- 741 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Az Okunan Yazılar
AZ OKUNAN YAZILAR.
Kenarları örümcek oyalı bir çemberle, çenesinin altından geçirilp başının üstünde bağlanmış,güllü dallı bir ağaç gibi anımsarım annemi. Çok genç yaşta ağrmıştı saçları. Zifiri gecelerin yıldızları ve ayı gibi. Bir saçları aktı, bir de yüreği, dolunay gibi.
Ah! Acılar ne çok törpüler,yaralar,eksiltir insanı.
“Babası ölen bey olur,anası ölen hanım.” Derler ya kardeş sayısı çok olunca da beylik, hanımlık çekişmesi çok olmuştur elbet. Kendisinden birkaç yaş büyük bir abla ve abi arasında bir çekişme. Hoş öyle olmasa bile kendine neredeyse akran ,aynı acıları yaşamış, bir abla ve abi ne kadar su serpebilir ki yüreğine insanın..
Kendisi de henüz çocuk iken.
Sevgiyi göstermenin yasak zamanları.
Hüküm 1) Büyüklerine karşı gelmeyeceksin.
Hüküm 2) Büyüklerinin sözüne karışmayacaksın.
Hüküm 3) Büyüklerinin yanında akran ve arkadaşlarınla sevgi gösterisinde bulunmayacaksın.
Hüküm 4) Şarkı türkü söylemeyeceksin.
Hüküm 5) Yüksek sesle gülmeyeceksin.
Sıralayıp onlarcasını yazmak elbette mümkün. Yasakları aşmanın yolu büyümek. Erkek isen biraz daha özgürsün.
Bunca sıkıştırılmış bir dünyada yetiştirilen seçme ve karar vermesine olanak tanınmayan kişiler evlenince ya da askere gidip dönünce yetişkin kabul ediliyor.Kendisine dayatılan herşeyi, çocuklarına dayatıyor. Ebeveyn olmak, doğru olmak ve haklı olmakla eş anlamlı hale geliyor. Bu olumlu da olsa olumsuz da olsa radikal bir müdahele. Ve kişiler ileriki yıllarda kendi içlerinde biriktirdikleri özlemlerin uygulama alanı olarak çocuklarının yaşamını görüyor. Oysa her insanın bir yaşamı var. Zaman cetvelindeki ibrenin yerini oynatmak onu geri alabilmek mümkün değil.
Ah! Bir kere bile başı okşanmadan büyümek.
Ah! Bir kere bile şımartılıp nazlandırılmamak.
Vezirköprü’de çalıştığım yıllarda tanık olduğumda çok şaşırmıştım.Bir öğleden sonraydı. Güneşli ışıl ışıl bir gün. Bahar, bahar kokusunun camdan, bacadan hanelere dolmaya başladığı zamanlar.
Çaya davet edildiğim bir evde bir genç hanım fısıltıyla konuşuyordu. Dört beş kişiydik. ”Acaba yanlış bir şeyler söyledik de aralarında onu mu konuşuyorlar” diye düşünmütüm. Bir süresonra bir başka hanımla da fısıldaşarak konuşması zihnimdeki merak yumağını çözülmez hale getirmişti. Gergin sinirli ve merak içindeydim.
Sesiyle ilgil bir sorun olmalıydı. Belli ki hastaydı. Üşütmüş ve hala iyileşememişti. B gözlemleyince de hasta olmadığını farkettim. Ne bir öksürük, ne burun akıntısı. Yüzü oldukça sağlıklı görünüyordu.
Meğer bir kız sözlendikten sonra büyüklerinin yanında bırakın bağırıp çağırıp itiraz etmeyi duyulabilir bir ses tonuyla bile konuşamazmış. Evlenip çoluk çocuğa karışması da bu kuralı değiştirmiyor tabi. Bu adete “gelinlik” diyorlar oralarda.
Kızlar eksik etek. Kızlar kan ayaklı. Kızlar saçı uzun aklı kısa. Kızlar korunası,kızlar çiçek. Kızlar diye başlayan sayısız cümle kurulabilir elbette.
Yıllar sonra annemin baba ocağına gittiğimde meşe ağaçlarının bir bilge gibi gökyüzüne uzandığını farketmiştim. Bazı yerlerde gökyüzü uzaktır insanlara. Yıldızlar, ay ve güneş uzaktır. İnsanlar çokluk bunları farketmeden yaşarlar.
Annemlerin evi bir tepenin yamacında idi. Önündeki düzlük yıllar boyunca ekip biçtikleri, nafakalarını kazandıkları yerdi. Etrafı elma, dut, kiraz, ceviz, armut ağaçlarıyla çevriliydi. Bu küçük eve dair çok hoş hayaller kurulabilir elbette. Ancak çoğu zaman olduğu gibi gerçekler ile hayal edilenler örtüşmez.
Yamaçtaki meşelerin genç dalları hayvanları beslemek için budanmış. Yaşlı gövdeler, insanda nerdeyse hiç konuşmayan, konuşsa yerli yerinde ve doğru sözler sarfedecek bilge insanları anımsatıyor. Ben aslında hiç böyle birini tanımadım.Babam ve dedemin anlattığı hikayelerin kahramanlarını saymazsam eğer.
Yüzyıllık meşeler bir arkadaş yada dosttan daha yakın olabilir hissine kapılmıştım. Gökyüzü çok yakınızda. Başınızı kaldırsanız saçlarınız bulutlara değecek. Küçük bir esintide dalların yapraklarla söyleşilerini dinlemek mümkün.
Mevsim sonbahar.Sonbahar ,her gizin yavaş yavaş çözülmeye başladığı bir mevsimdir. Yeşilden sarıya, sarıdan kırmızıya, kırmızıdan turuncuya her yer renk cümbüşüdür. Ağaçlar, toprak ve su arasında yazın o şehvetli sıcağıyla kurulmuş renk ve tat bağı incelmiştir. Herşey yavaş yavaş süsünden ve örtüsünden arınmaktadır. Çok renkli bir veda seromonisidir bu.
Sonbahar olayları anlamaın kimin neyin ne olduğuna karar vermenin en doğru zamanıdır.
Yazık ki toplumumuz çocuk ve gençlerin birinci derecede, kadınların da ikinci derecede yeterince değer verilip önemsenmediği bir toplum.
Oysa bizim insanların tanıklıklarına ihtiyacımız var. Toplumun büyük bir bölümünün yok sayıldığı ve yeterince değer görmediği bir yerde umutvar olabilmek pek mümkün değil.
Sevgi, umut ve dostlukla…
Küçük Menderes
21/06/2015