- 729 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Neden içimde bir yerlerde bitmeyesiye hüküm sürüyorsun...
O aşkın son yılları galiba bu son beşlik yıl…
Kaç beş yılının üzerine bağlama çizgisi attım ki, bu kaç bağlı beş yıl?
Veya kaçıncı beş yılın sonuncu yılının son ay günleri ve ben hâlâ bu bağdaki günleri hesap etmeye çalışıyorum?
Ama bitti bu bağlanan sonuncu beş yılı da ve ben hâlâ bu bağlı yılların arasında çırpındıkça, bu akşam kendime itirafım oldu…
Yasansa da, yaşanmadan geçse de, bu bağlı beş yıllara sığmış aşk, bitti…
Ne yazık ki ben de her şeye rağmen, sen de bu aşkın arasına dip notlar düşüyoruz…
Sanki sevgi üstünlüğünü sağlamak için yükselttikçe yükseltiyoruz bu aşkın çıta yüksekliğini…
Ne garip değil mi sevgili, sen hayatınla ödediğin bedeller gibi, sımsıkı sarıldın bu aşkı öven cümlelere…
Bense sadece iç yanışlarımdan bahsediyorum…
Çoğu cümlelerimin arasına “tiksindim” kelimesini sığdırdıkça, cümleler kurmaya çalışırken, içimin titremelerine aldırmadan, kalemle kelime yazmada ve cümle tamlamaya yarış halindeyim…
Kalem dediğime bakma sevgili, yüreğimi doğruyorum lime lime ve hâlâ bitiremiyorum seni… Ve hâlâ en çok kullandığım gizemli isminin yerine, “sen” demek de aslında ağrıma gidiyor…
Ne kadar hak ediyordun bu perişanlığıma sebep oldukça sen kelimelerinin altındaki sevgili kelimesini…
Yer göğe, gök yere düşüyor sanki. Bir kargaşa var gece ile gündüz arasında ki ben her iki zamanda da açık kalan göz kapakları ile bitiremiyorum seni.
Hâlâ içimde bir yerlerde tepinip duruyorsun…
Ne yazık ki, ölümcül oyunlarla biz hâlâ uğraş içinde iken, sevmenin kutsallığından bahsediyoruz…
Oysa biz, azar azar bitiyorduk bu sevda yolunda…
Hâlâ yaşamayı öğrenmeye çalışıyorum bu bağlı beş yılların içinde…
Kaç bağ beş yılımız oldu, sen gittiğinden bu yana, iki mi, yoksa üç bağ beş yıl mı kaldı geride? Böylece kaç yıl geçti on mu, yoksa on beş mi?
Ne geçerse geçsin ki hâlâ bu sevginin içindeyiz derken, gurbetin yolunu yazarken, ben yaşamın rengini okuma çabasındayım…
Sen ve ben sevgili, yani bizdik bir zamanların ayrılmazları… Birbirimize sevgi tarifleri yaparken, böbürlenirdik, en çok seven olunca…
Şimdilerde, unutma çabasında saygınlığı içinde iken, ben sadece unutulmazlığı öğreniyorum…
Sevmek benim için son nefese saklanan, son nefeslik hava idi…
Meğer ayrılık meğer gurbet, meğer acımasızlıklar devreye girince, artık son nefes değerini yitiriyordu…
En çok seven ile en çok sevilen arasındaki övünç farkını düşündüm…
Çıkmaz bir sokakta gibi hissettim
Bir an yaşamı bence sevmekti asıl olan…
Yanılmışım, tek başa sevmek, yaşanan bir teklikmiş…
Ve bu teklik tir ki, hüzün doğurdu ve ben artık hüzünlerin çıkmazındayım…
Sesler ve duygular, beynimin içinde uğuldarken, garip bir sıkışıklık var kalbimde…
Ve ben bu hak edilmemiş baskılarla, yıllarımı geçiştirirken, hâlâ seni düşünmek, inanılmaz bir yansıma…
Neden bitmeyesiye hüküm sürüyorsun içimde bir yerlerde...
Bulunmaz meziyetlerinin yoksunluğu sebep değil bu yaşamın çeyreğinde…
Sevmek duygusuna mühürlenmiş bir yaşamın titremeleri pek de hoş değildi…
Ve vazgeçilmezliğimin sebebini bulma çabalarım bende artık pek de çok haklılık getirmiyordu…
Oysa sen eşsiz insan olmaktan ziyade çok sevilen biriydin sanki…
Belki de o benim zaafımdı… Veya düşünce yorgunluğundaki yanılgılarımdı…
Yaşam gün gün kendi çember merkezindeki dönüşlerle devam ederken, bazı günlerde merkezinden kayarak hüzün batağına doluşuyordu...
İşte bu anlarda, tüm maviliklerin tonları değişiyordu iç dünyamda. Ve çoğu zaman kasvetin rengine doğru koyulaşıyordu. Açık maviler, çoğu zaman siyaha, siyahtan kasvetin kasvete ve kasvetten koyu sarsıntılarla beden renginin sevilmeyen tonlarına doğru renk ve karakter değişiklikleri ile acının dibine oradan da çevresel etkilerle, dünlerden yarınlara ve de sıkıntının limitini yaşarken, kıskanç gülüşlere uzuyordu…
Ve ben tek başınalıkla bedensel ruh bozukluklarında denizin koyusunu derinini merak eder olmuştum…
Hayat verdiklerinin fazlasını alıyordu benden…
Bense verdikçe özveri batağına düşüyordum…
Artık dünlerin mutluluklarını içine alan yaşamın yarınlarının dışlanmışlığına atıyordu beni…
Ve ben meyilli acılarla, beden sallanmaları ile huzursuzluğu ta içimde yüreğimin dibinde yaşıyordum…
Sevgi sahipsizlikleri ile başı boş salınımlardaydı artık. Ve ben bir gölge sessizliği ile bu kavramlarla yaşam savaşı veriyordum…
Gün dünlerden intikam alma zamanının içinde bırakıyordu beni…
Ve artık dünlerin boş vermişliği ile yarınların endişelerine taşınmıştım…
Artık yaşam koyu mavi bir görüntü ile içinde barındırıyordu beni…
Ve mavimsi düşlerle yarınlara adım atma hayali ile yaşıyordum…
Ben masumluğun ve de haklılığın bedelini, bedenimle veriyordum…
Yaşam açık mavi günlerdeki umutlara doğru rahvan bir gidişle devam ediyordu artık…
Aslında biz tutkunluk pençesine düşen bir sevgiydi bizimkisi…
Tutku öylesine işlemişti ki içimize, bizsiz tek tek yaşamlarımız mümkün değildi.
Ve bizsiz nefes almalarımızın mümkün olmadığını düşündükçe birbirimizin varlığına tutunuyorduk…
Öylesine bir tutunmaydı ki artık kopuşmak bizim için asla yaşamın içinde olamazdı…
Ve biz o kopuş anlarındaki acıların içinde şüphesiz boğulacaktık…
Biz sevginin zincirlerini birbirimizle bağlarken, yaşamın tüm kurallarıyla savaşı göze almıştık. Ve biz belki de yarınsızdık ama biz onlardan bir kaçını yaşarken, sevginin tutsağı olmuştuk…
Hayat bizi sadece gidişi olan bir köprüde yan yana düşürmüştü, altımızdan hudutsuz hızla akan sulara rağmen biz o yürüyüşü tamlıyorduk, tamamlayabildiğimiz kadarını…
Düşünüyorum ki şimdi, bunca beş yıllar sonra, insanın gözü yaşlı iken, ben iç huzurluyum diye haykırabilir mi?
Veya bağırasıya gülme isteği varken, “ben çok hüzün yaşadım” diye sesini yükselterek, haykırabilir mi?
Bunca acı arasında, kendine gülmeyi yakıştırabilir mi?
Veya onca güzel yaşanmışlıkları arkasında bıraktığında, ben hiç umutla yaşayamadım diyebilir mi?
İşte sevmek veya uğruna feda edemeyeceğim hiç bir şeyim yok dediğin sevgi için kahır cümleleri söyleyebilir mi insan?
Yaşamın gizemi belki de burada saklı. Her anı beğensen de, kabullenemesen de, yaşamışsan, yok sayabilecek misin o anıları? Veya inkâr edebilecek misin?
İşte kararsızlık yaşamları veya vazgeçilmesi imkânsız anılarla yaşam bu olsa gerek.
Sevgimiz de bize aitti, hüzünlerimiz de bize ait oldu…
Ve sadece bu anıları düşleyince başımızı yere yere eğdik…
İşte sadece çoğu zaman, belki de yaşam boyu öfkelerimize yenildik…
Belki de ruhsal yapımıza uymasını istediğimiz abartılmış bir sevgiydi bu yıllar sonra bile cevabını bulamadığımız...
Ama neyse hangi olguya uymuşsa da yaşandı, geride sonsuz mutluluklar ve de dayanılmaz acılara pes etmeden, yaşanıldı, sonucu bu gün bu şartlarla yaşam sunmuş bize, biz de sadece uyum sağlamak için vardık ovada...
Biz severken birbirimizi yaşamın içinde mutluyduk ki artık bu şartlara göre el ele tutunamadığımıza göre huzursuzlukları içimize sindirmemiz gerekti…
Çünkü sen bu sevginin tek cümlesini bile hak eden değildin artık…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.