- 613 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AYNUR ENGİNDENİZ'İN YAZDIKLARI! (5)
Bugün Pazar. Haftanın yorgunluğunu yataktan geç kalkmama rağmen hala atamamışım. Hafta içinde meteorolojinin zamansız ve dozajını artırarak yaptığı şakalar bizi şamar oğlanına benzetir hale getirdi desem yalan olmaz. Fırtınadan parçalanan çadırın stresi, uçup giden emtiaları yakalama telaşıyla her zaman mağlubu biz olan hayat kavgasının deviniminde yorgun düşmüş neferler haline getirmişti.
Yaşama tutunmak için kavga ne kadar sert ise alınan derslerle ayakta kalmanın garantisi sağlanmış, mutluluğun acı reçetesi yazılmış oluyordu. Zaten hayattan soyut kalmış dediğimizde elinden hiçbir şey gelmeyen egoist, pısırık tiplemelere uygun benzetme yapılmış olmuyor mu?
Geçenlerde bahsetmiştim. Parasıyla ilk kitabını(Gülbahar) çıkarmış bir bayan arkadaş’ a etrafındaki densiz pazarcılar masanı başka tarafa götür diye afra tafra yapınca, gözleri dolu dolu halde kaçıp gitmişti pazardan. İşte böyle gerçek hayatla yüzleşmek; insana toz biber yutturmuş gibi bağrını yaktırıyor. Romanında baş karakter olarak işlediğin insanlardan zılgıt yemek, azar işitmek bence hiç de acı veriyor olmasa gerek. Zira hayatın gerçeği tamamen farklı.” Balzac bile kahramanlarını zengin etmesine rağmen kendi sermayesini kaybetmiş,yavaş yavaş dibe batmış,en sonunda elindeki borçların o korkunç, kurşun gibi ağırlığında yarım yüzyıllık ömründe ağır yükün altında ezilen geniş omuzlarında inleyerek taşımış, en aşağı tabakadan bir köle gibi akla hayale gelmeyecek işlerde çalışmış ve günün birinde damarları patlayarak bunların altında sessizce yıkılıp gitmiştir. *= Stefan Zweig- Üç Büyük Usta.”
Nedendir bilinmez ve anlamış değilim, pazar günleri hep ev temizliği yapılır. Bir sürü gürültü. Çol çocuk şöyle doğanın kucağına atılmak, kırlarda çiçeklerin ahenginde kendinden geçmek ya da bir tiyatroda canlı dünyalardan esinlenmek.
Mutfaktan gelen blender sesiyle yerimden fırladım. Bir taraftan da sitenin içindeki hurdacı kendine özgü dotene sesiyle bağırıyordu: Eskiccciiiii!
S.Zweig’in Üç Büyük Usta’ yı kaldığım yerden biraz daha devam ettikten sonra Aynur Engindeniz’in “ O ZAMAN AYNALAR SUÇLU “öyküsünü okudum. Bir daha okudum. Sonra diğer öyküsüne geçtim. Aradan dört be yıl geçmiş hala taptaze. Zaten eseri eser yapan yıllara meydan okuması değil mi. Popüler, renkli magazin dünyasında sırıtan eserlerin ne kadar ömrü var ki?
A.Engindeniz’in kahramanların dünyası o kadar yalın ki kendimizi hemen onlarla özdeşleştiriyor, içimizden biri diye hemen seviyoruz kahramanlarını. İç dünyalarındaki sarsıntılar da öyle. Yapmacıksız, hayatın akışında sürüp giden dünyalar…Bu dünyaların içinde toplumsal zıtlıklar, kahramanların acılar içinde sessiz kalmaları, kaderlerine boyun eğmeleri…
Doğrusu koridordaki asılı aynaya o kadar gelir geçer bakarım, A.Engindeniz’in hayal dünyasının bindebiri kadar düşünemediğim için kendime kızmıyor değilim. Gerçi şimdi gençkenki gibi bakmıyorum aynalara ama…
Bu öykünün kriterini yapmakla öyküyü tam manasıyla anlatmış olamam, illaki açıp okumak lazım hem de şekersiz bir kahve eşliğinde…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.