- 343 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İçimizde patlayacak çatlayacak kadar hırs vardı…
Aslında senin dediğin gibi yaşıyordum seninle…
Dokuna bileceğim kadar yakın, hissedebileceğim en son uzaklık kadar ötede idin bana…
Düşlerim, düşüncelerim çerçevesiz bir boşluğa uzanıyordu. Hiçbir şeyin eskisi kadar iç huzuru veremeyeceğini bilmek, hiçbir şey için yanında olamayacağım hissetmek, güneşi yakalamak kadar yanmak, bir buz küpü yutmuş kadar içine vuran donmuşluk kadar yakından nefes almaya çalıyordum aslında sana…
Güneş bu günlerde hep aynı ağacın üzerinden salıyordu ilk kızarık ışıklarını. Ve kuşlar ritimsiz bir uçuşta denizin son su dalgası kıpırtısız kumun üzerinde akşamdan kalan hırçın dalga izleri ve yosunlar kumun üzerinde bir ayak boyu uzak son deniz suyuna…
Ve b en sana son deniz suyu kadar yakından ayak izlerimi bırakıyorum ilk güneş ışıkları ile birlikte…
Sen doğru söylemiştin ama ben inanmamışlığa bırakmıştım… Ayrılıklarda insan dokunacakmış gibi sevdiğinin yakınında nefes alır, sadece nefesleri ritimsizdir. Sadece bakışları donuklaşır. Sadece sesi titrektir kendi kendine dediğinde, ayrılık acısının donuk işaretlerini yaşamak istemediğim için duymaza getiriyordum her
hakedişli cümlelerini…
Ben, sen uzaklara gidince, hep böyle olurdum dönüşünü beklediğim sabahı zor gecelerde dedikçe, susuzluğumdaki ilk bir yudumluk soğuk suyu ağzımın içinde gezdirdikçe o donuklukla düşünürdüm bu cümlelerin ağırlığını…
Yine sabahın tan vakti ve Güneş’in o kızıl ışıkları omuzlarımda dağılıyor…
İçimde garip bir yangınlık hüküm sürüyor. Her sene bu günlerde, bu duygularla, omuzlarım aşağıya doğru çöker sanki… Ve yutkunmalarım nefesle karışık boğazımda daralır…
Dünün yarının, bu günün ertesi güne sarkacak zorlanmış düşünceler…
Senin bu sahilin öteki yakasında nefes aldığını biliyorum. Ama gözlerime koyduğum karşı yakaya bakma yasağı, sanki prangalanmış bir bedenin hareketsizliği içindeyim… Veya o hareketsizliğin ağırlaşmış zorluğu içinde çarpıyor yüreğim, yanık yanık hisler bırakarak…
Senin gidişin her seferinde omuzlarımı düşürür…
Derken, kendi kendime sevginin ağırlık ölçüsü bu dedim…
Sevginin ağırlığını omuzlarımda hisseden bir seveni olması bazen insanı şımartırmış derdim…
Dudaklarımı gülmelerle alaycı bir büzmek arasındaki hislerimle, konuşurken…
Öyle ya, insan çoğu zaman sevdiğini düşünürken konuşur veya sinsice gülerdi şımarırken…
Hayat çoğu zaman insanı sevmelerle beraber şımarma hissini de acıya atma sebebi olurdu…
Oysa ne kadar da hoş olurdu acıların darbelerini bedeninde hissetmeyen insan bedeninin en hoş yanı şımarmaktı galiba… Hani sen de küçücük şeylerle hep şımart beni derdinde bir anlam veremezdim o zamanlar…
Şimdilerde, dağınık düşüncelerle, ıslak kumda bıraktığım ayak izlerime kafamı arkama doğru çevirip bakarken, eğri çizgiler şeklinde ayak izlerimin dağınıklığına bakıyorum…
Beni en çok şımartan sağ ayak başparmağımın bıraktığı izlerin derinliği farklı düşüncelere atıyordu beni…
Ayak parmaklarım ıslak kumda derin izler bırakırken, ağır bedenimin kan dolaşımın sağlayan yüreğimin ritmine minnet duyasım geldi…
Oysa bu günlere ulaşıncaya kadar ne kadar çok hasret acıları ile çırpınmıştı…
İşaret parmağımın ucu ile dokunacak kadar yakınımda hissettiğim sen, şimdilerde öte kıyılıkta olmana rağmen o ritimsiz vuran yüreğime o kadar uzaktasın ki artık aramızda dokunma mesafesine bizi getirecek hiçbir sebep ve imkân yok…
Evet, bu kadar kesin bir mesafe koyucusu oldu artık hislerim… Ve sen en yakın olduğun zamanlardan da uzaklık tarifini yapamadığım kadar öte yakadasın… Bakışlarıma koyduğum yasaklar olmasaydı nefeslerini bile içimde hissedecektim…
Sadece yaşamın sensiz zorluğunu yaşadığım kadar senli beraberliğini de içime gömmüşlüğün nefretim hep sevgimle birlikteymiş gibi sarmalıyordu beni…
Evet, zaman zaman mektupların içindeki cümleleri un utmuş olmam tabii ki mümkün değildi.
Derdin ya, insan uzaklarda nefes aldığı zamanlarda, daha çok sever sevdiğini, eğer onun sevme duygusu kalbe çöreklenmiş ise…
Ve biz birbirimize sevgiyi ölçüsüne göre hiç yalan söylemedik uzaklara ulaşan bir sevgi yakınlardan daha çok darbe vurur iç dünyamızda…
Bu gün onu anladım… Bu sabahın tanında beni görebilme ihtimalin ile aracınla karşıma çıkışın ve benim ani bir karşılaşma refleksim ile gözlerini ıslak kuma çakışımda bu sevginin yüreğimdeki tahribatı idi…
İçimiz patlayacak, çatlayacak kadar hırs vardı sinsice gizlilerimize sinen…
Bu gün babalar günü dedikleri, bence acılarımın depreştiği günlerden biri…
Ve yorgunum artık düşüncelerden. Ve kelimelerim de artık yoruldu…
Hep beraber öfkeyi bir kumsalın ıslak bir çukuruna gömüyorum…
Senden kalan birkaç cümle ile beraber…
Öğrendik ki sevmek sonsuza uzarmış. Ama el tutuşma istekleri bittiği yerden kesilip ıslak tuzlu sulu çukura gömülürmüş…
Çoğu mektup da ilk deniz suyu ile salınıma başlamış ve kim bilir körfezin neresindeki
Islak deniz kumuna saplanarak tüm geçmişe ait yaşantılarımızdaki kesitlerle gömülecek oracığa, tüm sessizliğe ve de habersizlikleri ile…
Seninle yaşamaktan anladım ki seni sevmek kadar acı vermiş bedenime…
Bunlar tekrarı olmayan zamanları tekrarı olamayacak düşünceleri imiş. İnanıyorum ki geçmiş günlerden bu güne geldikleri gibi, gelecek günlere de uzayacaklar.
Ama inanıyorum ki ömür zannedilen veya arzu edilen kadar uzun değildi. Yıllar bu sevgi ile bağlayan bize bir gün sadece tek tek düşünülecek ve sevgi asıl olan saygınlıkta kalacaktı…
Sen her gün, an be an, eksilterek veya kendimi sende eksilterek bu eksen içinde kalmaya caba sarf ederek biraz daha, biraz biraz daha, özlemeye çalışıyordum.
Ne bitmez tükenmez bir özlem yolculuğu bu ki, her türlü bahaneye rağmen, öne çıkan özlem duyguları ile baş etmeye inan ki artık düşüncelerimi yoruyordu…
Söz verilmiş mutluluk zamanlarını yaşamak istedik…
Ve umudu içinde iken, senden kıyı kıyı kaçmak da pek kolay olmuyordu…
Bir zamanalar denizlerle sörf yaparak sana ulaşma isteklerimin hudutlarını zorlarken, şimdilerde imkânsız gibi görünen senden uzaklaşma ve özlemsizlik duyguları ile yaşam isteklerimle, baş etmek de pek pek de kolay olmayan yaşam anlarında
per perişanlık hissi veriyordu bana…
Ve ben artık seni azalan bir ivme ile özlememek istiyordum…
Ve bu özlememek isteği beden vurgunlarına sebep oluyordu…
Ve ben seni kıyamayasıya özlem duygularını artmasına karşı kıyılası hasretle baş ederek seni daha daha az sevmekle özlemek arasında merkezi bir savaş halinde idim ruhsal yapımla…
Artık vazgeçilen duygularımın arasına özlem duygusu da katılıyordu her şeye rağmen…
Artık gerçekleşemeyen gerçek hayallerimdeki düşüncelerim ile asla gerçekleşemeyecek bir yüzleşmenin umuduna bu günlerde bakmanın imkânsızlığını düşündükçe, ömrümden yıllarımı acılandırarak yok eden sen varlığına öfkelenirken bile, sevginin umulmaz uyumluluğunu içimde hissettikçe, sadece kendime çektirdiğim bu acılarımın ağırlığı altında ezildikçe, hissettiğim, pişmanlıkları sen varlığının görüntüleri bile beni hâlâ uysallaştıramıyor başkaldırmış bedenimle…
Adam yağmuru gözlüyordu, sonra da gözlerini düşlediği kadını özlüyordu...
Yaşam vaz geçilmiş düşünceleri hatırlamakla geçer diyordu kendi kendine…
Son sözlerin söylenememesi için gözlerimizin sonsuza kapanması mı gerekiyordu... Galiba biz bu düşüncede yanıldık, hep içimizde son sözlerimizi sakladık durduk...
Hayat telafisi olmayan pişmanlıkları hediye ettikçe bana artık senin sevgin bile çok hafif kalıyor bu öfkeli nefes alışlarımda…
Biz sevmenin riyasına değil, asilliğine aşık olmuştuk birbirimizde bu duygulara uzayan…
Mustafa yılmaz…
25/06/ 2015
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.