- 640 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SON AKŞAM YEMEĞİ
Sevgili Gönül Dostuma...
Mektubumu aldığında büyük olasılıkla İstanbul’da olamayacağım.
Birlikte geçirdiğimiz o güzel günlerin hatırına, sana olan borcumu ödemek için,
bu mektubu kaleme almayı düşündüm.
Yazmaya başladığıma göre de başarılı olmuş sayılırım.
Mutlaka aklında şöyle bir soru oluşmuştur:
Ne borcu bu?
Ödenmeyecek, ödenemeyecek bir borç...
Seninle geçirdiğimiz güzel günlerin hatırasına bir elveda...
Noktası konmamış bir aşk için yazmış olduğum bu mektupla
teşekkür etmek istedim.
Parmakla sayılacak kadar az görüştük,
satırlara dökülemeyecek kadar büyük duygular yaşattın bana.
Söyle nasıl teşekkür etmem sana?
Dokuz gezegenden sadece biri Dünya adını almış;
nasıl olmuş da biz ayrı dünyaların insanı olmuşuz,
ne bileyim ben olmuşuz işte olmuşuz...
Ölüme mahkum edilip darağacına götürülen bir idam mahkumunun
"Bir mucize, bir mucize..!" deyişi gibi hep senden gelecek bir mucizeyi bekledim,
ama olmadı.
Darağacına giden adam ipe, biz de sona geldik sanırım.
Bilmeni istediğim şu ki,, sana hiçbir zaman kırılmadım, kırılamadım;
ama beklentilerine de cevap veremedim.
Biz ikimiz Aşık Veysel’in dediği gibi koyun ile kurt gibiydik;
hayata bakış acılarımız farklı, beklentilerimiz farklı, kısaca biz farklıyız da farklı...
Farklılıklarımız belki arkasına sığındığımız bir gerekçe;
ama arkasında bizi saklamaya yetecek kadar büyük olsa gerek.
Beni bu satırları kaleme almaya zorlayan asıl nedene değineyim mi?
Son ayrılışımızdaki yüzündeki o masum ifade, o masum bakış...
Son gelişindeki son yemeğimiz Leonardo Da Vinci’nin "Son Akşam Yemeği" adlı resmi gibiydi.
Muhteşemdi, muhteşem olduğu kadar da zehirliydi.
Hazreti İsa’yı ihbar eden havari de o sofradaydı, beni terk eden sevgili de...
"Terk etmek." deyişi bu cümleye uymadı, çünkü bizim ilişkimizde hiç nokta olmadı, hep virgüllerle geçiştirdik.
Yemeğe dönmek istiyorum.
Sondu, yani son akşam yemeğimizdi, ikimizde hissetmiştik.
Yemeğe zehir katıp içimizdeki Mesih’i zehirleyemezdik.
Çünkü hangimizin Mesih, hangimizin havari olduğunu ikimizde bilmiyorduk
Tıpkı "Son Akşam Yemeği"nde Mesih’i ihbar eden havarinin on iki havariden
hangisinin olduğunun bilinmemesi gibi.
O halde aşkı zehir etmemiz gerekecekti birbirimize.
Sen de bunu yaptın aşkıma.
Cuma akşamıydı ekimin ilk haftasıydı sanırım.
Susmaya kararlı olarak gelmiştin yanıma, yani son akşam yemeğine.
Gitmeye kararlı olarak gelmişti gözlerin.
Gözlerine "Gitme kal..!" diyemedim; "Haydi şimdi git..!" de diyemedim.
Gözlerin anlatıyordu her şeyi, Mesih’i ihbar edeni...
Son akşam yemeğim olduğunu anlatıyordu.
Bu yemek öyle uzun sürdü ki, her saniyesi zehir oldu damarlarıma.
Sana bir teşekkür borçluydum.
Teşekkür ederim sana.
Hiç deme ki bu nasıl bir elveda.
Sen de bir özür borçlusun aşkıma.
09.11.2003
İstanbul
Abdulkadir Güngör
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.