İnsan ve Önder...
İnsanoğlu aldığı her nefes itibariyle acizliğini ve muhtaçlığını haykırırken şu aleme; nasıl olur da en hakiki davası hususunda bir acziyet daha doğru bir ifadeyle bir muhtaçlık içerisinde olmaz, olamaz...
Evet insanoğlunun şu fani alemdeki en hakiki davasının, asli vazifesinin ne olduğunu insanın ve alemin sahibi Rabbül Âlemin Kuran-ı Hakim’de ‘“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etmeleri için yarattım” şeklinde beyan etmektedir. Yani insan hüküm sürdüğü şu dünya hayatında başına kulluk tacını takmak mecburiyetindedir. Peki ayette de bahsi geçen kulluk, Allah ibadet nedir, bu iş basit bir vazife midir? Kulluğun insanı götüreceği son nokta nedir? Ve niçin insan Allaha kulluk eder? Şayet cevapları son sorudan başlayarak verecek olursak yani insan Allaha niçin kulluk eder sorusundan cevap Allah Tealanın Zebur’da beyan ettiği rivayet edilen bir ayettir. Rabbül Alemin Zebur’da ‘Bana cennet ümidi veya cehennem korkusu ile ibadet edenden daha zalim kim vardır. Ben cenneti, cehennemi yaratmamış olsaydım ibadet edilmeye layık olunmayacakmıydım?’ buyurmuş.Bir manada Rabbül Aleminin bu serzenişinden anlaşılan o ki; insan Allaha O’nun rızası dışında herhangi bir niyetle kulluk edemez. Esasen bu cevap yani kişinin Allaha sadece Onun rızası kazanmak niyetiyle kulluk etmesi gerektiği cevabı diğer sorunun da yanıtıdır. Kulluğun insanı götüreceği en son nokta nedir?, sorusunun. Kişi Allaha kulluk ederek Onun rızasına kavuşur. Yazımızın temelini oluşturan konumuza gelince, insanı Allahın rızasına tasavvufi bir ifadeyle marifetullaha, muhabbetullaha ve cemalullaha ulaştıracak olan kulluk mevzuu basit bir şey midir? Bu sorunun cevabını bir teşbihle yapacak olursak olay daha anlaşılabilir hale gelecektir kanısındayız. İnsan basit bir maddi ilmi örneğin; matematiği, fiziği, kimyayı yahut coğrafyayı öğrenmek için bir öğreticiye, bu ilimleri daha önceden öğrenmiş ve hazmetmiş bir hocaya, üstada ihtiyacı var mıdır? El cevap; pek tabii ki her yönüyle muhtaç olan insan bir öğreticiye muhtaçtır. Burada bir dipnot düşmekte fayda görüyorum. Allah Tealanın kimi kullarına yaptığı özel ikramları yani öğreticilik vazifesinin bizzat Allah tarafından üstlenilmesi durumunu istisnalar kaideyi bozmaz usulü çerçevesinde düşünerek istisnaları ayrı ve özel bir yerde tutuyoruz.(Üveysi Veysel Karani hz.’leri örneğinde olduğu gibi) İşte nasıl ki basit bir maddi ilmi öğrenmek bir aracıya, öğreticiye tabi olmayı gerektiriyorsa dağların ve taşların dahi kaldıramadığı bu kulluk vazifesini hakkıyla ifa etmek içinde bir aracıya bir öğreticiye ihtiyaç vardır. Yani bir ehli gönüle bir mürşide kamile bend olmak gerekir. İnsanlar için önder mesabesindeki bu alim insanlar kulluk yolunun tabiri caizse ustaları ve ’Alimler peygamberlerin varisleridir’ hadisi şerifince peygamber varisi olduğu içindir ki bu yolda insanoğluna önder olma vazifesi gibi ağır bir vazifeyi de yüklenmişlerdir. Her kim ki ben bir mürşidi kamile talebe olmam der ise o halde başka bir mürşide talebe, tabii olur. Mürşid kelimesi yalnızca olumlu manada algılanmamalı insanı yanlış şekilde irşad edenler mürşidler de olabilir ve onu bir çıkmaz sokakta kasıtlı yada kasıtsız olarak bırakabilir. Peki biz bu yargıya yani insanın mutlak surette bir mürşide, öndere tabi olacağı yargısına nasıl ulaştık. Bu sorunun cevabı en büyük Âlimin kitabında yer almaktadır. ’Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız.’(isra S. 71) Evet demek ki insanın mutlaka bir önderi vardır istese de istemesede, farkında olsada olmasada. Madem ki hakikat bu o halde aklı selim bir insanın takınacağı tavır bir Allah dostunu yada daha geniş anlamda bir önderi bulup onun peşine takılmaktır.
Yani işin hülasası şudur:
‘Ey gönül! Rastlarsan şayet bir gönül ehline O’nun eteğinin dibinden ayrılma!...
Sakın ha deme! Bana gerekmez vasıta varırım bir başıma Allah’a..."
07/11/2006
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.