- 991 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAHUDİ VE NASRANİLER HARAM GIDALARLA GENÇLİĞİMİZİ ZEHİRLİYORLAR....
Devlet adamlarını,Din Alimlerini sanatçıları,ilim adamlarını,din adamlarını,şairleri doğuranlar da onları bu dereceye kadar eğitenlerde birer anne değil midir?Türkiyenin en zengini olsanız ne olur.
En fazla çok güzel siteler,çok güzel arabalar üretirsiniz en güzel ev aletlerini beyaz eşyaları üretirsiniz.
Asla bir insanı üretemezsiniz ama insan denilen varlığı bozabilir ya da düzeltebilirsiniz..
İşte dünyadaki her şeyi üreten şehirleri dizayn eden,fabrikaları kuran insanları yetiştirenler de birer annedir..Hamile bir annenin yediği içtiği yiyeceklerin onun çocuğuna etki ettiğini biliyoruz.
Allahü Teala Kuran-ı kerimde:
Rabbinin izniyle güzel beldeden güzel bitki çıkar.Kötü yerden de kötü zor bitki çıkar.Araf.58.ayet.
Japonya’da bir bilim adamı öğrencileriyle bir araştırma yapar.Üç tane şişeye aynı pirinçlerden koyarak ağzını kapatırlar.Hergün birkaç farklı öğrenci grubu üç şişeye aynı saatlerde kapağını açarak farklı nazar ve seslerle hitapta bulunurlar.
Birinci grup ne güzelsiniz,ne kadar parlaksınız,sizin gibi pirinci bize verene şükürler olsun derler hergün.
İkinci grup yine aynı şekilde diğer şişedeki pirinçlere hiç güzel değilsiniz.Sizi görünce içim karardı.Sizi yemek istemiyorum bugün derler.
Üçüncü grup öğrenciler üçüncü odadaki kapalı içi dışardan görünmeyen şişedeki pirinçlere bundan daha ağır hakaretvari sözler ederler.
Yirmi günlük çalışmanın neticesinde sabah pirinçlerin şişelerini açıp sarfı nazar ettiklerinde ne görsünler!
Birinci şişedeki pirinçler aynen duruyorlar daha parlak ve daha bir güzelleşmişlerdir.
İkinci şişede duran pirinçler kurumuz sararmışlar ve iyice içini çekmişler bozulmaya başlamıştır.
Üçüncü şişedeki pirinçlere hiç bakmaya gerek yoktur içeriyi kötü bayat bir koku sarmıştır çoktan açtıklarına pişman olurlar.
Zira pirinçler kapkara olmuş,içerisi bakteri ve böceklerle dolmuştur.
***
Buna benzer bir çalışma çiçekler üzerinde de yapılmış buna benzer sonuçlar alınmıştır.
Çiçekler de çocuklarda canlıdır her şeyden kolay etkilenirler.
Yirmi altı yıllık öğretmenlik geçmişime bakarak söylüyorum,yüzüne güldüğüm öğrencilerimle hala diyaloğumuz var,ama kötü söz ettiğim öğrencilerimle yolda birbirimizi gördüğümüzde görmemezlikten geliyoruz..
Çocuk Yuvalarında kalan çocuklar ilerde iyi güzel bireyler oluyorlar mıdır acaba?
Asla bir çoğu gördüğü şiddeti çocuklarına,öğrencilerine çevrelerine uyguluyorlar.
Bunu da hayatım boyunca gözlemledim oradan biliyorum..
Hamile kadınlar iyi güzel şeylere çimenlere çiçeklere bakarlar Anadoluda..
Çocukları güzel olsun,çiçek gibi çimen gibi dercesine..
Kötü kadınlarla konuşmazlar,iyi sözler duymak isterler,kısaca hep güzel görüp güzel düşünüp güzel şeyleri terennüm ederler aman çocuğum iyi olsun diye..
***
Bizim annelerimiz sokağa çıkıp saatlerce kendilerini teşhir etmezlerdi.
Onlar Osmanlı anneleriydi..
Cumhuriyet işte bu anneleri açarak başladı ilk önce..
Sonra dans geldi,moda geldi,güzellik yarışmaları geldi geldi de geldi..
Bir havuza atılan bir taşın açtığı yuvarlak su dalgası gibi önce büyük şehirlere sonra bugün köylere kadar bu dalga yayıldı.
1932 de ilk Güzellik yarışmasına katılan Keriman Halisin kıyafeti bugünkü kapalı kadınlarımızın giydiği kıyafetten farksızdı.
Başında türbanı yoktu sadece mayolu kıyafeti bile bugün plajda giyilen bikini mayolu kıyafete nazaran on kat daha kapalıydı.
Önce maksi sonra midi daha sonra mini eteği giydirdiler yabancı modacılar Türk gençlerinin üzerine.
Yavaş yavaş alıştıra alıştıra bizim İslamdaki tedrici usulu uyguladılar bir bakıma..
Çoruma mini eteği ilk defa bir emniyet müdürünün eşi getirmişti dedi bir dost meclisinde Çorumlu bir arkadaşım.
Zaten ne geldiyse hep validen,Emniyet müdüründen yada subay kesiminden geldi.
Yani elinde güç olandan,cumhuriyetin eli silahlı ,cebi kaymaklı,fistanı ipekli,avradı boyaklı cinsinden geldi.
Kim ne diyebilirdi?
Diyeni zindanlarda süründürüp darağacında sallandırmadı mı adamlar?
***
Bizim annelerimiz iç çamaşırlarını içerde kuruturken bugünün anneleri bankada müşterilerin gözlerinde kurutmaya başladılar...
Bizim annelerimiz düğün davetiyesine isimlerini yazmazken bugünün anneleri face de Twitterde en mahrem resimlerini el aleme göstermeye başladılar..
Bizim annelerimiz yolda kapalı olarak sadece haftada bir gün alışverişe gidip ciddi ciddi konuşup işini yaparken bugünün anneleri AVMlerde günlerce saatlerce fink atar gösteriş yapar hale geldiler..
Bizim annelerimiz yediğini içtiğini komşu çocuklardan gizleyip evine alırken bugünün anneleri facede hava atar hale geldiler.
Çocuklar daha anne karnında iken bozuldu.Babaların tohumları kirlendi.
Zina göz zinası normal hale geldi,yasak kaldırıldı.Bozuk bir nesil meydana getirildi bilerek ve isteyerek.
,
Namazda kılan,oruçta tutan zina da eden ,yazları plajda karısını çocuğunu gözlere havale eden mayası bozuk bir nesil.
Mayası bozuk diye anası babası olmayana denmiyor mu?Bunların anası babası görünürde nikah cüzdanında yazanlar.Ya gerçek babası annesi kim?İlişkiye girdiği zaman kimi hatırlıyorsa o?
Gözlerin baktığından çocuğa bir şeyler geçer diye bizim annelerimiz iç çamaşırlarını içerde kimsenin görmediği yerde kuruturlardı.
Şimdi plajlarda erkeklerin gözlerinden yayılan ateşlerle kurutuyorlar!!!
Bu milletin genleriyle oynadılar.Hınzır eti kasaplık et oldu.
Hınzır eti markette D.E.Dana eti de D.E.İkiside aynı reyonda yanyana satılıyor.Bu milyonlarca ton hınzır eti müslümanın evladına servis ediliyor.Denetleyen yasaklayan yok serbest..
Hınzır eti , Sırbistandan gelen ne idiğü belirsiz besmeleyle kesildiği şüpheli etler marketlerde..Mezhepler 5 e çıkartıldı.
Zina suç olmaktan çıkartıldı.Bu milletin evladına her yıl binlerce ton hınzır etini yedirdiler bilerek.Kimse ben yemiyorum diyemez.Marketler jelatinli ürünlerle dolu.
Milletin evladı kurban bayramı tatilinde sahillerde geziyor.Çocuklar bilinmez hastalıklara otizme yakalandı..
Ne hale geldik Allahım.
Müslüman mahallesinde hınzırın ne işi var.Ya da Devlet ne işe yarar??Bunları yapanların yol açanların ahirette yatacak yerleri yok!!!
***
Yirmi altı yıl öğretmenlik ondan öncede yirmi yıl öğrencilik yaptım.
Hocalarımız bize Kuran Kursunda helal gıda ile ilgili aşağıdaki hikayeleri anllatılar abdest ve namazdan sonra..
Bende öğrencilerime defalarca bu hikayeleri anlattım dersim İş ve Teknik olduğu için buna fırsat bulabiliyordum.
Büyük Dini Hikayeler adlı Osmanlı Yayınevinden çıkan kitaptaki hikayeleri defalarca okumuştum zira.
Yediğiniz gıda helal,tayyip olmayınca kıldığınız namazın tuttuğunuz orucun ne kıymeti olabilirdi ki..
Bir arpa tanesi haram yiyenin kırk gün duasını Allah kabul etmez diyen,
Haramdan kazanılan parayla alınan bir elbisede yüzde on haram karışmış olsa o elbise yırtılp da üzerinden atıncaya kadar Allah onun duası namazı kabul edilmez diyen bir Peygamberin Ümmeti değil miyiz?
İşte size çocuk eğitiminde helalin önemi ile ilgili hikayeler..
1.HİKAYE..
İmanlı bir kadın, çocuğunu emzirirken daima «Yasin» Sûresini baştan sona kadar okurmuş. Kadın Yasin’i bitirinceye kadar da çocuk emmeyi bitirir ve bu âdetini muntazaman devam ettirirmiş. Çocuk büyümüş, hayırlı, alim, fâzıl bir zat olmuş. Kadın oğluna ara - sıra dermiş:
—- Oğlum! Sakın bu fazileti hep kendinden bilme, ben seni Yasin sütü ile büyüttüm,dermiş..
***
2.HİKAYE..
Mezhep imamımız îmam-ı A’zam hazretlerinin babası Numan bin sabit hazretleri gençliğinde bir gün ark kenarında abdest alıyordu. Tam abdest almaya başlayacağı zaman ark sularına kapılıp gelen bir elma gördü. Elmayı nereden geldiğini ve haram veya helal olup olmadığını düşünmeden bir defa ısırdı.
Hikmeti ilahi o ana kadar elmanın ne olduğunu düşünmeyen Numan, hemen hata ettiğini ve mutlaka elmanın sahibini bulup helal ettirmesini lazım geldiğini düşündü.
Abdestini alıp namazını eda ettikten sonra suyun- geldiği tarafa doğru gitmeye başladı. Elma elinde olduğu halde araya araya elmanın düştüğü bahçeyi ve sahibini buldu.
Bahçenin sahibine meseleyi anlatıp elmayı, yanlışlıkla ısırdığını ve hakkını helal etmesini istedi, İmam-ı Azam hazretlerinin babasının bu hareketi, elma sahibinin dikkatini çekmişti;
Hakkını helal edemeyeceğini, hakkını helal etmesi için bazı şartları olduğunu söyledi.
Nu’man hazretleri ne isterse yapacağını, yeter ki hakkını helâl etmesini isteyip şartının ne olduğunu sordu. Elma sahibi de, hakkını helal etmesi için iki sene bahçesinde çalışması lazım geldiğine ve kendisine iki yıl hizmet etmesinin şart olduğunu söyleyince,
Nu’man hazretleri çaresiz kalmıştı; ahirette ceza çekmektense bu dünyada bir şahsa iki sene hizmet etmek daha iyidir diye düşündü ve şartlarını kabul ettiğini söyledi.
Nu’man hazretleri, bir elmayı yanlışlıkla ısırdığı için elmanın sahibine iki sene hizmet etmiş ve adamın işinde canla-başla çalışmıştı, iki sene dolduktan sonra adama; zamanın dolduğunu ve artık hakkını helâl etmesini istediğini söyleyince, adam, «yine helal etmiyorum, benim bir kızım var onunla evlenirsen ancak o zaman helal ederim» dedi.
Hazreti Nu’man :
«Olur» dedi. Adam yalnız kızının kusurlu olduğunu, elinin çolak, gözünün kör, ayağının topal, başının kel, kulağının sağır ve ahlas olduğunu söyleyip, iyi düşünmesini ve sonra pişman olmamasını söyledi. Hazreti Nu’man yine düşündü taşındı «ahirette ceza çekmekten iyidir» deyip kızla evlenmeyi de kabul etti...
Adam hazreti Nu’man’a vermek için kızının büyümesini beklemişti... Düğün yapıldı, nikâh kıyıldı, zifaf gecesi hazreti Nu’man’a gelinin olduğu odayı gösterdiler.
Nu’man hazretleri içeriye girip içerde kendisine söylenen evsafta bir kızın bulunmadığını görünce bir yalnışlık olduğunu zannederek hemen dışarı fırladı ve durumu öradakilere anlattı. Çünkü içerde kayın pederin söylediğinin aksine her a’zası yerinde genç ve güzel bir kız kendisini karşılamıştı.
Kayınpederi bir yanlışlık olmadığını söyleyerek meseleyi şöyle anlattı:
«Benim kızım kördür, daha harama bakmamıştır. Sağırdır haram dinlememiştir. Topaldır gayri meşru yolda yürümemiştir. v.s.» diye sayıp, «senin hanımın o içerde bekleyendir Allah mes’ut etsin» dedi.
Daha sonra seneler geçip bu evlilikten İmam-ı A’zam dünyaya geldi. Annesi İmam-ı A’zam’ı hocaya okuması için teslim etmişti, İmam-ı A’zam unvanına kavuşan o zaman henüz üç yaşında bulunan Sabit üç günde Kur’an-ı Kerîm’i hatmettiği zaman annesi:
— «Ah oğlum baban o elmayı ısırmasa idi sen bir günde hatmedecektin,buyurmuşlar..
***
3.HİKAYE..
Hacı Bayram Velî Hazretlerinin müridlerinden, Yazıcıoğlu Mehmet Efendi namıyla meşhur Muhammediye kitabının yazarı (Muhammed Efendi) Edirne ve Gelibolu civarında yaşamıştır.
Bu muhterem zatın bir de Ahmet isminde (Ahmed-i Bican olarak ma’ruf) kardeşi vardır. Ahmed-i Bican Hazretleri, aynı zamanda Envarıl Aşıkın kitabını Farsça-dan tercüme eden zattır.
İki kardeşten biri olan Ahmed-i Bîcan, bir gün bir camide vaaz etmekte iken ağabeyi Muhammed Yazıcıoğlu camiden içeriye girer ve küçük kardeşinin sohbetini dinlemeye başlar.
Kardeşi ağabeyinin camiye geldiğinin farkındadır. Fakat bir de bakar ki, ağabeyi biraz sonra camiyi gülerek terkeder.
Kürsüde nasihat etmekte olan Ahmed-i Bîcan Hazretleri, ağabeyinin bu halinden bir şey anlayamaz ve akşam eve geldiği zaman durumu annesine anlatıp durumu öğrenmesini ister. Her iki dervişin de anası, büyük oğlu Muhammed eve geldiği zaman:
— Oğlum, kardeşin camiden niçin gülerek çıktığını soruyor, bir hata mı işledim diyor. Kardeşinin dersinden niçin gülerek çıktın, diye sorduğunda şöyle cevap verir:
— Anneciğim, ben kardeşimin vaazına gülmedim. Ben bir insanoğlunun sohbetini dinlemeye ne kadar melaike gelmiş, oturacak yer bulamıyorlar da biri birlerinin üzerine oturuyorlar, onların hali çok hoşuma gitti de ona tebessüm ettim.
Ben de melâikeden camide oturacak yer kalmadığı için çıkıp gittim, diye cevap verir.
Annesi, ağabeyinin bu sözlerini anlattığında Ahmed-i Bican çok müteessir olup:
— Anneciğim! Ağabeyim melekleri görme derecesine erişti de ben neye erişemedim. Bunu ondan bir sorar mısınız, dedi.
Bu sefer o muhtereme anne büyük oğluna bunu sorduğunda aldığı cevap şöyle oldu: «Anam bu noksanlığı sen kendinde araman lâzım, sen benden daha iyi bilirsin.»
O vakit düşünme sırası anaya geldi. Analan uzun müddet tefekküre daldıktan sonra bunun sebebini şöyle açıkladı:
«Oğlum sana hiç abdestsiz süt emzirmedim. Ahmedim ise henüz kundakta iken, ben namaza durmuştum, Ahmed de şiddetle ağlamaya başlamıştı.
Bu sırada evimizde bir komşu kadın vardı. O, çocuk ağlamasın diye Ahmedi aldı emzirmeye başladı. Ben hemen namazı bozup elinden aldım ama, birkaç damla emmişti.
Sonra sordum o kadına abdestli olup olmadığını, bana abdestinin olmadığını söylemişti. Onun melekleri görmemesine sebep olsa-olsa bu olmalı.»
Yani Ahmed-i Bîcan Hazretleri hataen emdiği bir damla sütün cezasını ölünceye kadar çekti ve onun yüzünden derece almakta engellerle karşılaştı. Ya bu zamanın kadınlarının çocukları nasıl olur. İşte meydanda...
* *
4.HİKAYE..
istanbul’un Vefa semtinin ismi, kendisinden kalan zamanın manevî erlerinden Şeyh Vefa Hazretlerinin, bir oğlu vardı.
Bu çocuk o zaman henüz İstanbul’a çeşmeler yapılmadığı için evlere hayvan sırtında su taşıyan sakaların kırbalarını (Kırba, eti yenen hayvanın derisinden tabaklanarak elde edilen tulum) delerdi.
Hazreti Fatih devri meşayihlerinden olan Şeyh Vefa Hazretlerinin çocuğu bu kötü hareketini uzun zaman devam ettirdiği halde, sucular Şeyhin hatırına çocuğa bir şey demedikleri gibi, gelip durumu Hazreti Şeyhe bile anlatmaya cesaret edemezlerdi.
Sakalardan (Sucu) bir tanesi artık dayanamayıp durumu, çocuğun babasına açmaya karar verdi. Şeyhin huzuruna gelerek:
— Ya Şeyh! Ne zamandan beri sizin çocuk, bizim kırbalarımızı elindeki çivi ile delmekte ve akan suları ağzını dayayıp içmektedir. Biz bu zamana kadar bir şey söylemedik ama, artık dayanılmaz oldu, siz bir tenbihte bulunsanız’da çocuk bu halinden vazgeçse, dedi.
Oğlunun böyle çirkin bir iş yaptığını öğrenen Şeyh Vefa Hazretleri, çok üzüldü, ne kadar kırbası delinen sucu varsa hepsini çağırıp tanzim etti (ödedi) ve gönüllerini alarak:
«Bir daha olmaz inşaallah, suç çocukta değil, mutlaka bizdedir. Ya anası bir hata işledi, yahut bende bir kabahat var» diyerek sucuları gönderdikten sonra, hanımını çağırıp meseleyi anlattı:
— Hanım kabahat ya sende, ya bende... İyi düşün, çocuğa hamile iken veya emzikli iken, haram bir şey, yedin mi?» diye sordu.
Şeyhin hanımı gayr-i meşru hiç bir şeyi yemediğini yalnız, çocuğa hamile iken komşunun bahçesindeki nardan canı çektiğini ve iğne ile delerek bir damla emdiğini söyleyince Şeyh sevindi:
«Elhamdülillah hastalık teşhis edildi» diyerek gidip komşudan helâllik dilemesini ve ne isterse vermesini söyledi. Kadın gitti evin kadınını buldu, durumu anlatıp hakkını helâl etmesini rica etti.
Narın sahibi:
— Helâl olsun komşu, bir damla nar suyunun ne kıymeti olur, keşke koparıp yeseydin, diyerek hakkını helâl etti.
Ve bu mesele hallolduktan sonra Hazreti Şeyh oğlunu çağırıp tenbih etmek lüzumunu bile hissetmedi.
Hakikaten ondan sonra çocuk değil elindeki çivi ile sucuların kırbasını delmek, dönüp onlara bakmıyordu bile. Sucular keşke daha evvel durumu Şeyhe anlatsaydık. Şeyh oğlunu daha önce terbiye etmiş olurdu, dediler.
* * *
Ankara’da bir ilkokul…
1955-60’lar, öğrenciler, Amerikan yardımı olarak yurda gelen sulandırılmış süt tozlarını içmek için sıradalar…
O günlerden yaşanmış bir anı “1960’lı yıllarda ilkokula gidiyordum.Öğretmenimiz süt tozu paketleri dağıttı; ABD’den yardım olarak gelmiş!
Bizim evde 100’e yakın keçi vardı, 30’dan fazla inek vardı.Süt ve yoğurdu satma imkânımız yoktu.
Bize yetecek kadar her türlü süt ürünümüz vardı.Ama ben cicili paketler içindeki süt tozu paketlerini sevine sevine eve getirdim.
Eve girmeden önce avluda dedemle karşılaştım; ‘elindeki nedir?’ diye sordu. Açıkladım… ‘Bizim sütümüz var, götür onu geri ver, sütü olmayan çocuklara versinler.’ dedi. aslında köyümüzde sütü olmayan ev yoktu. ben biraz duraklayıp götürmek istemedim. ‘Oğlum, bunlar bizim iyiliğimiz için bunu vermiyorlar, bizi zehirlemek için gönderiyorlar!’ dedi.
Ben okulda aldığım derslerden kendime güvenerek dedeme karşı geldim.
Söylediklerini okula gitmemiş dedemin cehaletine yordum.Ona itirazlar ettim.
Beni ikna edemeyince inandırmak için bir deneye başvurdu. Güçlü bir köpeğimiz vardı. ‘Git, süt tozunu süte çevir getir.’ dedi. Gittim, süt tozundan süt yapıp getirdim. Köpeğimiz kulübesinde idi.
Götürdük ve önüne koyduk.Ağzını koydu, yaladı, çekti, bırakıverdi; ‘Siz beni zehirlemek mi istiyorsunuz?!.’ anlamında hırsla bize baktı.Saldıracak gibiydi.Kabı aldık.Dedem onu suda yıkadı.
Sonra bana ‘git, evden bizim sütten getir.’ dedi.
Evden yarım kilo kadar sütü götürüp yıkanmış kaba koydum. Yine köpeğin önüne sürdük.
Ağzını koydu.Bir defa nefes aldı.İki içimde sütü bitirdi. dedem hiç okula gitmemişti ama öğretmenimden ve o sütleri okulumuza gönderen yetkililerden daha çok şey biliyordu…”
Ve bu dağıtılan süt tozlarından sonra Turkiyede ilk “Çocuk felci vakaları görüldü ve felç salgını başladı.” Sonra ne mi oldu?Amerika bize milyon dolarlar karşılığında çocuk felci aşıları sattı..
Ne kadar manidar..
Bizi bomba ve silahlarla öldürenlerin,aşı ve yiyeceklerini masum gördüğümüz sürece daha çok aldanacağız. Önce bizi hasta edip,peşine ilaç ve aşısını satıyorlar!
ABD, Kızılderililerle savaşırkenKızılderilileri açlıktan öldürmek için,hayvanlarının hepsini öldürdüler
ve onlar açlıktan öldüler..
Çocuklar dahil her Kızılderili başıgetirene 5 dolar verdiler.Resmî kurumlar, binalar Kızılderili başı ile doldu, İnsan başından tepeler oldu..
Yine de Kızılderililerle başa çıkamadılar.Anlaşma yoluna gideceklerini,çekileceklerini söyleyerek, iyi niyet
göstergesi hediye olarak battaniye verdiler.
Verilen battaniyelere bulaşıcı hastalıkbulaştırılarak verildiğinden.. 70 milyona yakın Kızılderili, genci,
çocuğu, yaşlısı, hamile kadınları bulaşıcı hastalıktan acı çekerek hepsi öldü..
Kalan Kızılderilileri de Kanada’ya sürdüler ve sadece devlet olarak (sanırım 2010 da ) özür dilediler o kadar. Kafa derisi yüzmek de Kızılderililere ait değil. İnsanları kovboy filmleri ile kandırdılar yıllarca.
ABD, bize ermeni soykırımı dediğinde onlara lütfen bu vahşet hatırlatılsın.
***
Kent meydanlarında , avm’lerde 15-17 liraya iskender yiyenler, 5-7 liraya yaprak döner yiyenler.. Eti nereden tedarik edilmiş yemeden önce sordunuzmu?
Verilen cevaba ikna oldunuz mu?
Gıda mühendisi bir arkadaşım demiştiki ; mesleklerinin adı "GIDA HİLE UZMANLIĞI" olan eli çantalı james bond kıyafetli adamlar lüks araçlarla lokantalara , yemek sanayilerine gelir, patrona sorar eti kaça alıyorsun diye, aldiğı fiyatın yarısına et verebilirim der, numuneside güzel görünür..
Söylermisin kaç işletmeci böyle bir teklifi reddedebilir?.. Bir et yarı fiyatına hatta daha aşağısına piyasaya nasıl arz edilebilir
Bu durumda yarışta yorgun düşen beygirlerden yediyseniz domuz yiyenden bi nebze şanslı sayılırsınız..
Bizi yönetenler de kendilerine biat etmedi diye ilim yuvalarına zarar veredursun, başka işleri yok.. Onlara göre bu memlekette siyasilerin fasid icraatlarını sorgulayacak insan lazım değil.. Önce bir şeyler yaftalanmalı , buna rağmen toplumu bilinçlemdirmekte, genç neslin şuurlanmasında ısrar ve gayret ediyorlarsa derhal başları ezilmeli..
Kaç tane gıda hile uzmanı mahkum edildi bu memlekette bu güne kadar siz söyleyin.
"Öfkeli oniki adam" filminde ne demişti birisi ; Sözkonusu milyon dolarlar olduğunda İKNA VE İMHA arasındaki fark kalkar.. Kötüler iyileri kendileriyle beraber olmaya ikna edemezlerse çekinmeden imha ederler..
***
Aşı, önlemektir ama neyi?Bill Gates konferanslarında sürekli;
“Nüfus artışını engellemenin aşı ile sağlanacağını” dile getiriyor.Açıkçası “Bu adam aptal mı bunu niye açık açık söylesin..” diyor ve başlarda inanmıyordum.
Hem “Aşılarla hayat kurtarıyoruz.” diyor, hem de “Nüfus azalacak.” diyor. Peki ikisi aynı anda nasıl sağlanabilir ki?Bu gerçeği anladığımda kanım dondu…Dan Brown’un “Cehennem” adlı kitabında ;
Bir bilim adamı ve onun sevgilisi “Nüfus bu hızla artmaya devam ederse doğal kaynaklar bitecek ve dünyanın sonu gelecek.
Eğer biz içme sularına karıştıracağımız kısırlaştırıcı virüsle nüfus planlaması yaparsak insanlığa hizmet etmiş, dünyayı kurtarmış olacağız. Böylece tüm insanların yok olması yerine en azından yarısı yaşayacak.” diyerek harekete geçiyorlar.
Hikayenin bir kısmı İstanbul’da geçiyor. Dünyayı kurtarmaya çalışan bilim adamı intihar etmeden önce Ayasofya’nın altındaki sarnıca zamanı gelince eriyip içme sularına karışacak virüslü poşeti asıyor.
Yani düşüncelerine göre zaten insanlığın hepsi bu gidişle ölecek,bari biz alt sınıfı öldürelim ki kendi adamlarımız sağ kalsın..
Nasılda Avrupa’nın zihniyeti değil mi?Bu adamlar yıllardır bunu gözlerimizin önünde yapıyorlar zaten..
Sömürü ile açlığa mahkum ettikleri Afrika günden güne can veriyor..Rockefeller ailesi nüfus planlaması için aşı üretiyor kardeşlerim..Hani şu daha çok yaşamak için Ortadoğuda Müslümanların kanına doymayan aile!
GDO’lu besinler ve intihar eden tohum,planın bir parçasıydı.Amaç yerli tohumu kalmayan ve üretim yapacak tohumu dışardan almak zorunda kalan ülkeleri açlıkla tehdit etmek. Hayvan yemi için bile tohum lazım. Bitki için zaten tohum gerekli. Onlar bize tohum satmasa biz ne yiyeceğiz ? O yüzden yerli tohum yasak… Bağımsızlığımız midemize bağlı hale gelecek yerli tohuma sahip çıkmazsak…
Hem aşı sat-para kazan, hem insanları kısırlaştırıp nüfus planlamasını sağla, hem hibrit tohum sat-para kazan, hem o doğal olmayan tohumlarla hasta et-ilaç sat-para kazan, hem de bir devleti aç bırakmakla tehdit edebileceğin koz elinde olsun…Ne kadar garantili bir iş değil mi?
Bu verimli anadolu topraklarına ekilen her tohum İsrail menşeli..Ve ekildikçe yenilenemiyor topraklarımız yeniden mahsul vermiyor..Niye koskoca Türkiye saman ithal ediyor onu bile üretemiyor anladık mı kardeşlerim?
Niye bu kadar son teknoloji şehir hastaneleri kuruluyorda hala bekleme salonları tıklım tıklım hasta dolu? Oysa bu teknoloji ile kimsenin hasta olmaması lazım değil miydi?Çünkü kurulan hastaneler bile ihaleler alınırken ayda %70 hasta garantili kuruluyor..Sizin üzerinizden “hasta olma” garantiniz veriliyor..
Kocakarı yöntemlerine dönün ey Anneler..Kefir yapın yoğurt yapın peynir yapın tereyağı ekşi mayalı ekmek yapın..Gerekirse sofranızda sadece bunları yiyin ama kurtarın şu Ummeti Muhammedin evlatlarını..
Yağmur Mirzayeva
Bugün geldiğimiz hale işte bu yüzden gelmedik mi..İç ve dış düşmanlarımız baktılar bu asil milletin evladı Kuranı elinden düşürmüyor,dua ediyor duası kabul ediliyor,savaşta bu sebeble muzaffer oluyorlar nasıl bunları altederiz dediler uzun çalışmalar sonucunda anneyi bozar isek yavrusu zaten bozulur dediler..
Cumhuriyetin başında birileri yeni devrin asrın icabına uysunlar diyerek gençleri bira,dans,moda ile Osmanlı annelerini bozdular..Bugün geldiğimiz noktaya bir anda gelmediğimiz gibi bu milletin evladını da hemen düzeltemeyeceğimiz aşikardır.
Yavaş yavaş tıpkı bir zamanlar dinsizliği,modayı,birayı,dansı aşılayan öğretmenlerin yaptığı gibi yavaş yavaş bu çocuklara ana kucağında,Ana okulunda,diğer okullarda aşılayacağız.
Ecdadımız bizden bunu bekliyor..Allah cc.yardımcımız olsun bir dakika duracak vaktimiz,boşa atacak kurşunumuz yok,israf edecek bir kuruşumuz yok.Allah doğruların yardımcısı olur elbette..
Allah bizi doğru yoldan ayırmasın ..Amin..
12.06.2015//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.