelmişti. Elbette kendisine inananların yöneticisiydi, önderiydi, imamıydı, ancak saltanat kurmak, sultan olmak gibi davası yoktu. Allah’tan aldığı vahyi tebliğ etmiş, insanları Allah yoluna çağırmıştı. Dünya durdukça örnek alınacak bir tarzda ve Kur’an’ın emri istikametinde ülkeyi yönetti. Bu konuda da Müslüman yöneticilere örnek verdi. Ancak bir hanedanlık kurmadı. Çocukları için ümmetinden bir ayrıcalık istemedi. Suç işleyen “Muhammed’in kızı Fatıma” dahi olsa cezasını çekmesi gerektiği ifade edildi. “Benim çocuklarım, benim zürriyetim sizi yönetsin” dememişti.
Rahmet Peygamberi (as), son günlerinde, ağır hastaydı, camiye çıkamadığından, “Ebu Bekir’e deyin, insanlara namaz kıldırsın” diye direktif verdi. Bu emri, birkaç kez tekrarladı. Hz. Aişe, itiraz etmek istediğinde, sözünü keserek, “Ebu Bekir’e deyin insanlara namaz kıldırsın. Ebu Bekir’den başkasına Allah da müminler de razı olmazlar” buyurdu. (Buharî: 2/627-629-646-647)
Bilindiği gibi, insanlara imam olup namaz kıldırma görevi, yöneticinin, emirin tabii vazifelerindendir. Peygamberimiz (as)in Ebu Bekir’e namaz kıldırma görevi vermesi, onun yöneticiliğini işaret etme anlamına gelmez mi? Peygamber (as)in vermiş olduğu bu görev, şu anlama uygun düşmez mi? “Yöneticinizi siz seçin, bu rüştü siz gösterin. Ben toplumunuzun bu konuda ki tercihine müdahale etmek istemiyorum, ancak benim şahsi tercihim Ebu Bekir’dir” Ezelî irade, Ebu Bekir’i müstesna bir yere oturttu. Her faniye nasip olmayan o yer, her zaman Peygamber (as)in sağ yanı idi. Ebu Bekir’in çocukluğundan itibaren en yakını Hz. Muhammed (as)di. İkisi de çocukluğu bir arada yaşadılar, bir arada büyüdüler. Birbirinin dert ortağı oldular. Birbirinin en sadık arkadaşı, yandaşı ve sırdaşı oldular. Beraber sevindiler, beraber üzüldüler, beraber güldüler, beraber ağladılar. Hayatın yükünü, meşakkatlerini beraber omuzladılar. Beraber yürüdüler, yürüdüler.
Rahmet Peygamber’inin davetine ilk icabet eden de Ebu Bekir oldu. Bu çağrıyı kabul hususunda hiçbir iç sıkıntı duymadı, tereddüde düşmedi. Adeta gece gündüz aramakta olduğunu bulmuş gibiydi. Artık varı, yoğu hep bu davetti, hep bu dava idi. Yalnız malını, mülkünü, servetini değil, canını, ciğerini, ruhunu da bu yola koymuştu.
Hz. Ebu Bekir, ilk inanandı, iman yoluna baş koyandı, ilk günde birçok kişiyi bu kutlu daireye taşıyandı, bu uğurda yaşamı hiçe sayandı, bu yüzden dayak yiyen, işkence görendi. Canından çok sevdiği Peygambere canını siper edendi. Vefakârdı, vefakârlığa örnek verendi. “Sıddîk” unvanını kazanan bir sadıktı, sadakate örnek verendi. Aziz adı, iman, sadakat ve vefayla özdeşleşendi. Minber ve mihrapların sahibiydi. Peygamberin vefatına en çok üzülenlerdendi. Ancak herkes şaşırmıştı ama o, hiç şaşırmayandı. Herkes unutmuştu o, hiç unutmayandı. Camiin dolusu şaşkınları uyaran oldu, onlara yol gösteren o oldu. En doğru hedefi gösteren de o oldu.
Peygamber’e tapanı uyardı, (zaten o toplumda öylesi yoktu) Allah’a tapanı müjdeledi.
Saadet döneminin kutlu nesli, kadirşinaslığını kanıtladı. Allah Elçisinin mesajını iyi okudu, doğru anladı. Gereğini yaptı. Medine’nin yerli halkı olan Ensar, öne geçmek istiyordu. Halifenin kendilerinden olması için çırpınıyordu. Ancak Medinelilere de aklıselim hâkim oldu. Bunlardan biri olan Zeyd bn. Malik oğullarından Beşir bn. Sa’d, yerinde oturamadı. Bu örnek yiğidin ak ve aydın vicdanı söz alıp konuşmaya başladı, dedi ki:
Ensar Kardeşlerim! Biz bu dava uğruna hayatımızı ortaya koyanlarız. Bu fedakârlığı dünya için, dünyalıklar için yapmadık.
Allah rızası için yaptık. Bu fedakârlığı, övünme vesilesi yapmanız doğru olmaz. Allah’a andolsun ki, muhacir kardeşlerimizin haklarını, üstünlüğünü asla tartışmayacağım. Siz de Allah’tan korkun, onlara karşı çıkmayın. Biz bu davaya ilk yardım edenleriz, sakın ha ilk bozguncular olmayalım”
Bu mert ve yiğit kişinin sözleri etkili olduysa da durumun nezaketi devam etmekteydi. Bölünmeyi bile teklif eden, “Bir emîr sizden, bir emîr de bizden” diyen oldu. Bu izzetli topluluktan böyle cılız teklife önem veren biri çıkmadı. Durum gerçekten kritikti. Güçlü kabile Hazreç, kendilerinden birini seçme sevdasında idi. O durumda ezeli rakip Evs’in bunu kabullenmesi zor görülüyordu. Çünkü İslam’dan önce aralarında “buas” denen, iddiaya göre aralıklarla yüzyıl devam eden savaş çıkmış, her iki taraf da adeta mahvolmuştu. İslâm, bu asırlık düşmanlığa çare olmuşsa da yeniden bir rekabetin başlaması ve bunun vuruşmaya dönüşmesi ihtimal dışı değildi. Özellikle Kureyş’in bunu kabullenmesi daha müşkül görülüyordu. Kaldı ki diğer Arap kabileler, ancak Kureyş’e itaat edebilirdi. Toplantıya katılanların hepsinin yanında, Hz. Ebu Bekir’in saygınlığı tartışmasızdı.
Hz. Ebu Bekir, “Beni saîde” örtmesinde müşahede ettiği bu kritik durumu bitirmek, bu çetin gediği aşabilmek için, Hz. Ömer veya Ebu Ubeyde’ye biat etmek istedi. Orada bulunan ak ve aydın vicdanların ortak sesi şöyle dedi: “Allah’a andolsun ki, sen var iken hiç kimse, bu işe atılmaz. Çünkü sen muhacirlerin en büyüğüsün. Hicret yolunda Peygamberle mağarada yalnız kalan, hastalandığında namaz kıldırmak için görev verilen kişisin. Ey
Ebu Bekir! Elini uzat da sana bîat edelim” (D.G. Büyük İslam Tarihi: 2/29)
Yönetime istekli olmayan Hz. Ebu Bekir, bu çetin gediğin aşılması için bîatları kabul etti. Toplantıda bulunan herkes, “geç kalan ben olmayayım” endişesindeydi. Bu işin hayırlı olduğunu anlamışlardı, onun için hayırda bir onurlu yarış başlamıştı. Hayırlı olayın kahramanlarından Beşir bn. Sa’d’ın ağlamaklı bir sesle şöyle haykırdığını duyanlar oldu:
Ömer! Allah için sana yalvarıyorum. Ben, ilk bîat eden olayım, ne olur beni bu mutluluktan nasipsiz koymayın” Mertliğin sesi çok etkili oldu. “kabul” dediler. Bu hak âşığı yiğidin -rivayeten- herkesten önce bîat ettiğini söyleyenler vardır. Bîat tamamlanınca, inanan gönüller mescide akın ettiler. Artık Hz. Ebu Bekir, Peygamber’in halifesi, müminlerin emîriydi. Ak vicdanlar, sevdalı oldukları sesi dinlemeye koyuldular. Sanki yer, gök hep kulak kesilmişti. Yaşlı tarih noktası noktasına söylenenleri kaydetmeye çoktan hazırdı.
Hz. Ebu Bekir, Peygamber’in üç basamak çıktığı minberin iki basamağına çıktı. Mütevazi Halife, Peygamber’in çıktığı yere kadar çıkmadı.
Hz. Ebu Bekir dedi ki:
Kendisine “Sıddik” unvanı uyumlu düşen, tam adı, Ebu Bekir bn. Usman Ebu Kuhafe olan, İslâm toplumunun ilk Halifesi, çıktığı minberde halkına hitabede bulundu. Aralarında çok az bir ifade farkı olan, birçok kaynağın yer verdiği bu hitabenin tam metnini veriyoruz. Bu metin, “Doğuştan günümüze Büyük İslâm Tarihinin sunduğu metindir. Aynen şöyle: (Allah’a hamd’ü sena, Peygambere salat ve selamdan sonra) dedi ki:
Ey insanlar! Size halife oldum ama bu, sizden daha hayırlı olduğum anlamına gelmez İdaremde isabetli olduğum sürece bana yardım edin. Doğruluktan ayrılırsam beni düzeltin. Doğruluk emanet, yalancılık hiyanettir. İçinizde zayıf olan, hakkını alıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. İçinizde kuvvetli olansa, ondan başkasının hakkını alıncaya kadar zayıftır. Bir millet Allah yolunda cihattan vazgeçerse Allah’ın gazabına uğrar, perişan olur. Bir millette kötülük yaygın ve revaçta olursa Allah o milleti belaya düşürür. Allah ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Bu itaatten ayrılırsam artık sizin üzerinizde itaat görevi kalmaz. Buyurun namaza kalkın. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.
(Not: Bu metini, “Doğuştan günümüze Büyük İslâm Tarihinden aldım. (bak: 2/30) ve değiştirmeden almaya çalıştım. Ancak bu kaynakta parantez içine aldığım hamd’ü sena bölümü yoktur. Arapça kaynaklarda ise vardır. Bu metinde geçen “millet”, “halife” kelimelerini de birçok kaynakta görmedim)
Bazı kaynaklarda, rastladığımız, şu cümlelere burada yer verilmemiştir. O cümlelerden biri şudur: “İyi biliniz ki, akıllının en akıllısı, Allah’ın yasaklarından sakınan, ahmakların en ahmağı da bu yasakları çiğneyendir” M. Asım Köksal’ın Hz. Muhammed ve İslamiyet adındaki eserde bu hitabe ana hatlarıyla aynı olmakla beraber daha ayrıntılı verilmiştir (Bak 11/90)
Bu hitabede geçen bütün kelimeler, üzerinde dikkatle durmayı, iyi düşünüp tahlil etmeyi gerektiren özellikler taşımaktadır. Hz. Ebu Bekir (ra), Bu hitabede, kendi halkının, gerektiği zaman baş kaldırma, halifeyi azletme hakkı olduğunu kabul ediyor. Kendi halkının böyle bir hakkı olduğunu belirtmekle işe başlıyor. Hz. Ebu Bekir’den başka halkının bu hakkını hatırlatmakla göreve başlayan bir devlet başkanı var mı, böyle biri dünyaya gelmiş mi? İtiraf edeyim ki ben bilmiyorum.
Bütün ak vicdanlar bilir ki, Ebu Bekir, Hz. Muhammed (as)ın en yakın dostu, arkadaşı, hemhali, yandaşıydı.
Nübüvvetten önce ve sonra hep beraber yürüdüler, beraber oldular. Beraber sevindiler, beraber üzüldüler, beraber güldüler, beraber ağladılar. Aynı yolda yürüdüler, aynı istikamette yürüdüler, aynı hedefe yöneldiler. Hakk’ın dinini dünya âleme duyurdular. İnsanlık semasının Güneşi ve Ayı idiler. İkisi de Mekke’de doğdu, ikisi de Medine’de aynı kubbenin altında beraber yatmaktalar Ve şüphesiz ikisi de cennette beraberdirler. Dünya durdukça bütün dünyalılar ikisinin de izzetine selam durmalıdır.
Not..: Bahattin BİLHAN ın Kaleminden..!
..--- Hz. Ali’ye göre Hz. Ebu Bekir:
Hz. Ebu Bekir, vefat ettiğinde Hz. Ali şöyle demişti:
“…Ey Ebu Bekir! Sen, fırtınaların ve en şiddetli kasırgaların oynatamadığı bir dağ idin! Resulullah’ın dediği gibi sen bedeninde zayıf, Allah’ın dininde kuvvetli, gönlünde mütevazi, Allah katında ve yeryüzünde makamı yüce, müminlerin nazarında büyük idin. Sende hiç kimsenin kini, hiç kimsenin değersiz bulduğu bir taraf yoktu. Senin katında kuvvetli, ondan hak alınıncaya kadar zayıf, zayıf da hakkını alıncaya kadar kuvvetli idi. Allah senin sevabından bizi mahrum etmesin. Senden sonra bizi saptırmasın”
(Abbas Mahmut Akkad: Abkariyyetü Ebi Bekr : 263 Tercüme: Ali Özek)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.