“DAMLA KENDİNİ TAMAMLADIĞINDA DAMLAR”
Buluttan bir damlacık indi denize, enginliği görünce utandı. Kendi kendine; ”Denizin karşısında ben de kimim ki? Onun varlığına göre ben yok sayılırım.”dedi. Kendisini küçük gördüğü için sedef gönlünü açtı ona, bağrına bastı ve onu korudu. Naz ile besledi damlacığı sedef. Kader onu o denli yüceltti ki, sultanların tacına kondurdu sonra inci olarak. Damla kendisini alçak gördüğünden yüceldi. Yokluk yapısında kapılandığı için var oldu.
Siz olsaydınız ne yapardınız damlacığın yerinde? Denizin denizliğine katkı sağladığınız için böbürlenir miydiniz? Yoksa zaten deniz kocaman, ben neyim ki tafrasıyla kendinizi iyice alçaltır mıydınız? Her birey mensup olduğu cemiyetin önemli bir halkasıdır. Bu halkaların sağlamlığı cemiyetin ayakta kalmasının kilididir. Azlar yan yana gelerek çoğu oluşturur. Çoğun tekamülü için azın varlığı elzemdir. Kimse kendini dünyanın tek fatihi olarak görmesin. Son imparator olduğunu ilan etmesin. Kral çıplak değil unutmayın. Olgun başak vakti geldi mi başını önüne eğer. Tevazuluk ülkesinin serdarı olur. Bu olgunluk onu daha da kutsallaştırır. Daha da mükemmelleştirir. İnsan başağa benzemeli, tevazu sahibi olmalı, hicap duymalı makamın getirmiş olduğu yükseklikten.
Damladan öte deniz vardır, deniz olabilen yürekler vardır. Bütün suların akıp geldiği ve orada yok olduğu enginler vardır. Temiz nehirlerin, kirli derelerin, yağmur sularının, göz yaşlarının akıp geldiği ve bir olduğu denizler vardır. Hepsinin bir olduğu, yek olduğu denizler vardır ve bu denizlere benzeyen insanlar vardır. Bütün suların durulduğu yerlerdir denizler. Ve bu denizlere benzeyen yürekler vardır. İyi-kötü, güzel-çirkin her şeyin oluk oluk aktığı ve mecrasını ona göre şekillendirdiği ve ahirinde bütün cibiliyetlerini yitirdikleri deniz gönüller vardır. Onlar da olmasa idi, onların hatıraları olmasa idi, varlıkları kutsamasa idi yeryüzünü insanlık kalır mıydı bugüne değin?
Denizden öte okyanus vardır. Varlığı, yokluğu, bünyesine intisap eden her unsuru kendi potasında eritip daha mükemmel bir dünya için çalışan, evrensel bir dile sahip olan ve yeryüzünü direk olarak etkileyen okyanusa benzeyen gönüller vardır. Küresel ısınmanın da, nükleer savaşın da, açlığın da, yokluğun da tek çözüm noktası bu okyanus gönüllü insanlardır. Onlar ki derisi ne olursa olsun insanlar arasında fark gözetmez, onlar ki dillerinden dolayı insanları küçümsemez, onlar ki ırkından dolayı insanları rencide etmez. Onlar ki bir pergel gibi bir ayaklarını dünyanın ortasına koyup diğer ayakları ile yetmiş iki milleti kapsayacak şekilde Mevlanavari hareket ederler.
Gönüller vardır dünya işi ile hemdem olmayan, gönüller vardır bir su gibi hep aşağıya doğru akan, bir salkım söğüt gibi hep yere doğru dökülen. Gönüller vardır inci saçan, yakut saçan. Gönüller vardır rengarenk çiçekler atan, umut dağıtan.Gönüller vardır insan önünde iki büklüm olan.
Bir bilge kızla sohbetim olmuştu evvelde. Yükselme ile ilgili olarak şu tesbitte bulunmuştu vakti zamanında.”….fakat bize, burada yükselmek için önce alçalmak gerektiğini öğretirler. Ne kadar alçalırsan o kadar yükseleceğini öğretirler.” Yükseldikten sonra geldikleri yeri unutanlar hicap duyarlar mı şimdi? Çıkarken selamladığınız insanlarla inerken de karşılaşacağınızı hesap etmez misiniz? Hizmet davanız olmalı, hizmet ülkünüz olmalı, hizmet idealiniz olmalıdır.
Rotanız insanın el üstünde tutulduğu bir dünya yaratma olmalıdır. İnsanı hor gören, hakir düşüren bir anlayış Mevlana’nın, Yunus’un, Hacı Bektaş’ın torunlarına yakışmıyor desem bilmem bir şeyler ima etmiş olur muyum? Bugün yaşamış olsa idiler yaptıklarımızdan utanmazlar mıydı? Basın bildirileri ile bizleri kınamazlar mıydı? Bilboardlarda insanı merkez alan sözleri ile boy göstermiş olmazlar mıydı? Basın açıklaması yapıp sert bir ültimatom vermezler miydi? Gazete haberlerinde sürmanşet olup ülkenin gidişatını eksen aldıkları insana yönelik evrensel sevgi çizgisine çekmezler miydi? Reklamlar aracılığı ile; “Gönüller kararıyor, kendinize gelin!” şeklinde slogan üretmezler miydi? Mesele insan ise gerisi teferruattır tarzı konuşmaları ile milyonları sürüklemezler miydi artları sıra? Sahi yaşasa idi gönül adamları bu halde olur muyduk? Ya da yaşatabilseydik fikirlerini, anlatabilseydik yurdum insanına tek tek, bugün bu seviyelere düşer miydik?
Kaç kişi Şems’in uğrunda heba olan ve aradığı şemsi (güneş) yana yana gönül otağında bulan Mevlana’yı biliyor? Kaç kişi Tapduk’ un kapısında hizmet eyleyen Yunus’u bilir? Kaç kişi Nasrettin Hoca’nın neden eşeğine ters bindiğini söyleyebilir? Kaç kişi Aşık Veysel gibi; ”Güzelliğin on par’etmez / Bu bendeki aşk olmasa” tarzı döktürüverir? Kaç kişi Dede Korkut gibi soy soylar acaba bugün? Fuzuli’deki aşıklık istidadı kaç gençte mevcuttur Allah aşkına?
Nasrettin Hoca misali insanımızın gönlüne sevgi mayası niyetine bir tutam yoğurt çalabilir miyiz?
Mimar Sinan gibi gönül dünyamıza sağlam bir temel atıp asırlarca yıkılmadan ayakta durabilir miyiz?
Söyleyin Allah için, bir toplum aklını yitirmişse deli yaftasını takar boynuna, peki gönlünü yitirmişse hangi etiketi yapıştırırız ense köküne?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.