- 1189 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRK ŞİİRİNİN KRİSTAL AYNASI
O,şair doğmuş,şair yaşamış ve şair ölmüştür;kalbinde aşk, elinde kalem ve sofrasında kadeh eksik olmamıştır. O,son devir Türk şiirinin kristal aynasıdır. O,Rıza Polat Akkoyunlu’dur.
Değişik sesler getirip ardında silinmez izler bırakan Rıza Polat san’at severlerin duygularını damla damla okyanuslaştırmış şairlerdendir. Hece ve serbest türde yazdığı şiirlerindeki renk ve ahenkle içimize işlemiş ve orada kalakalmıştır. San’atındaki değişik ve sağlam yapı, anadan doğma şair olduğunu ortaya koymuştur;şiiri, halk şiirleri okuyan ve mersiyeler düzen şair yaratılışa sahip olan annesi Naile Hanım’dan geçmiştir. Annesinin sütünü emer gibi rahatça şiir yazmış olan şair, her yerde ve her zaman sevilmiş, aranılmış ve alkışlanmıştır.Zamanındaki şairlerin söylemediklerini rahatça dile getirdiği şiirinde sağlam yapı, anlaşılır bir dil, ifade güzelliği, tazelik, romantizm ve lirizm vardır.
Rıza Polat,1911’de Dörtyol’da doğmuştur. Bir buçuk yaşında babası İhsan Bey’i, ve on yaşında da annesi Naile Hanım’ı kaybederek yetim kalmıştır. İlköğrenimini Adana’da yapmış ve orta öğrenimini Balıkesir Erkek Öğretmen Okulu’nda tamamlayarak 1931’de, Ankara ili Çubuk ilçesi ilkokulu öğretmenliğine atanmıştır İik evliliğini bu okul baş öğretmeninin kızı Yıldız Hanım ile yapmıştır;bu evliliğinden Sibel, Ansel, Mutsel ve Aylin isimlerinde dört çocuğu olmuştur. Önce Bartın Ortaokulu ve Yozgat Lisesinde edebiyat öğretmenliği yapan şair daha sonra Ankara’ya gelip Çalışma Bakanlığı’nda görev almış ve bir süre sonra da Ankara Radyosu’na raportör olarak geçmiştir. İkinci evliliğini 1954’te Şehrazat Hanım ile yapan şairin Hürbilek ve Ünata isimlerinde iki erkek çocuğu dünyaya gelmiştir. Karaciğer ve şeker hastalığından 20 Ekim 1970’te İskenderunda ölmüştür.
Rıza Polat’ın yaşamı hep maddi ve manevi sıkıntılarla geçmiştir. Çünkü memuriyet hayatında pek devamlılık gösterememiştir. Asıl Soyadı’ÖZTÜRK’tür; buna rağmen , Akkoyunlular soyundan gelen bir güney çocuğu olmakla iftihar etmiş ve bundan ötürü de Akkoyunlu soyadını kullanageliştir.
Bir yangının Külleri, Bir Yayda Altıok, Bende Kalan Mektuplar, Güneyde Bahar, Güneyden Geliyorum, Rıza Polat Akkoyunlu’dan Seçmeler adlı kitapları vardır.Rıza Polat Akkoyunlu’dan Seçmeler 1970 yılında, ölümünden sonra eşi Şehrazat Akkoyunlu tarafından İskenderun’da yayınlanmıştır.
Seçkin şairimizin hayatı, nice maddi ve bunun doğurduğu sıkıntılarla geçmiştir;daha doğrusu geçirilmiştir. Kıymeti bilinmemiştir. En yakın arkadaşlarından biri olan Halil Soyuer, onun çektiği sıkıntıları şöyle anlatır:
’1948 yılında Çalışma Bakanlığı kurulunca, işsiz olan Rıza Polat, zamanın ilk Çalşma Bakanı Ord. Profesör Sadi Irmak’a çıkmış derdini anlatmıştı. Rıza Polat’ın bütün isteği Ankara’da bir iş verilmesiydi. Bütün arzularına rağmen bu gerçekleşmemiş ve Rıza Polat, Zonguldak bölgesindeki bir göreve tayin edilmişti...Zonguldak’tan gelen mektuplarda, aldığı para ile geçinemediğini, evini Zonguldak’a getiremediği içinde ikiye parçalandığını acı acı yazıyordu.
1949 yılı ortalarında yeniden Ankara’ya dönmüştü. Zonguldak yiyip bitirmişti Rıza Polat’ı. Zannediyorum eşinden de ayrılmıştı. Altındağ semtinin Mermerliçeşme’sinde eski bir Ankara evini kiralayıp oraya yerleşmişti. Ankara Radyosunda da raportör olarak çalışıyordu. Geceleri genellikle geç yattığı için sabahları geç kalkıyordu. Daha doğrusu sabahları erken kalkamıyordu. Bu yüzden de Ankara Radyosundaki amirlerle çatıştığı söyleniyordu.
1954 yılında zamanın Devlet Bakanı Dr. Mükerren Sarol, Rıza Polat’ göz dikmiş ve onu açığa almıştı. Bu açığa alma işine o kadar çok üzülmüştü ki, kendini içkiye verdi. Deli gibi içiyordu. Bir ara, birdenbire ortadan kaybolmuştu. Bir bilen yoktu. Sonradan öğrendik ki, Çukurova’ya dönmüş, Dörtyol’a...Orada yeni bir yuva kurmuş. Kalbindeki tüm sevgiyi yeni eşine vermiştir. İkiz iki evladı olmuş...Hepimiz sevinmiştik.
RIZA POLAT,hayatı süresince umutla dolu kalabilmiş bir şairimizdir.Umut hep umut. Mütemadiyen beklemiş,fakat umudu hep karlı dağların ardında kalmıştı. İkinci eşine olan Şehrazat Hanım’a yazdığı Avuntu adlı şiir’in bir bölümünde bunun en güzel örneğini görürüz.
Üzülme karıcığım
Üzülme
Biz katmadık bu zehri aşımıza!
Bir bela ki geldi,
Devlet elinden başımıza....
Neylersin
Varsın
Gelsin!
İnsan oğlu bir çıraktır,
Ustası ıstıraptır
Gör ne demiş Koç Köroğlu :
’Yiğit attan düşer, yine atlanır,
Yiğit olan her cefaya katlanır....’
Üzülme karıcığım
Üzülme!....
Feleğin körüğünü çeke çeke ömrünün çilesini doldurmaya mahkum bırakılmasaydı, bu güney çocuğu bizlere kim bilir daha neler neler armağan ederek dünyamızdan daha geç ayrılacaktı. Ne yazıktır ki, Rıza Polat, sıkıntılar ve yıkıntılar içinde elli dokuz yaşında yıkılarak göçüp gitmiştir.
1954 yılı sonbaharının bir günü.... Ulus Meydanında, şimdiki Köy İşleri Bakanlığının yükseldiği yerde İstanbul Pasta Salonuna uğradım. Burası şairlerin, yazarların, ressamların, müzisyenlerin, seçkin fikir adamlarının Sanat Lokali idi. Caddeye bakan masalardan birinde rahmetli Osman Atilla oturuyordu.
Ben de, ona katıldım. Aradan kısa bir süre geçmişti. İçeriye tertemiz giyimli,simsiyah saçlı, esmer ve temiz yüzlü, orta boylu, tıknazca, sempatik görünüşlü biri girdi ve bizim masaya yaklaşıp oturdu. Yıllar öncesinden gıyaben tanıdığım, bir çok Anadolu dergilerinde özellikle Sivas’ta yayınlanan Ülke Gazetesinde sayfa arkadaşlığı yaptığım şair Rıza Polat’la işte burada Osman Atilla beni tanıştırdı.
Üçümüz oradan çıkıp Üç Nal’a geldik. Burası,Ulus’ta şimdiki Gima’nın hemen arkasına kör bir sokakta bulunan yer altında tipik bir sanatkarlar meyhanesiydi. Duvarlarında, Neyzen Tevfik Kolaylı’dan Şemsi Belli ve hepimiz kadar her şairden mısralar taşıyordu. Üç Nal’dan kimler gelip kimler geçmemişti.... Gelip geçenler neler neler söylememiş ve duvarlarında kendi el yazılarıyla neler neler bırakmamışlardı... Bir süre sonra, rahmetli Cahit Sıtkı Tarancı ile Ahmet Muhip Dıranas da çıkagelerek soframıza katıldılar. En çok konuşanı Rıza Polat’tı.... aşklardan, gönül maceralarından, gelip geçmişlerden bahsediyordu. Bunların hepsini yeniden yaşar gibiydi. Cebinden bir tomar kağıt çıkardı ve içinden birini seçti; önce bir (Ah!..), sonra da bir (Of!...) çekerek Yalancıdır Hep Aynalar adlı şiirini okumaya koyuldu:
Yalancıdır hep aynalar
Gir kalbime gör kendini
Gerçek yüzün bir bende var
Gir kalbime gör kendini
Kah güllerde gül nefesin
Kah sularda şakrak sesin
Nere gitsen benimlesin
Gir kalbime gör kendini
Pınarlarda akış gibi
Halılarda nakış gibi
İlk sevgide bakış gibi
Gir kalbime gör kendini
Gözlerimde baht yıldızım
Her acısı tatlı sızım
Ahu gözlü ceylan kızım
Gir kalbime gör kendini
Gecenin hayli ilerlemiş saatinde, Üç Nal’ı terk ediyorduk. Bu içli mısralar, derinliklerime işlemişti. Aradan otuz üç yıl geçti. Şairini, güneyde güney toprağına vereli de on bir yıl oldu. Bu bestelenmiş nefis şiirin içli mısraları bir ses sanatçısının dudaklarından dökülüp kulaklarıma çarpışında içim burkulur,gözlerim buğulanır, yıkılır yıkılırım. Kısacası Rıza Polat’a hiçbirimiz görevimizi yapamadık!..
Rıza Polat ile birbirimizi görmeden edemezdik,daima beraberdik.Son ayrılığımız 25 mart 1968 gecesi oldu.Diplomatik görev ile dört yıl için Arnavutlukbaşkenti Tiran’a atanmıştım; ertesi günü Ankara’dan Roma üzerindenTiran’a uçaçaktım.Ankara’da Yüksel Caddesindeki Rüyam Lokantasına uğradım.Masasında iki hanım olduğu halde kaldıran şair,bu ayrılığa üzüldü.
Ayağa kalktı,’Yinemi hasrete katlanacağız?.’diyerek öptü.Yanındaki nazeninlere mısralar sunmağa koyuldu.Bu renkli Mecliste,en son okuduğu şiirini aşağa alıyorum;aramızdaki hanımlardan biri Bursa’lıydı:
Düşme yaban ellerine,
Sevgim kemer bellerine,
Uludağ’ın yellerine
Saçlarını çöz Bursa’lım
Nar çatlağı dudak sende,
Vefa dolu kuçak sende,
Ateş sende,ocak sende,
Bakışları köz Bursa’lım!
Katmer gülün hası mısın ?
Aşk çesmemin taşı mısın?
Kor bağrıma yat da ısın,
Köpük tenlim öz Bursa’lım
Kaplıcada arında gel,
Yeşil ipek sarında gel,
Bugünde gel,yarında gel,
Bayram etsin göz Bursa’lım!...
Gecenın hayli ilerlemiş vaktinde, birbirimizi bağrımıza basarak veda ettik.Aradan gecen iki yılı aşkın zaman ve bir kaç mektup teatisinden sonra,şair Ahmet Tufan Şentürk’ten Tiran’da aldığım mektubun getirdiği kara haber,paslı bir hançer gibi ciğerime saplanı verdi :Rıza Polat manalı gözlerini fani hayata kapamıştı.Evet : ’Yalancıdır hep aynalar!.’
Çanakkale ve Balıkesir’de, zelzele olmuştu. Zamanın Ankara Yüksek Kız Teknik Okulu Müdiresi Aliye Teoman’ın öncülüğünde , geliri zelzele felaketzedelerine verilmek üzere anılan okulun salonunda 27 Mart 1953’te bir sanat gecesi düzenlenmişti. Bu gecede Rıza Polat, Bende Kalan Mektuplar adlı şiirini okudu. Şşiirin bitiminde salon alkıştan yıkılıyordu. Dört bölümden ibaret olan bu şiirin son bölümüşu mısralarla başkamaktadır.
Bu gece yılbaşı,
Başkent’e kar yağıyor Nokta Noktam,
Başkent’e kar.
Ve tütüyor gözlerimde,
Küllenmiş bir mangal gibi hatıralar...
Başkent’e kar yağıyor
Başkent’e kar...
Bu gece yılbaşı,
Bilir misin ki Nokta Noktam,
Yılbaşlarında hesaplanır
Çoğu zaman,
İnsanların yaşı !..
Proğram sona ermiş ve dinleyiciler yavaş yavaş dağılmaya başlamışlardı. Kız öğrenciler san’atkarlara hazırladıkları limonata ve pastalaıra davet ediyorlardı. İkramların sergilendiği masanın etrafında Halide Nusret Zorlutuna, Cahit Sıtkı Tarancı, Behçet Kemal Çağlar, Arif Nihat Asya ve Rıza Polat Akkoyunlu vardı.
Çalışma masamın üstünde bir kitapçık var...İsmi: Güneyde Bahar...Kapağında Rıza Polat’ın imzası var. Tarihte 1955. Aradan tam yirmi altı yıl geçmiş...Kapağı açıyorum...hayat...aşk şiir dolu şairin kartpostal ebadındaki fotoğrafı ve üstünde yeşil mürekkepli kalemle yazılmış şu ithaf yer almış:
’Canım Kardeşim Aziz Şair Bahri Ulaş’a , güney havası kadar sıcak sevgilerimle...2.7.1955 Rıza Polat Akkoyunlu.’
Çok canlı ve çok anlamlı görünüm !..Gözlerimin nemini, sessizce içime akıtıyorum !..
Rıza Polat, Kemalizm’e gönül vermiş, gerçek bir şairdir. Bu katıksız Atatürkçü şair Bayrak Adam adlı şiirinde büyük önderin huzurunda saygı ve minnetle eğilmektedir:
Sendin,
Karanlık günlerimizin altın meş’alesi
Sendin,
Şahlanan atlarımızın zafer yelesi...
Sendin,
Hürriyetimizin kükremiş yanardağı,
Sendin,
Zafer burçlarımızın şanlı bayrağı..
Sendin,
Her zorlu savaşın galip kartalı
Sendin,
Sulh çelengimizin mukaddes defne dalı.
Sendin,
Her sendeleyişte elimizden tutan
Sendin,
Korkunç gecelerimizde ışıyan ilk tan !..
Sendin,
Nurlu parmaklarıyla gösteren Akdeniz’i
Sendin,
Felaketler içinde yoktan var eden bizi.
Sendin,
Anafarta Sen, Sakarya Sen, Dumlupınar Sen,
Gelmiş geçmiş en büyük yalnız Seni bilirim
Büyük ATA’m, önünde minnetle eğilirim !...
İkinci Dünya Savaşı patlak vermiştir. Türkiye geel seferberlik içindedir. Ekmek gaz bez herşey vesikaya bağlanmıştır. Öğrencile talimgahlara sevkedilmek üzere camilere doldurulmuştur. Şehirler karartmalarla gizlenmektedir. RIZA POLAT yedek subay olarak cephaneye çağrılmıştır. Edirnedki sınır boyumuza askeri davet almıştır. Kızı Sibel üç yaşinda oğlu mutsel henüz on ayliktir. subay üniformasını giymiş ve çizmelerini çekmiş şair bu iki minik yavruyu ve genccik eşi yıldız hanımı geride bırakarak trakya sınırına giderken Elveda adlı şiirinin şu engin mısraları dökülür dudaklarından.
Karım
Benim,
Sevgisi içinde tomurcuklanan
Baharım
Benim,
Sakın içlenip söylenme
Daha dün havalar ne hoş
Günler ne güzeldi
Bu ayrılıkta nerden geldi
Deme
Batıda bir dram oynanıyor
Açıldı perde
Ölümü çarmıha gereceğiz karıcığm
Çelik süngülerde
Elveda karıcığım elveda
Bu sevda
Başka sevda
Yurt aşkı derler buna
İnan ki
Senden önce onundur neyse bütün varım
Artık bol ışıklı yarına
Şarkı söylesin çocuklarım
Ve bundan böyle
Boş kalan yastığıma
On ayllık oğlum koysun başını
Ve sen ona
Adından önce öğretmelisin karıcığım
İstiklal Marşı’nı
’Dudalarında şanlı bayrağın izi
Gözlerinde yurdun engin denizi’
Dalgalanan kızım
Sorarsa beni
De ki:
’Dün
Deden,
Yurt yolunda ölmüştü.
Bugün,
Baban ,
Aynı yolun,
Daha şereflisine düştü,
Gerçi bu yol,
Şimdilik ,
Meriç kıyılarında bitiyor;
Fakat onun gözlerinde,
Sarı Tunca, Yeşil Tuna tütüyor,’
Böyle söyle,
Böyle de,
Böyle yaz...
Çünkü karıcığım,
Yurt olmayınca hiç bir şey olmaz !..
Rıza Polat, Ankara’daki topluluklarda özlemle dinlenen bir şairdi, sıcak kanlı , vefakar ve cömert bir insandı. Özellikle güzel hanımlara karşı kendinden geçercesine yakınlık gösterirdi.Sarhoş olmadan güzel içer ve buram buram içki kokardı. Ölümünden sonra, ses san’atkarı olan oğlu Mutsel Öztürk’ün bestelediği Delikanlı adlı şiiri, emektar kadehinden nice üstün duyuruşlar taşımaktadır:
Gene başın dumanlı
Kirpiklerin ıslak,
Gözlerin kanlı kanlı,
Buram buram içki kokuyorsun
Buram buram delikanlı !..
Hani içmeyecektin,
Ağlamıyacaktın hani!...
Anmıyacaktın adını;
Çürük bir diş gibi söküp attım diyordun
Çürük bir diş gibi hayatımdan o kadını!.
Nar çatlağı her gün sonu,
Şarkılarda bulmayacaktın onu...
Sızlamıyacaktı yürek başın...
Çatılmıyacaktı kaşın
Sarmıyacaktı seni hüzün;
Güneyli güneşler gibi gülecekti,
Güneyli güneşler gibi yüzün...
Tütmiyecekti gözünde,
Saçların ne kumralı, ne kestanesi,
Çınlamıyacaktı kulaklarında,
Hiçbir kadın sesi...
Oysaki,
Gene başın dumanlı,
Kirpiklerin ıslak,
Gözlerin kanlı kanlı,
Buram buram delikanlı...
Buram buram rakı kokuyorsun,
Hani içmiyecektin
Ağlamıyacaktın hani?...
"Ben bir kartalım, serçe zilletine düşmem." diyen Rıza Polat artık aramızda değil. Serviler diyarındadır. Bu ebedi diyarda mezar taşını eşi Şehrazat Akkoyunlu’nun "Serviler Ülkesine" adlı şiirinin mısraları süslemektedir.
Serviler ülkesinde şairim kaldı..
Gündüzler üzüntüm geceler yasım,
Allahım verimin neden azaldı.
Kurudu çeşmeler dolmadan tasım,
Serviler ülkesinde şairim kaldı..
Aynalar yüzüme gülmüyor onsuz,
Ve kuşlar dallarda şakımaz oldu.
Allahım azabım içli ve sonsuz.
Ne hasret bitiyor ne çilem doldu,
Serviler ülkesinde şairim kaldı...
Dolaştım gözkapaklarımda sen adım adım
Mutlu anılarınla hep seni aradım
Ne sen varsın ne mutlu anılar
Böyle geçecek ömrüm, inandım
Serviler ülkesine şairim saldım...
Arkadaşım Ünata Akkoyunlu’nun babası olan Rıza Polat Akkoyunluyu anlatmaya çalıştım sizlere.Yazımı bu güzel insanın Başkent’te "Koltuk Meyhaneleri" adlı şiiriyle bitiriyorum. Işık içinde yatsın.
İşte böyle Salih
İşte böyle kardeşim
Akşamları olmaya görsün bir kez
Buğusu üstünde bir somun gibi
Gözümde tütmeye başlar
Bu dertli kentin en dertli yeri
Koltuk meyhaneleri
Alışılmış bir düzendir bu, bozulmaz
Boşsa cebim
Daktilo kızlardan borç alıp’Derdalan’ parasını
Herkesten önceben düşerim o yere
Oyerdeki köşeme
Yumulurum şişeme
Daha ilk kadehte bir sökündür başlar
Her günkü arkadaşlar
İşe küskün cebe dargın boy verirler şöyle bir bir
Gene en başta Mehmet İspir
Arkasından zavrak İsmail’le postacı Nedim
Derken efendim
Gözlerinde gülüşlerin en tatlısı
Koltuğunda ney
Hey gidi dünya hey
Bu herkesin bildiği eski spiker Doğan Ülker
Bu yerlerde çürüttük Salih bu yerlerde
O güzelim gençliğin neyse bütün varını
Düşünmedim yarını
Düşünmedim karların böyle birden bire bastırıp
Birden bire yağacağını
Ve bu yerlerin bizi alın terimizi
Sağmal bir inek gibi sağacağını
Düşünmedim kardeşim, düşünmedim
Savrulan yapraklarıyla geliverdi güz
Çatladı nar örtük bütün kapılar
Dün yine aybaşı idi, olmaz olsun
Delik geniş yama dar
Gözlerimin önünden geçti bir bir
Asık suratlı alacaklılar
Uğrayamadım semtine kasapla manavın
Geçemedim dükkanı önünden bakkal Mustafa’nın
Suçlu bir insanmışım gibi gittim işime
Biliyorum Salih biliyorum
Küfretmişlerdir yine gelmişime geçmişime
Ne dersin ne söylersin
Bu ay da veremedim ev kirasını
Ve bu sabah tutuşturup bir kaç kuruşla yol parasını
’Seni annen istiyormuş’ dedim
El kızını sepetledim Ben böyle olacak adam mıydım
Böyle olacak adam mı Salih
Ama neyleyim elimden tutmadı talih
İçsem şaraptan
İçmesem ıstıraptan
Sarhoşum Salih sarhoş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.