Sinema
Bu akşam üç film birden...Öykü
,Dambidi dambidi dam dam dam...
-Duyduk duymadık demeyin bu akşam Şafak sinemasında, üç film birden, Hem de biri püsküllü Şadiyenin filmi
Dam dam dam...
-Türk İtalyan yapımı bu filmde mahallemizin kızı oynuyor; ikincisi kara Murat.
Üçüncü film sürpriz; aralarda, bedava gazoz dağıtılacak,
Duyduk duymadık demeyiin; dambidi dam dam dam..
-Mari teyzee Mari teyze duydun mu?
-Duydum duydum sen duyorsun ben duymor dambidi dandini
-Aman Mari teyze her gün bir ad takıyorsun bana
-Kiz ayağinde az sallamiş seni bu Mari teyze? ne sokakda çığirtir durorsun; davul azdır; ? Herkes kimin ben de duyorum, kulaklarım sağirdir sanorsun?
-Yani gelecekmisin akşam, bu film kaçmaz bizim mahallenin gururu Şadiyenin filmi;
Hem de üç film birden, ah ah annem vakitsiz ölüp gitmese, önüme set çekmeselerdi halamlar, aslında ben da artiz olurdum ya..
-Birak gevezeliği mori sen şimdi fırına gidorsuun bir ekmecik de bana alirsin? üst kattaki madam provaya gelecekdir yarin balo vardir bu entari, bu gün bitmek lazim.
Pencerenin önünden komşu teyzesiyle konuşan Sultan, seslendi heyecanla.
-Mari teyze bende para var sonra verirsin; fırından sonra bilet almaya gidecem sana da alırım, sonra bilet bulamayız...
-Eyi hadi git al akşama görüşoruz...
Ah Mari teyze aah, sesin hala kulaklarımda; davulun sesi aynı o günkü gibi; ve o rengarenk afişler geçiyor gözlerimin önünden...
Eteklerini savura savura yokuştan aşağı yuvarlanırcasına indi, fırından ekmek sinemadan bilet alacakdı...
...............................
Betül o günleri içini çekerek, anımsarken yaşaran gözlerini siliyor, içleniyordu.
sanki bu günler,
o geçmiş güzel günlerin, bir takrarı gibiydi...
Sonra üzerinden yıllar geçti çocuklar büyüdü genç kızlar evlenip ev bark sahibi oldular...
En önce mahallenin sevgilisi rum terzi Mari teyzeleri terketti apartman sakinlerini; Sultan, Betül bütün kızlar; hasretle anar oldular o güzel, komşuluk iişkilerinin en güzel yıllarını...
Şimdi aynı mahallede, Mutlu apartmanındayız;
Betül kaçamak yapdığı işyerinden yorgun gelip bir kaç saat uyudukdan sonra erkenden uyanıvermişdi...
Şimdi onun hikayesini ağzından dinleyelim.
-Ben Betül, bir mağazada halkla ilişkiler müdürüyüm; bizim Mutlu apartmanı bu mahalledeki komşuluk ilişkilerinin en yoğun yaşandığı eski bir apartmandır.
Kendime bir yorgunluk kahvesi yapmak isteyip mutfağa girdim; girmemle birlikte gelin ocağa, ocak bucağa misali önce iki tabak kırdım daha sonra ocaktaki kahveyi bi güzel taşırdım Kendi kendime sinirlenip söylenmeye başlamışdım ki kapı çalındı.
-Senden de kadın olacak da?
Gözlerim yaşardı; yorgunluk ve bıkkınlıkla yerdeki tabak çanağı telaşla toplamaya çalışıp kapıya seğirttim
Sinirden gözlerim yaşarmışdı; ne zor bir hayatım vardı.
-Kim acaba şimdi tam da sırası
Kapıya doğru yürürken dudaklarımı ısırıyor yine söyleniyordum ki kapıdaki sabırsız son bir kez ısrarla uzun uzun çaldı zili...
Öyle bir ruh haliyle yerimden zıplayıp bağırdım ki utandım,
-kim oo,
-Benim kızım; Şükran teyzen, benim.
Mahçup olmuştum; hemen kapıyı ardına kadar açıp buyur ettim sarıldım pamuğuma...
Dünyada kırıp gücendireceğim son insan o olurdu herhalde...
-Hoşgeldin kusura bakma kapıda beklettim seni mutfağa kahve yapmaya gittim her yanı kırdım geçirdim kahveyi de bi güzel taşırdım.
-Sen merak etme ben şimdi hemen ikimize de yaparım diyerek mutfağa yöneldi;
-Dikkat et yerleri süpüremedim daha tabak çanak kırıklarına dikkat et! ,
-Ne has bu gün evdesin?
-Mağazada sayım var da ondan böyle elim ayağıma karışıyor, çok yorgunum iyi ki geldin Şükran teyze
oh pamuğum senin bir eşin daha var mı acaba?
-Var ya evde pinekliyor; hadi sen git otur ayakda duracak halin yok rengin de sapsarı...
Salona geçip en rahat kanepeye bağdaş kurup oturdum; kedim benek de gelip kucağıma çıkdı, ardından Mavi, mıır mır diyerek beneği kıskanıp omuzuma tırmandı bir pamuğum, bi de kedilerim benim en sadık dostlarımdı onlar...
Çocukluğumda annemden duyduğum, rumeli ezgilerine benzer bir ses duyduğumda irkildim...Sesin, mutfaktan geldiğini anladım Şükran teyze idi şarkıyı mırıldanan.
Okuduğu bu ezgi beni hayallere daldırdı, birden tatlı bir rehavet basdı orada uzun uzun uyuyabilirdim...
Mutluluk bu olmalıydı birilerinin sizi sevip koruması ne istediğinizi bilmesiydi...
Şimdiye kadar hiç duymadığım, bu rumeli şarkısı o yörelerin duygulandıran bir ezgisiydi...
Hediye alman gümüşünden tepsimde, kahvelerin mis gibi kokusu, tüten buharı uykumu açmağa yetti, biraz dedikodu yapıp kahvelerimizi höpürdeterek içiyorduk; fal da kapayacakdık tabii ki. Pamuğum çok güzel fal bakar, çoğu dedikleri çıkardı...
Bu günkü rezaletten sonra, bu sakar kızı kim alacak merak ediyordum...
O hep ağır ağır içer, fincanı elinde evire çevire, telvesini fincanda kalmamasına gayret ederdi yoksa insanın içi kapalı kasvetli çıkarmış...
-Betül sana bir ricaya geldim
-Estafurullah Şükran teyze, nedir söyle canım?
-Şu bir numaradaki pazarcının kızını akşam istemeye geleceklermiş; kızın giyecek doğru dürüst bir elbisesi yokmuş, seninkilerden birini ödünç versen ha ölçüleriniz birbirine yakın.
-Aman Şükran pamuk öyle olur mu? ben şimdi mağazaya telefon eder güzel bir şey getirtirim...
-Oldu öyleyse ben gideyim; sağol kızım, hadi görüşürürz diyip teşekkür etti; giderken sıkı skı sarıldı...
Bakalım falda söyledikleri çıkacakmıydı; ben şu an yaptığım işi bırakacakmışım, gönlümde başka aslanlar yatıyormuş...
Vallaha merak ettim o aslanları, bari bi de aslan kral olsa ya; ondan hiç sözetmedi...
Canıım benim, oysa bekarlara fal bakanlar, önce iyi bir kısmetten söz ederler; nasılsa bir türlü ortaya çıkıp görünmeyen kısmet, falda gözükür...
Ha bir de yeni insanlarla tanışacakmışım falan; fazla ilgimi çeken bir şey olmadı ama,
belli olmaz bizim topal eşeğiyle gelmekte olan prens de içlerindedir belki; kim bilebilir...
Kafamda iş ile ilgili planlar yaptığım doğruydu...
Şimdi biraz apartman komşularımızdan, kendimden söz edeyim...
Annemlerden kalan bu ev çok katlı değil ama biz burda isim söylemez, daire numarasıyla örneğin beş numaradaki üç numaradaki diye adlandırırız komşuları...
Yedi numarada yaşlı kocasıyla Şükran teyze oturuyor, altında üç bekar genç; biri lisede, ikisi üniversiteye gidiyor...
Sağolsunlar her işimize koşarlar...
Eskiden bekar gençlere kiraya ev vermezlermiş ama, böyle bekarlar dostlar başına...
İç mimar olmayı çok arzu eden, Ali Yozgat’lı; zıraat tahsili yapan Mehmet Elazığ’lı; liseye giden erkek kardeşi Mustafa, ise meslek lisesine gidiyor; muzip şeytan tüyü olan sevimli sempatik bir genç, böyle birini daha önce hiç tanımadım desem yeri var...
Mehmet memleketindeki bir kızla beşik kertmeli, yani bebekken nişanlamış aileleri...
Şaşkınlık yaratan, düşündüren bu gelenek; halen doğunun bir çok yöresinde devam etse de, yeni yetişen gençlerin itirazları oluyor, büyüdüklerinde.
Mehmet ise nişanlısını beğeniyor düğünleri önümüzdeki yaza; kısmet olursa, bizi de davet ediyorlar...
Şükran teyzenin giderken söylediği son söz, geliverdi aklıma birden şimdi ne alaka demeyin, aramızdki sohbetin sonunu bilmiyorsunuz...
Ona teşekkür edip minnet gözyaşları dökdüğümde boynuma sarılıp bak kızım dedi:
-Bu yaşa geldim, bir şey öğrendim, doğduğun yerden ayrılmayacaksın, her taş yerinde ağır...
Ama yine de şanslıyım ki, bu zamanda bile hâla insan kadir kıymeti, komşu kıymeti bilen değerli insanlar arasındayım...Tanrı’ma şükrediyorum; bunları hüzünlenerek düşünüp söylememe sebep arada bir göz attığımız tv deki belgeseldi...
Ellili yıllar:
Aşağıda bir şamata bir uğultu, sorma gitsin; komşu kızları, yaşıtım arakadaşlarım ellili yıllardan sesleniyorlar...
-Hadi Betüül, yahu sinemaya geçikiyoruz yine yer kalmayacak...
Karşıdan mutfak pencerelerinden, Serpil de işararet ediyor, -hadi aşağı in diye
Annemse her zaman söylediği bilmem kaçıncı kez- kızıım üstüne bir hırka al havalar soğudu geceleri serin oluyor...
-Olur anne olur
Ben de anne olursam kızıma böyle davranacağım herhalde, kızım büyüyüp ergin bir birey olsa bile gözümde hep çocuk kalacak...
Bu gün mutfakdan çıkasım yokdu hiç, kulaklarımda gençlik arkadaşlarımın, sesleri davulun, Mari teyzenin bozuk Türkçesiyle, anımsadığım o sıcacık sevecen sesi...
İnceden bir yağmur başlamışdı, kedim Perişan pencerenin önüne gelmiş sitemkar bakışlarıyla tırmalıyordu camı...
Sanki artık hiç benimle ilgilenmiyorsun der gibiydi.
Şimdi ben kaç yaşındaydım yirmi mi, kırk mı elli mi? çok da önemli değildi; yirmisindeki o genç kız hayatımın ayrılmaz bir parçası olmuştu, ne evimden ne yatağımdan ne de ikibini aşmış yıllarımdan gitmiyordu hep iç içeydik.
Bu met ve cezirleri yaşamak beni üzmek şöyle dursun aksine, besliyordu ruhumu bedenimi...
Sabırsız kedimi daha fazla üzmemek için pencereyi açıp içeri aldığımda; içeri giren temiz havayı ciğerlerime çekdim..Ooh yaşamak ne güzeldi yaşanmış yılları anımsamak hüzün verse bile o günleri anmak ne güzeldi...
Dışarıdan gelen hava toprak yaprak, yağmur en çok da kedim kokuyordu...Hafif bir ürpertiyle irkildim, Perişan hemen atlayıp sepetine gitmişdi, vefasız son günlerde yavrularıyla da hiç ilgilenmiyordu bana da dargın olmalıydı ki hiç yüz vermiyordu...
Temiz havayı biraz daha içime çekmak gök yüzünü seyretmek için bir süre daha kaldım pencerenin pervazına dayanıp.
Günlerdir yağmayan yağmur,ağaç dallarını ve yapraklarındaki tozları silip yıkamış pırıl pırıl yapmışdı... Birazdan gök kuşağı da doğardı, renklerden maviyi seçerdim, benim de perişanın da gözlerimiz maviydi ya, bizi kem gözlerden nazarlardan koruyan...
Dalları balkona kadar uzanan kayısı ağacının, alt dallarında hiç meyvesi kalmamışdı, bahçeye indiğimizde elimizin ulaşabildiği yerlerden koparıp yediğimiz bu kayısıları da rahmetli babam dikmiş, Mari teyze de büyütmüşdü itinayla...
Eriklerin kayısıların yerlere dökülenlerini çamaşır hanenin damında kurutuyorduk...Bu yıl çok bereketli gelmişdi, ağaçların dalları, meyvelerle yüklüydü...
Erik ağacının her yıl bütün apartmana, konu komşuya bol bol yatmesi, bereketi, bir yana hemen yanı başımızdaki sinemaya giderken ceplerimizi eriklerle dolduruşumuz.; Bunlar bile benim kanaatkar gönlümü hoş etmeye yeterliydi...
O güzelim kütür kütür eriklerin tadı neden öyle bir başkaydı ki?
Yine kapı çalınıyordu benim kapı mı komşulardan birinin mi ayırt edemedim..Vakit bir hayli ilerlemişdi...
Kulak kabarttım benim kapıydı. Allah allah kimdi bu saatte,
-Kim o,
-Açar mısınız,
-Kimsiniz?
-Been Feridun,
üstümü başımı düzeltip, kapıyı açdığımda yaklaşık kırk yaşlarında, boylu poslu üzerinde kaliteli bir pardesü olan bir adam vardı karşımda meraklı gözlerle birbirimizi süzdük bir süre.
-Kimi aradınız,
-Siz Betül değil misiniz?
-Evet Betül benim ama sizi tanıyamadım, siz kimsiniz,
Elini uzattı buz gibiydi eli
-Ben Feridun uzakdan akrabanızım Bulgaristandan geldim şimdi uçakdan indim...
-Aah afedersiniz buyurun içeri buyurun lütfen...
Aklım başıma anca gelmiş utanmışdım; adamı kapı önünde beklettiğim için ama vakit de bir hayli geçdi...
Hem özür diliyor bir yandan hatırlamağa çalışıyordum, annem fotoğraf albümünü açtığımız da iş de bu da kuzen bu bilmem kim ya da bu ahretliğim, oğlu kızı diye tanıtırdı...Aklımda içlerinden yakışıklı olanı kalmış olmalıydı pek de yabancı gelmedi...
Onu salona buyur edip, mutfağa gidiyorum bahanesiyle telefonla sesizce Şükran teyzemi aradım şimdi hızır gibi yetişirdi...
Genç adam içeri çekinerek girerken,
-Kusura bakmayın, bu saatte rahatsız ettim ama, türkiyeye ilk kez geliyorum İstanbul’un da yabancısıyım...
İçimden sinirlensem de adama güler yüz göstererek, elinden valizini alıp kenara bırakdım...
Salonun ışıklarını yakıp hoşgeldiniz demek için elimi uzattım, o an göz göze geldik...
O idi iş de beklediğim, sanki yıllar yılı tanıdığım biri gibi.
Donup kalmışdım; kime benziyordu, hayranı olduğum yabancı bir sanatçıya mı? ama yok yok bu genç adam babama benziyordu hayır asla, abime yine olmazdı. Yok canım onlara niye benzesindi ki.
-Şaşırdınız değil mi
-Neden
-Beni birine benzettiniz ve bunda çok haklısınız.;
ben sizin rüyalarınıza giren yüzüm
-Yok canım daha neler çok şakacısınız,
Kahkahalarımızı zaptedemedik,
Bu sözlerin doğruluğuna mı onun küstahlığına mı şaşırmalıydım.
Sonra hemen
-Kızmayın kızmayın dedi gözlerimin içine derin derin bakarak, bir yandan korkuyordum ama, sanki ipnotize olmuş gibi gözlerimi laciverd güzel gözlerinden ayıramıyordum...
Onu salona buyur edip mutfakdan hemen Şükran teyzeyi aradım o şimdi bir formül bulur hızır gibi yetişirdi...
Uzaktan akrabam olduğunu söyleyen bu genç adamla yalnız kalmak istemiyor haliyle tedirgin oluyordum...
Aman Allahım kimdi bu adam, yıllar sonra kapımı bir erkek, hem de korkunç yakışıklı biri çalıyor, ve Bulgaristandan geldiğini söylüyordu...
Annem hiç böyle birinden sözetmemişdi, yalnız bir ahretliğinden zaman, zaman söz eder mektuplar gönderirlerdi birbirlerine.
Cebinden bir resim çıkarıp bana uzattı.
Bu resimde annem yanında bir bayan ve kucağında ben vardım, ve kadının sağ tarafında gözlerini bana dikmiş kötü kötü bakan bir velet vardı...
-Anlaşıldı siz annemin ahretliğinin oğlusunuz.;
kahve çay bir şey alır mıydınız, açsanız bir şeyler hazırlayayım...
-Yok yok uçakda bir şeyler yedim, ama kahveye hayır demem...
Kahvelerimizi içerken,kendinden ailesinden sözetti; hatta,
anneme annesiyle birlikte çekilmiş bir fotoğraflarını gönderdiklerini söyledi...
Annem mutlaka o fotoğrafı saklamış olmalıydı; çünkü hiç bir gün unutamadığı değer verip gözünden koruyup sakladığı değerli anılarıydı onlar...
Yavaş yavaş şüphe ve tedirginliğimden sıyrılıyor, ona ısınıyorken, sohbeti koyulaştırmışdık....
Çok hoş sohbet şakacı biriydi, bu arada ben de gidip odamdan aile albümümüzü getirdim...Annemden bana miras ki en çok bu resimleri köşe bucak saklama huyum çevremdekileri rahatsız edecek bir boyuta ulaşmışdı...
-Sakın yanlış anlama ama sen de görmek istersin diye düşündüm.
-Oo ne demek ben de hep Servet teyzeyi merak etmişimdir...
Bir yandan elimdeki albümden resimleri gösterirken, onunla aynı evde nasıl kalabileceğimi düşünüyordum...
Bir ara bir şey bahane ederek bu kez Şükran teyzeye gittim; durumu yeniden anlattım...Ne de olsa biraz sohbet etmiş az çok müşterek taraflarımızın olduğuna kanaat getirmiş biraz rahatlamışdım resimler de iyi bir kanıttı...
Pamuğum yine hızır gibi yetişip güzel bir çözüm bulmuştu
-Sen hiç üzülme kızım ben şimdi Mustafayı gönderirim sana.
-Eee sonra ne olacak?
-Canım iş de bir hikaye uydururuz; odalara ilaç sıkdım falan de; Mustafa onu yakınlarda bir otele götürür...
-Pek aklıma yatmadı ama, pamuğum ancak sen bu işin üstesinden gelirsin...Hem o da çocuk değil ya anlayış gösterir herhalde...
Karışık gibi gördüğüm bu durum umduğumdan kolay oldu...Feridun da zaten bir yer bilmediği için benden yardım isteyecekmiş...
Teşekkür edip benimle tokalaşdı; kapıdan Mustafa’yla çıkarlarken dönüp bir kez daha bakdı...
Aman Allahım, gördüğüm en yakışıklı erkek güzeli idi...
Gökten iner gibi hayatıma bir lahzada girip beni allak bullak eden heyecanlandıran bu adamı gerçekten rüyamda görmüş olabilir miydim...Ya da sık sık gördüğüm o belirsiz yüzün sahibi Feridun muydu?
Peki öyleyse o bunu nereden bilecekti ki. Son gönderdikleri, annemin albümde itinayla sakladığı fotoğrafında en az bir on yıl evvelki delikanlı haliyle daha farklı da olsa büyüleciydi...
O günden sonra, onunla sık sık görüşür olduk, Türk sineması hakkında araştırmalar yapıyordu; çevreyi biraz tanıyınca daha iyi bir otele geçdi...
Hemen her fırsatta geliyordu Şükran teyze komşular da alışmışdı artık ona..
Öyle ki bir iki gün gelmese hemen soruyorlar, bana manalı manalı bakıp göz kırpıyorlardı...Tabii çok yakınlarım dışında kimse böyle bir şeye cesaret edmezdi ya...
Feridunun Bulgaristanda bir film şirketi vardı...
Kısa bir flört devresinden sonra ayrı kalamayacağımızı birbirimizi deliler gibi sevdiğimizi anlayarak hemen evlendik...
Çevremdeki herkes bu evliliğe onay vermişdi Feridunu sevmeyen benimsemeyen hiç kimse kalmamışdı...
Arada bir ülkesine gidiyor bir kaç gün sonra sabırsız ve heyecanlı bir şekilde bana dönüyordu...
Artık başka yerde çalışmamı istemiyordu beni film şirketine ortak edip bundan böyle benim sağ kolum olacaksın diye o büyüleyen bakışlarıyla
itiraz kabul etmeyeceğini kesin bir şekilde anlattığında bu yeni iş bana da cazip geldi...
O yurt dışına gittiği iş gezileri sırasında severek çalışdığım, artık iyiden iyiye kavradığım işde başarılı olduğumu görüyor, hevesle ve inatla çalışıyordum...
Feridun çok memnundu beni yüreklendiriyor, işi çabucak kavradın beni aratmıyorsun diyordu...
Başarılı olmamın nedenini, hep fotoğraf sevgime, bağlıyor ve abimden az da olsa öğrendiklerime borçlu olduğumu düşünüyordum...
Çalışanlarla da iyi dialog kurmuşdum bana karşı çok saygılı davranıyorlardı....
Feridun olsun olması hep aynı mesafeyi koruyorlardı; yaşantımdan çok memnun ve mutluydum...
Bu evliliğe en çok pamuğum sevinmişdi...
Perişan ise onu çok az görüyor, ve gördüğünde de soğuk davranıyordu...Beni herkesden kıskandığı için Feriduna da dostça davrandığı söylenemezdi...
İlk başlarda çok endişeliydim, ama Feridun umduğumdan daha sakin anlayışlı zeki ve şakacıydı...
Anlaşamadığımız tek konu, ben çocuk istiyordum o ise daha erken sırası değil diyip konuyu kapatıyordu...
Seneler birbirini kovaladı herşey yolunda gibi görünürken ilk kavagamız, açdığım karma sergide başladı...
Çocukluğumdan başlayarak, karakalem, portre ve daha sonraları yağlıboyayla tanışarak, resim yapıyordum...
Vazgeçemediğim iki tutkumdan biriydi; bayağı başarılı olduğum söylenebilirdi.
Benim bir resmi bitirdikden sonra duyduğum haz bir sevgiliyle flörtten bile daha öte bir şeydi. Böyle bir hazzı başka nede bulabilirdim ki.
Daha sonraları fotoğraf çekmeye de başlamışdım, ama geç kaldığımı düşünerek kendimi yiyip bitiriyordum...
Feridun duvarda asılı duran perişanın resmini farketmiş, ama üzerinde fazla konuşmamışdık...
Onunla evlendiğimden beri ancak o seyahatlere çıkdığında yapdığımdan hiç haberi olmuyordu...
Ferudun evde adeta misafir gibi yaşıyordu; ama benim hiç bir şeyimi eksik etmez, ve fazlasıyla şımartırdı...
Kavgalarımız ise benim aşırı dercede onu kıskanmamdan kaynaklanıyordu...
Bu konuda eşimin hiç hatası yokdu...Ben onu aşırı derecede kıskanıyor ikimize de hayatı zehir ediyordum...Öyle ki perişan bile evdeki kavgalı gürültülü elktrikli havadan etkileniyordu...
Artık Feriduna yaklaşıp kuyruğuyla ayaklarına dolanıyor, dostça davranıyordu...Benim yanıma ise gelmiyor, dışarı çıkdığında birkaç gün görünmüyordu...
Esas büyük kavga Feridunun bir iş seyahati dönüşünde patlak verdi...
Öteden beri yapdığım resimler oldukça birikmişdi; yeni işimde kendime ayıracak daha çok zamanım vardı..Bir sergi açmayı düşünüyordum; Feriduna bahsetmemiş sürpriz olsun istemişdim...
Masasına davatiyeyi bırakdım; meğer bu sergi evlilik yaşamımızın dönüm noktası olacakmış...
Kimin aklına gelirdi ki yaptığım bir portre aşık olduğum adamla aramı açacakdı? komşumuz Şadiyenin kızıl saçlarıyla yaptığım portresi herkesin özellikle de Feridunun çok ilgisini çekmişdi...
Naciye.
Hızlı hızlı yürümeğe başladı, kimselere rastlamadan bir an evvel mağazaya gitmeyi düşünüyordu...
Durağa geldiğinde,minübüs Aksaraya gitmek üzere hareket halindeydi; son anda telaşla arabaya bindi...
İnşallah o güzel kumaştan daha vardır, dur hele Allah büyükdür, diye kendi kendine konuşup, sesli düşünüyordu...
Şöyle güzel bir elbise dikinip, Saray sinemasının kadınlar matinesine gidebilseydi, daha ne isterdi...
Çoğu komşu çatlardı da, Hikmet hanım neyingil çok yakışmış Naciye derlerdi herhal...
Güzelliğinin farkındaydı, farkındaydı ama; ondan bundan alıp giydiği bu elbiselerle, kendini pek de hoş bulmuyordu...
O daha iyilerine layıkdı; yine de Allah razı olsun hepisinden...
Bu düşüncelerle arabadan inip hemen yakındaki o büyük mağazaya girdi...
Beğendiği bahar dallı empirme kumaşdan bir buluzluk kestirdi, hediye paketi yaptırıp içi cızlayarak parasını ödedi acele çıkdı mağazadan...
Poşeti de nasıl güzel, pırıl pırıl hem de mağaza ünlü bir mağazaydı, kendi de öyle yerlerden alışveriş yapabilirdi, böyle düşünerek uzun uzun içini çekdi gözleri yaşardı...
Sevgili kari şimdi Naciyenin yaş gününe gidişini orada yaşadıklarını bir tarafa bırakalım...Benim esasen meraklandığım Sultan karaekteri...
Sultan:
Sultan diyince biraz oturup düşünmek lazım diyecekdim ki yok canım, o öyle biri değil; içi dışında deli dolu biri, lakin çok da zeki sanırsınızki içinde bin Sultan daha var...
En çok samimi olduğu Betül ablasıdır bi de şadiye, Betül yirmi dokuzunda, olgun bir güzelliğe sahip, Sultansa, yirmi üç aşında sempatik çok renkli bir kişiliği olan yardım sever mahallenin göz bebeği, her ailenin sırdaşı yetenekli bir kız...
Öyle ki tiyatroya okumaya yazmaya meraklı bu genç kız arada bir birşeyler karalar gelir, Betül ablasına okur...O da sabırla sonuna kadar pür dikkat dinler Sultancığını...
O gün yine elinde bir kağıtla heyecan içersinde Betülün kapısındaydı, kalbinin biraz sakinleşmesini bekleyip kapının ziline hafifce dokundu...
-Hadi oku Sultan
-Tamam ama can kulağıyla dinleyeceksin.
-Hadi tamam dinliyecem söz, işim var acale et çıkacağım.
Sultan hemen okurum diyerek Betül ablasının boynuna sarıldı; başladı okumaya.
-Mahallenin delisi Alisi Velisi ila da Güllüsü, çoluk çocuk yazlık sinemadaydık.
Zeki Mürenin bahçevan filmi oynuyordu; sinema yazlık olduğu için kapıları kırılmamışdı da film gişe rekoru kırmışdı...
Sarı yosma, püsküllü Şadiye, rengi kaçık Nazlı, Aliş gilin Hüsniye, açık saçık elbisesi ile Şükriye de orada idi. yani bütün mahalle
Pala Ahmet, uçuk Memet,ve bir de medet geldiler...Bir gurupta da Aydın, Haldun hepsi sökün ettiler...
Film içinde film henüz başlamamışdı, ama kavgacı Naciye dazlak oğlu Nuriyi bi güzel haşlamışdı...Hayriye teyzeyle Nuriye teyze de yumurta haşlamışdı, beyzadelerin Hüsniye mutlak turfanda meyve de getirmişdir ya, Çocuklarından bize kalırsa.
-Burası da hikayede mi?
-Yok Betül abla yani ben sesli düşündüm...
-Gerisini akşam okuyalım mı Sultan Ha canım gücenme ama çıkmam lazım.
-Tamam Betül abla nereye böyle çok güzelsin bu gün farklı bir güzellik gördüm sende biriylemi buluşacaksın?
-Allah müstehakını versin deli kız; işten güçden fırsat mı buluyorum...
Naciye o gün yaş gününe gitti gitmesine de birkaç kendini bilmez kadının terbiyesiz çocuklarının, pastaları birbirlerine fırlatmalarından çok sinirlendi; öfkesi kabardı ama sesini çıkaramadı...
Pastanın dadı da ne güzeldi, kendi garip oğlu Nuriyi düşününce içi sızladı...
Ne yapıp yapıp bu pastadan oğluna da alacakdı, Hikmet hanıma nerden aldıkllarını helbet sorardı...
Sonra mutfağa gidip hanımına biraz yardım etmek, bulaşıkları makineye dizmek istedi, Sevgül
-Bu gün misafirsin Naciye sağol. diyip elinden aldı kirli tabakları...
Gözleri masanın üzerindeki tepeleme hediyelere takıldı; kendi hediyesi pırıl pırıl parlıyor, pencereden giren rüzgarla parlak kağıdı titreşip, hışırdıyordu...Gözleri takılı hediyelere bakarken Sevgülle göz göze geldiler genç kadın sarılıp teşekkür etti Naciyeye.
-Teşekkür ederim niye zahmet ettin Naciye, derken sitemli bakıyordu, sanki senin hediye alacak durumun, paran mı var der gibi...
-Hadi Naciye sen git artk istersen, geç oldu huysuz kocan neşeni kaçırmasın...
Naciye minnetle, Sevgül hanımın gözlerine bakıp, yeni yaşını kutladı;
Naciyenin gözlerindeki, minnetle karışık saf sevgisinden kaynaklanan bakışları bu gün aldığı en güzel hediye olmuşdu.
Naciye koltuğunun arasına bir kutu sıkıştıran genç kadına teşekkür edip, ağzında birşeyler geveledi...Merdivenleri ikişer üçer yuvarlanır gibi indiğinde, güneş batmış, hava serinlemiş, kararmak üzereydi, sokak lambaları ise yanmışdı...
Aksaray Fatih minübüsüne doğru koşturdu, iş dönüşü olduğu için uzun bri kuyruk vardı sıraya girip sabırla sırasının gelmesini bekledi...
Fatihe geldiğinde, arabadan inip hızlı adımlarla evinin yolunu tutdu.
Hüsniyelerin evinin köşesinde oğlu onu karşıladı,
-Oğlum nereye diyip onu azarlayacakdı ki,
Nuri, babasının içmeye başladığını söyleyip, seni karşılamağa geldim anne, diyince göğsü kabardı, aslında çok da kötü bir çocuk değildi oğlu...
Nuri annesinin koltuğu altındaki kutuyu görüp soran gözlerle bakınca,
-Anne bana pasta mı aldın?
Naciye de merak içindeydi; kutuda ne olduğunu, bilemiyordu; hemen oracıkda, yanından geçtikleri bir bahçe duvarının üstünde kutuyu bir açtılarki,
-Amanin Allah iyiliğinizi versin ne iyi insanlar; aynı orda yediğim pastadan...
Nuri pastanın kremasından koca bir parça koparıp ağzına attı, Naciyenin ana yireğinin sevinci gözlerine yansıdı...
Olsun yesindi oğlu helal olsundu, baksana milletin veletleri nimeti bol bulmuş oyun yapıyorlardı...
Garip oğlu da tatsındı böyle güzel yiyeceklerden...
Aslında taze meyve ya da elma gahı erik neyin köyden gelirdi de buranın pastalarını dutmazdı...
Babasından yediği dayaklarla sersemlemese Nuri iyi bir çocukdu, inşallah şansı bol olur, okur büyük adam olurdu oğlu...
Ne yapıp yapıp oğlunu okutacakdı, belkimde, hikmet hanımın neyin bir tanıdığı olur da oğlunu leyli verirdi mektebe...Kim bilir kim gazana kim yiye, belkim oğlum da gaymakam olur niye olmasın...Gomşular çatlasınlar...
*
Ferudun salonun kapısından girdiğinde bütün gözler ona çevrilmişdi, Einde kocaman bir çiçek ve ardında çalışanları, gazeteciler kameralar vardı...
Koşarak karşılayıp elindeki çiçeği teşekkür ederek aldım...Biraz endişeli ve soğukdum; tepkisini bilemediğim için heyecanlıydım...Sımsıkı sarıldı ve kulağıma yaklaşıp fısıldayarak, senden korkulur dedi...
Bir anda flaşlar patlayıp kameralar devreye girdiğinde heyecanım bir kat daha arttı, kocam elimi sımsıkı tutuyor bana cesaret veriyordu...Bir yandan duvardaki resimleri inceliyor hararetle konuşuyorduk...
Herşey yolundaydı heyacanım mutluluğum dorukda iken; görünmeyen bir el, bir kıskanç kader filmi oracıkda koparıverdi...
Şadiyenin portresinin önündeydik Feridun çok ilgilendi, Hemen arkamızda ise Şadiye kızıl saçları ile arzı endam etmişdi..
Mecbur kalıp onları tanışdırdım; Feridun hiç bir kadına öyle bakmamışdı, yemin ederim benim biricik sevgilim bigünah bir erkekdi.
Bana gerekenden fazla ilgi gösteren gözü dışarda olmayan biricik sevgilim Şadiyenin karşısında büyülenmişdi gözlerini bir an bile ondan ayıramıyordu.
Yüksel Nimet Apel
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.