- 412 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEYH TÖVBE ETTİ
Memur, emekli, esnaf, işçi aynı köyün insanları, bir taziye için Kâhta’ya bağlı köylerinde bir araya gelmişler…
Taziye evinde misafirler azalınca, hep birlikte sahabelerin yattığı söylenen türbeyi ziyarete gitmişler…
Yedi araca doluşan insanlar, kurbanlık olarak keçi götürmüşler… Yanlarına hepsine yetecek kadar sebze, meyve ve ekmek almışlar…
Günü ölümsüzleştirmek için yanlarına kamera alıp çekim yapmışlar…
Büyük bir hayranlıkla görüntüleri izliyorum…
Türbenin bulunduğu alan ağaçları bol, düz bir yer. Doğanın en güzel piknik yerlerinden birini izliyorum: Sakin, sessiz, kartpostallık bir manzara var…
Ağaçların gölgesine kilimler serilmiş… Çoğu akraba olan insanlar, köy odasında oturur gibi karşılıklı bağdaş kurmuşlar.
Bir ağacın altında kesilen keçinin etini doğrayan iki kişi ekrana geliyor… Usta eller, etleri hazırlıyor…
Kamera, ateşi yakan bir kişiye dönüyor… Alevlenmiş çalı çırpının üstüne odun atıyor…
Kilimlerin üstünde oturan insanlar tekrar ekrana geliyor…
Herkes büyük bir dikkatle beyaz gömlekli, uzun ince boylu fazla yaşlı olmayan adamı dinliyor… Adam, Kâhta’da kuyumculuk yapıyormuş…
Köylerinde ve çevre köylerde yaşanmış ilginç olayları anlatıyor…
Sözlü edebiyatın gönümüzdeki temsilcisi gibi ustaca bir anlatım tarzı var…
Herkes bir sessizlik içinde anlatılanları dinliyor…
Anlatılanlar bazen güldürüyor… Bazen hüzünlendiriyor… Arada soru soranlar var. Onlara cevap veriyor…
Bir hikâye bitti.
Dinleyicilerden biri anlatıcıdan bir istekte bulunuyor:
— Köyümüze gelen şeyhi anlat. Bilmeyen gençler öğrensin…
Sözlü edebiyat ustası derin bir nefes aldı. Boğazını temizledi. Karşısında oturanlara baktıktan sonra söze başladı:
“— Eskiden ilçede oturan din adamları vardı. Bunlara şeyh denirdi… Şeyhlik babadan çocuğa geçerdi… Padişahlık gibiydi…
Şeyh, köylüler için bahar aylarında yumurta büyüklüğünde yağan dolu demekti…
Dolu bağa, bahçeye ekine nasıl zarar veriyorsa, şeyh de köylüye öyle zarar verirdi…
Şeyhler gidecekleri köye bir hafta önceden haber gönderirler:
— Şu gün sizin köye geleceğim.
Bu haberin amacı şuydu:
— Bana vereceklerinizi hazırlayın. O gün köye gelip alacağım…
Şeyh, köylünün zahire olarak kendine ayırdığı yiyeceklerin bir kısmını gelip toplar. Fakir zengin ayırımı yapmaz…
Zaten fakir olan köylünün sırtında ağa yüktür, şeyh yüktür…
Köylü ağalardan ve şeyhlerden bıkmıştır… Ağa ve şeyhi sırtından atacak bilinci ve gücü kendinde bulamadığı için kazancını bunlarla paylaşır…
Şeyh bizim köye haber göndermiş:
— Cuma günü sizin köydeyim.
Bizim köylüler şeyhe verecekleri buğdayı, arpayı, yağı, peyniri, pekmezi hazırlarlar…
Zahirelerine şeyh denen dolu vuracaktır…
Şeyh on atlı adamı ile Cuma günü köye gelir. Bizim köylüler şeyhi ve adamlarını köyün girişinde karşılarlar… Şeyhi ağırlayacakları eve birlikte giderler…
Şeyh, karşısında iki büklüm olan bizim köylüleri görünce kendini padişah görür:
— Bana öyle bir yatak sereceksiniz ki üzerinde hiçbir insanoğlu yatmamış olacak… Odama öyle bir kilim sereceksiniz ki insanoğlu üstüne basmamış olacak…
Bizim köylüler büyük bir şaşkınlık içinde cevap verirler:
— Emrin olur şeyhim…
Şeyh konuşur. Bizim köylüler şeyhi dinler. Akşam olur…
Köylüler evlerine gitmek için kalkarlar.
Ev sahibi köylülerini uğurlamak için birlikte dışarı çıkar.
Köylüler merakla ev sahibine sorarlar:
— İnsanoğlunun yatmadığı yatağı, ayağının değmediği kilimi nerede bulacaksın?
Ev sahibi gülerek cevap verir:
— Ben kafamda o işi çözdüm. Siz merak etmeyin. Gidin rahat yatın…
Köylüler bir şey anlamadan evlerine dağılırlar…
Ev sahibi kendisi ile birlikte misafirleri uğurlayan oğluna yavaşça düşündüklerini söyler:
— Oğlum, şeyhin istediğini duydun… İnsanoğlunun yatmadığı yatak, ayağının değmediği kilim bizim köyde bir yerde var: Köpeklerimizin altına serdiğimiz ot yatak ve kilim… Onları getir. Misafir odasına ser…
Ev sahibinin oğlu şaşırır:
— Baba, ot yatak bit doludur. Kilim bit doludur…
Ev sahibi oğlunun kulağına eğilir:
— Oğlum sen merak etme… Benim bir bildiğim var…
— Peki, baba sen bilirsin…
O zamanlar bizim evler tren vagonları gibidir: Dört oda arka arkaya dizilmiştir. Öndeki oda oturma ve yatak odasıdır. Bu odadan kilere kapı açılır… Kilerin arkasındaki oda samanlıktır. Samanlığın arkasındaki oda ise misafir odasıdır…
O zamanlar elektrik yoktur.
Bu odalara gaz lambası ile girilir…
Ev sahibi, köpeğinin ot yatağı ve kilimi serili misafir odasına şeyhi götürür…
— Allah rahatlık versin, der…
Çıkarken kapıyı kilitler…
Şeyhi bitlerle baş başa bırakır…
Şeyh kaşıntıdan uyuyamaz…
Bitler şeyhin kanlı canlı bedeninde bayram yaparlar…
Bitler ısırdıkça şeyh bağırır. Dördüncü vagondan birinci vagona sesini duyurmaya çalışır…
Şeyhin feryatlarını duyan ev sahibi duymazlığa vurur.
Kendi kendine konuşur:
— Yıllardır sen bizim kanımızı emdin. Bizim bitler de bir gece senin kanını emsinler… Kanı emilenlerin canı nasıl yanıyormuş, belki öğrenirsin…
Güneş biraz yükselince ev sahibi misafirinin yani şeyhin kapısını açar.
Şeyh öfkeden köpürmüş… Adeta çıldırmış şekilde dışarı çıkar:
— Hepinize lanet olsun! Vereceğiniz eşyaya lanet olsun! Tövbe! Tövbeler olsun! Bir daha köyünüze gelmeyeceğim! Hepinize beddua edeceğim. Allah belanızı versin!
Şeyh adamlarını da alarak, söylenerek köyü terk eder…
Köyden ayrılırken arkasına bile bakmaz…
Köylüler sesleri duyarak şeyhin kaldığı eve gelirler… Şeyhin arkasına bakmadan gidişini merak ederler…
Ev sahibine sorarlar:
— Ne oldu? Şeyh neden arkasına bakmadan gidiyor?
Ev sahibi gülerek cevap verir:
— Sizi şeyhten kurtardım…”
Köylüleri aptal yerine koyan, onları iliklerine kadar sömüren sahte din adamı, kafası çalışan köylüden darbeyi yemiş… Kaşına kaşına köyü terk etmiş, bir daha o köye ayak basmamış…
Anlatılan bu hikâyeden çıkaracağımız ders vardır: Sizi sömüren asalakların altına bit dolu köpek minderlerini serin. Kapıyı üstüne kilitleyin…
Sabaha kadar kaşınan asalak, bir daha kapınızı çalmaz…
Gerçek din adamı Hacı Üzeyir Efendi, kendisine bir kova yoğurt götüren köylünün kovasını boş geri vermezdi… Yoğurdun değerinin beş katı fiyatı olan şekerle doldurur, öyle verirdi…
Sevgili Hacı Üzeyir Efendi, senin gibi din adamlarına çok ihtiyacımız olan bir dönemde yaşıyoruz…
Seni çok özledim…
Senin bilgine, öğütlerine çok ihtiyacım var…
Seni çok seven, sana çok saygı duyan bu garip, seninle yaptığı sohbetlerin tadını hala yüreğinde taşıyor…
Sen gerçeğin çıkarsız, korkusuz yürekli sesiydin…