- 562 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YARIDA KALAN BİR BAHAR YAZISI
Vurdu kalın parmaklar
yazı makinamın dişlerine.
Kâğıtta her harfi majiskülle dizilmiş
üç kelime var ;
BAHAR
BAHAR
BAHAR...
Ve ben şair musahhih
ve ben hergün
iki liraya
2.000 kötü satır okumaya
mecbur olan adam,
ve ben
neden
bahar geldi de hâlâ
muşambası kopuk
kara bir koltuk
gibi oturmaktayım?
Kasketini kendi kendine giydi kafam,
fırladım matbaadan
sokaktayım .
Yüzümde mürettiphanenin
kurşunlu kiri,
cebimde 75 kuruşum var.
HAVADA BAHAR...
Berberlerde pudralanıyor
Babıâli paryasının
sarı
yanakları .
Ve güneşli aynalar gibi yanıyor
kitapçı camekânlarında
üç renkli kitap kapakları .
Fakat benim
bu caddede yaşıyan,
kapısında ismimi taşıyan
bir formalık "ALFABE"m bile yok!
Adam sen de ne çıkar!
Başım dönmüyor geri,
yüzümde mürettiphanenin
kurşunlu kiri
cebimde 75 kuruşum var .
HAVADA BAHAR...
Bu yazı yarıda kaldı.
Yağmur yağdı satırları sel aldı .
Halbuki ben neler yazacaktım neler...
3.000 sayfalık 3 cildinin üstünde
aç oturan muharrir
bakmıyacaktı da camına kebapçının,
tombul esmer kızını Ermeni kitapçının
ışıklı gözleri ile taşlıyacaktı...
Deniz kokmaya başlayacaktı .
Terli kızıl bir kısrak gibi
şahlanacaktı bahar,
ve ben onun çıplak sırtına atlar
atlamaz
sürecektim sulara.
Sonra
her adımda peşimden gelecekti
yazı makinam .
Ona diyecektim :
- Etme anam
beni bırak bir saat rahat...
Sonra,
saçları düşmeye başlayan başım
haykıracaktı uzaklara :
ÂŞIKIM...
27 benim yaşım
onun yaşı 17 .
Kör şeytan
topal şeytan
kör topal şeytan
gel bu kızı sev,dedi,
diyecektim;
diyemedim,
derim yine!
Ama yağmurmuş
yağıyormuş,
yazdığım satırları sel almışmış
cebimde 25 kuruşum kalmışmış
ne çıkar...
Bahar geldi bahar geldi bahar
bahar geldi ulan !
Tomurcuklandı içimde kan! !
Bu siir kimindir dersiniz ? Bugün yazılmış kadar taze görünen bu şiir 1929 yılında yazılmıştır. Şairi de Nazım Hikmet tir
Bu şiiri okuyunca çok şaşırdım niye mi ? Sebebi gayet basit.Çünkü farkettiyseniz bu bir bahar şiiri. Bahar şiirleri adettir genellikle tabiattan söz eder . Çiçeklerin açısından,kuşların ötüşünden buna benzer şeylerden. Halbuki burada şehrin göbeğinde çalışmakta olan bir insanın gençliğinde heyecanıyla sıkıntıya,parasızlığa ve üstündeki yüklere rağmen nasıl yaşama sevincini elinde tutabileceğini gösteriyor.
Nazım Hikmet 1928 de Moskova dan döndüğü zaman hiç bu yerde iş bulamamıştı. O yıllarda zekeriya ve sabiha sertel ler Resimli Ay adlı ilerici bir dergi çıkartmaktaydılar.Vala Nurettin Nazım ın değerini Zekeriya bey e uzun uzun anlatarak dergiye alınmasını sağlar. İşte Nazım Hikmet ’ Yarıda Kalan Bir Bahar Yazısı ’ adlı şiiri yazarken Resimli Ay dergisinde düzeltmenlik yapmaktaydı.
Peki neden Nazım ın şiirine bulaşıyoruz ? Bir yıl dönümü dolayısı ile mi ? Hayır, hiç alakası yok. Çok başka bir sebepten bu meseleye bulaşıyoruz. Bilenler bilir, Ali Fuat Paşa bizim kurtuluş savaş ında önemli roller oynamış bir generalimizdir. Hatıralarınıda yazmıştır. Fakat her nedense bunlar pek ortalıkta görülmemiş hatıralardır.Onun için orda anlattığı şeyleride herkes duymamış olabilir. Ali Fuat Paşa hatıralarında ilk olarak şöyle diyor:
’ Nazım Hikmet benim teyzemin torunudur. Annesi ablamın kızının kızı. Yani biz ona büyük dayı gibi oluruz.Biz Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı yaptığımız zaman Nazım bana koştu geldi.Mecliste murakabe heyeti olmaktan bu millete ne çıkar dedi. Bütün gayretimiz dedi Atatürk ün etrafına Türklüğü koyalım.Türklük yerleşsin, inkilaplar yerleşsin. Bunlarla beraber ondan sonra her şey kolaydır’ dedi. Bu inanılmayacak şeydi.O yıllarda Nazım Hikmet komünist diye her tarafta lanetlenen bir insan. Büyük dayısı mecliste muhalefet olsun diye Terakkiperver Cumhuriyet Partisini kumaya çalışıyor.O geliyor sen nasıl Atatürk e muhalefet edersin hepimiz onun etrafında toplanmalıyız diye kavga ediyor. Bu birinci tespit.
Şimdi gelelim ikinci tespite. Dayısı açık konuşuyor:
"Nazım Hikmet Komünist mezhebini kabul etmiştir ama Milliyetperver bir adamdır. Türktür.Halis Türktür.Hiçbir vakit Rus olmadı.Binanaleyh o burda bütün mezhebi namına çalıştı. Türk sosyolojisi namına çalıştı. Yani Türkiye’de fakir az olsun, bir sosyalizim teessür etsin ki, servet taksim olsun. Yani o kendi doktirinini kendine mal ettiği doktrini yaymak istiyordu. Ama hiçbir vakit Rusya’ya alet olmak istemiyordu.’
Buda çok enteresan bir tesbitti. Belki bunu Nazım’a yakın olanlar biliyorlardı.Ama halkın Büyük çoğunluğu bundan haberdar değildi.Burda bunun ne demek olduğunu söylemek istiyorum.Hiçbir zaman Rus olmadı diyor. Rus olanları vardı.Yani Süleyman Nuri diye bir zat vardı ki, Komünist Fıkrasının içinde bulunmuştur. Türkiye’ye gelip gitmiştir o zamanlar. Fakat sonra Ruslar Hesabına casusluk yaparken yakalanmıştır. Ali Fuat Cebesoy Bunu kastediyor.Böyle bir şey yapmadı. O komünistlği Türkiye’nin Şartları içinde düşündü diyor.Asla bir Süleyman Nuri olmadı.Nitekim Süleyman Nuri,hapisten çıktıktan sonra Türkiye’de kalmamış Türk olduğu halde Rusya’ya dönmüştür.Birde üçüncü tespiti var ki buda çok enteresan:
’Vaktiyle o üniversiteye gitti.Rusya’da Üniversite okudu iki buçuk sene.Orada da Rus ajanı olmadı diye bizim Memleketimizde ve bizim polisin malumatı altında aylarca kundura boyacılığı yaptı,bu işi atlatsın diye, anlatabildim mi ? Binaneleyh bu kadar vatanperverdi Bunlar çok önemli şeyler. Ama bir başka önemli şey daha var. O da Terakkiperver Fıkrası üzerindeki duruşudur. Çünkü Komünist olan bir adam Mustafa Kemal Paşa ya Muhalefet istemiyor. Dayısına Mustafa Kemal’e Muhalefet yapma diyor. Neden diyor ? Bende partimi kurayım, bende ortaya çıkayım demesi lazım gelmez mi? Hayır, demiyor.Dememesinin sebebi çok basit. Bunu iki üç yönden elimden geldiğince anlatmaya çalişayım. Bir tanesi Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu parti kurulmadan evvel, o partinin kurucularıyla konuşmayı anlatıyor. O konuşmada Rauf Bey var,Refet Bey var, Birde Ali Fuat Paşa var. Bakın Mustafa Kemal’in ağzından aynen naklediyorum:
’Rauf Bey’den Padişahlık ve Halifelik Konusundaki düşüncesini ve kanaatinin ne olduğunu sordum. Verdiği cevapta şu açıklamalarda bulundu: ’Ben dedi Padişahlık ve Halifelik makamına bağlıyım. Çünkü babam Padişahın ekmeğiyle yetişmiş, Osmanlı’nın ileri gelen adamları arasına geçmişti. Benim kanımda’da bu ekmekten vardır. Ben iyilik bilmez değilim ve olamam.Padişaha bağlı kalmak borcumdur. Halifeye bağlı kalmakta görgümün gereğidir.’
Rauf Bey’den sonra karşımda oturan Refet Paşadan düşüncesini sordum.Refet Paşanın verdigi karsılık şu idi:’Rauf Bey’in Düşünce ve görüşlerine katılırım. Gerçektende bizde Padişahlık ve halifelikten başka bir yönetim biçimi söz konusu olamaz.’
Ondan sonra Fuat Paşanın düşüncesini öğrenmek istedim.Paşa Moskova’dan yeni geldigini, görüşülen konu üzerinde kesin bir düşünce ve görüş ileri süremeyeceğini bildirdi. Bende kısaca kendilerine şu karşılığı verdim: ’Söz konusu ettiğimiz sorun,Bu günün işi değildir.Mecliste bazılarının telaşa veya heyecana kapılmasına da yer yoktur.
Bilindiği gibi sonra Mustafa Kemal Paşa hem Cumhuriyeti ilan etti.Hemde halifeliği lav ederek yurt dışına çıkarttı.
Şimdi burada öyle bir tavır görüyorsunuz ki, bu aslında partiyi kurarken niyetlerinin ne olduğunu çok iyi açıklıyor.Onlar aslında Osmanlı’nın devamını istiyorlar. Peki biz bunu nerden anlıyoruz? Şuradan anlıyoruz. 1920’li yıllar içerisinde Türkiye’nin çok kritik bir durumu var. Biz Lozan Antlaşmasını imzalamışız, kapitülasyonları kaldırmışız. Fakat 1928e kadar devamını kabul etmişiz. 1928’de yaklaşıyor. Bu yaklaştıkça Batılılar telaş ediyor ve Mustafa Kemal’in gitmesini istiyorlar.
Mustafa Kemal’in gitmesini istedikleri anda Türkiye’de bir parti kuruluyor.Ve bu partinin içerisine gelen adamlar Halifeden ve Padişahtan yana görünüyorlar.Halbuki,bu insanlar Kurtuluş Savaşını yapan adamlardır.İşte burası çok ilginç bir nokta ve bunun bilinmesinde yarar var.
Peki o sırada Batılı ne düşünüyor ? Onu anlayabilmek içinde size 11 Nisan 1925 tarihli The Economist gazetesinin ne yazdıgını okuyayım.The Economist şöyle diyor:
"Yabancı sermaye sorunu kendilerini kısır döngü içinde bulan Türk liderlerini düşündürmektedir.Bağımsızlığını ve Türklerin deyişiyle Ulusal Bütünlüğünü koruması için ülkenin zengin doğan kaynaklarının bir an önce geliştirilmesi zorunludur.Bu işse ancak yabancıların "yönetsel" katkısı ve mali desteğiyle gerçekleşebilir.Özellikle büyük dış borç altına girilmesi ya da yabancılara geniş ayrıcalıklar taşıyan bir politika uygulanması hızlı bir artışı sağlayabilir.Ancak her şeyden önce Cumhuriyet yönetiminin mutlu yalnızlık ve mutlak bağımsızlık tutkularından vazgeçmesi gerekmektedir."
İngiltere bunu söylüyor 1925’te.Tam tesadüfe bakın Terakki Perver Fırkanın kuruldığu sıralarda söylüyor bunu.Peki Terakki Perver Fırkanın tüzüğünde ne var ? Orda neler yazılı ? Ona da inanmayacaksınız.Şimdi aşağı yukarı hepimiz için çok gördüğümüz bir film çıkacak karşımıza. Bu onun Türkiye’deki ilk gösterisi oluyor.
Bakın madde 2- Liberalizm hürriyetperverlik,yani liberalizm ve halkın hakimiyeti yeni fırkanın mesleki asliyesidir.
Madde 6- Fırka itikadı diniyeye hürmetkardır.
Madde 9- Vezairi devlet haddi asgariye indirilecektir.Yani devlet küçültülecektir.
Madde 40- Tamamen imara muhtaç olan memlekette yalnız kendi servet ve sermayesiyle yaşamak fikrinin doğru olmadığına inanıyoruz.Asayişin sağlanması,sükun ve istikrar ile yabancı sermayelere gösterilecek hüsnü kabul ile herkese güven telkin ederek harap memleketimizi hızlı adımlarla geliştirmeye gayret edeceğiz.
Bunlar varya,Teraki Perver Fırkası’ndan sonra Serbes Fırka’da,Serbes Fırka’dan sonra Demokrat Parti’de Demokrat Partiden sonra Adalet Partisi’nde,Adalet Parti’nden sonra Doğruyol Partisi’nde ve ondan sonraki bütün partilerde karşımıza çıkan bunlardır.Ve bunları da isteyen The Economist gazetesidir.Yani İngilteredir.Yani şimdi de tabi o sistemin içindeki insanlardır.
Öteki maddeye gelince;Burada partimiz dine sadıktır diyor.Laikiz demiyor.Bunu dememesinin sebebini de Ali Fuat Paşa 29 Mayıs 1966’da,yani ölmeden önce verdiği bir mulakatta şöyle anlatıyor:
"Çünki biz öyle düşündük.Hiçbir şey yazmasak olmaz.Ama Laikiz desek onuda kimse anlamaz.Öyle bir cümle kullanalım ki,yani biz hepsine hürmet ederiz.Meşgul değiliz manasına hürmet ederiz.Bunu da en iyi Amerika’nın Cumhuriyetçi Partisi’nde bulduk.O maddeyi tuttuk aynen tercüme edip oraya koyduk."
Görüyor musunuz partinin laiklik anlayışı bile Cumhuriyetçi Amerikan Partisi’nin maddesini alıp,onu tercüme edip koymak suretiyle ortaya çıkıyor.Türkiye’nin haline bakın ki,bunlar Kurtuluş Savaşı’nı yapan kişiler.Netice de ne oluyor? Netice de Teraki Perver Cumhuriyet Fırkası bu mesele içinde hem ittihaçcıların,hem o zamanki Kürt ayrılıkçıların meselesinin içine karışmasıyla yavaş yavaş demokrasi çizgisinin dışına çıkmış ve sonunda kapatılmıştır.Bunun kapatılması yetmezmiş gibi bunun içinde bulunan kişilerin bazıları Mustafa Kemal’i öldürmeye teşebbüs etmişler ve başarılı olamamışlardır.İşte Nazım Hikmet,Ali Fuat Paşa’ya ve Partisine bu yüzden karşı çıkıyordu."Şimdi yabancıların sözünü dinleyip, muhalefete kalkışmanın sırası değildir, önce memleketi toparlamamız lazım.Siz ne yapıyorsunuz? diyordu.
Nazım Hikmet,bunları söylerken Cumhuriyetci Parti’den din maddesini aldıklarını bilmiyordu.Hatta,The Economist’in ne yazdığını da bilmiyordu.Fakat memleketin içindeki şartları biliyordu.Ve ilerici,toplumcu,komünist bir aydın olarak,evvela memleket içinde bir bütünlük oluşturulması ve bu bütünlükte medeniyete doğru gidilmesi gerektiğini düşünüyor ve bunun için bizzat o savaşın içinde çokta büyük hizmetleri olan büyük dayısı Ali Fuat Paşa’ya karşı çıkıyordu.
Şimdi burada çok ilginç şey var.Bunlardan bir tanesi neden dolayı İstiklal Savaşı’nın o ilk kadrosundaki generallerin Mustafa Kemal’e karşı karşıya gelmeleri.Rauf Bey ve Refet Bey,açık bir şekilde Padişah’a sadakatlerini söylüyorlar.O şey bizim velinimetimizdir diye de bir söz ilave ediyorlar.Çünkü,Ali Fuat Paşa’nın babası Osmanlı Ordusu’nun önemli generallerinden biridir.Bunların hepsi bir noktada aynı yerdeler.O yer neydi biliyor musunuz ? Tanzimattan sonra oluşan alafranga Osmanlı aristokrasisi’nin içindeler.Bunların hepsi varlıklı insanlar.Hüseyin Rauf’ta varlılıklı bir insan, Refet Paşa’da varlıklı bir insan, Ali Fuat Paşa’da varlıklı bir insan.Varlıklı olmayan kim? Mustafa Kemal Paşa.Mustafa Kemal Paşa’nın babası paşa değil,Mustafa Kemal Paşa’nın serveti yok. Mustafa Kemal Paşa Selanikli, fakir yetişmiş,bu yüzden de okumasını devlet okullarında,askeri okullarda yapabilmiş birisi.Onun için o bağımsızlık diye bağırıyor.Yabancı sermaye istemem diye bağırıyor.Ötekiler de onu ikna etmeye çalışıyorlar.
Bu birinci noktaydı.İkinci nokta günümüzle ilgili bir nokta.Günümüzde bir takım insalar var.Nazım Hikmet’i çok seviyorlar.Şiirlerine bayıldıklarını söylüyorlar.Hatta,hatta fikirlerini paylaştıklarını söylüyorlar.Bizde solcuyuz,sosyalistiz,hatta komünistiz diyorlar, diyorlarda demokrasi insan hakları vesaire bahane edilerek Türkiye ye yabancı sermayenin alabildiğine girmesine , yabancıların Türkiye,nin yönetsel olarak burnunu sokmasına taraftar çıkıp,bir avuç yurtseverin nice zorlu uğraşlar sonunda hayata geçirdikleri devletçiliğe karşı geliyorlar.Herhalde mezarında NazımHikmet’in de ruhunu çok ızdırapa sevk ediyorlar. Nazım Hikmet Türkiye’deki sosyalistlerin, Türkiye’deki solcuların böyle bir davranış içinde olmasına sağ olsaydı eminim ki, tahammül edemezdi ve o kırbaç gibi şaklayan şiirlerinden birini mutlaka yazardı.
Bu noktayı iyi düşünün!..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.