- 976 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
‘’ATATÜRKÇÜLÜK YA DA SİSTEMSİZLİK İŞTE BÜTÜN MESELE BU! (üçüncü bölüm)
Çünkü,,,,,,
Rus çarlığının 1917 de yıkılmasından sonra, SSCB adı altında kurulan komünist blok, ABD ve batı Avrupa ile birlikte emperyalist ülkeler için korkulan tehlikeli bir güç olmuştur.
Türkiye, coğrafik yapısı gereği başta ABD olmak üzere diğer emperyalist güçlerin, bölgedeki çıkarları ve güvenliği için, ileri karakol ve tampon bölge olarak görülmüştür. Nihayetinde NATO üyeliği kapsamında Türkiye topraklarına, askeri birliklerini konuşlandırmışlardır. Yani bir bakıma 1918 de Çanakkale boğazından askerlerini geçiremeyen emperyalist güçler ellerini kollarını sallayarak Türkiye topaklarına, askerlerini sokabilmişlerdir.
Elbette bir ülke uluslar arası antlaşmalara imza atmış ve bir pat’tın üyesi olmuş ise üyeliğin gereğini de yapacaktır. Buraya kadar bir anormallik yok. Ancak bu gizli ve gizemli yapılar,Osmanlıdan bu yana siyaseten orduya-yargıdan, bürokrasiye ve bazı sermeye guruplarının da olduğu iş çevreleriyle birlikte ülkenin tüm kurum ve kuruluşlarının içine nüfuz etmişlerdi. Aynı Osmanlıdaki gibi bu işleri ülke içindeki işbirlikçileriyle birlikte ve milli söylemlerin arkasına gizlenip sinsice ve derinden yapıyorlardı.
Bu nedenle de, Türkiye’nin siyasi ve askeri yapısı, anti demokratik biçimde (derin devlet )modeli ile şekillendirilmişti.
‘’Bu yazı dizisinin 1.ve 2.bölümlerinde de Osmanlıdan başlayan süreçle Siyonist yapıların ülke içindeki işbirlikçileri aracılığıyla Türk siyasi yapısını nasıl elle geçirdiklerinden bahsedilmişti.
Az çok siyaset biliminden anlayan ve hangi siyasi görüşten olursa olsun herkesimden insanlar bu olumsuz durumun farkındaydı. Ama farkında olmak tek başına yeterli değildi. Bu gerçeği toplumun bilinç düzeyine taşımak gerekiyordu. İşte o zamanda önemli bir engel ortaya çıkıyordu. Despotik uygulamalarla Toplumun kafasına çivi gibi çaktıkları kendilerinin ürettiği ve putlaştırdıkları ‘’Atatürk profili, yani siyasal anlamdaki ‘’Kemalizm, devreye giriyordu.
,,,,,,,,,,
‘’Kemalizm ve derin devlet işbirliğinden,demokrasi ayrımına, Türkiye halklarının paradigması (değerler dizisin)den, günümüz Türkiye sine ,,,,,,,
Otoriter bir siyasi anlayışla Sahip olan Türk siyaseti, bilinçli ve sistemli bir şekilde hantal ve yerinde sayan bürokratik bir yapıya dönüştürülmüştür.
Ülkede faaliyet gösteren Siyonist yapılar ekonomik, demokratik ve siyasal anlamda atılan her olumlu adıma engel olmuş çeşitli bahanelerle ayak diretmişlerdir. Öyle ya! Gelişim demek aynı zamanda ekonomik ve demokratik taleplerin oluşması demekti,oysa bu yapılar otoriter yapı oluşturup ‘’faizci ekonomiden nemalanıyorlardı. Dolayısıyla ülkenin iktisadi alanda gelişmesinin önünü geçmek, ilerlemesine engel olmak gerekiyordu ve nihayetin de başarılıda oldular.
Bu yapılar yüzünden daha düne kadar, dünya ekonomisinde ve demokrasisinde adı, sanı duyulmayan, Türkiye’nin yarısı kadar imkânlara ve avantaja sahip olmayan ülkeler, gelişmişlik noktasında uzak ara ülkemizin önüne geçmişlerdi. Örneğin; Malezya, Kore ve Singapur gibi ülkeler, başta otomotiv sektörü olmak üzere turizm, ticaret vs gibi birçok ağır sanayi alanlarında ciddi manada dünyanın söz sahibi ülkeleri arasına girmeyi başarmışlardır.
Örneklendirilen bu ülkeler yıllar önceden kalkınmanın alt yapısın hazırlarken, Kemalist zihniyetler de bizlere hep bir dış ve iç düşman olgusu pompalıyorlardı. Hatta bununla da yetinilmeyip iç düşmanı bizzat kendileri oluşturuyorlardı. Öyle ki kendilerinin organize ettiği kurmaca olaylarla toplumu ideolojik olarak çatıştırmış kardeşi, kardeşe kırdırmışlardır. Sonrasında da önceden içine nüfuz ettikleri kurumlar vasıtasıyla, işbirliği içerisinde oldukları dış güçlerin, gizli servislerinin emir ve taktikleriyle orduya darbe yaptırıp, ülkenin ekonomik ve demokratik gelişimine engel olmuşlardır.
Kısacası ellin oğlu, sınırlı imkânlarına rağmen gelişip zenginleşirken bizlerde Siyonistler yüzünden ülkenin ekonomisini ve enerjisini vakumlayan dünyanın dördüncü büyük ordusuna sahip olmakla övünüp duruyorduk. Üstelikte teknolojik olarak (son yirmi ve özellikle on yıllık) süre müstesna zebellah gibi ama iç boş hantal ve masraflı bir orduya sahip olmakla övünüyorduk.
Sağcı yâda solcu bir avuç yürekli aydın vatan evladı devreye girip durun! bu işte bir yanlışlık var!? Diğer gelişmiş ülkeleri ‘’keriz mi? Dünyanın dördüncü büyük ordusuna sahip olmuyorlar!? Bu hantal ordu sırf darbeler için şeklenmiş ve teknolojik olarak yeterli donanıma sahip olmadığını bu haliyle kalkınmanın önünde engel bir ordu olduğunu söyleyip, toplumu bilgilendirmeye çalışırken, bizlerde o insanları vatan haini olmakla suçlamıştık, hatta kiminin hapislerde sürünmesine kiminin de idam edilmesine seyirci kaldık.
Sonuçta her ihtimale karşı ülkede oluşa bilecek toplumsal barışın ve bunun parelerinde, demokratik ve ekonomik kalkınmanın oluşmasına engel olmak için, emir ve komutalarındaki orduyu, belli dönemlerde planlı ve sistemli olarak harekete geçirip darbe yaptırıyorlardı.
Siyasal anlamdaki bu taktiksel eylemler Cumhuriyet tarihi boyunca süre gelen bir durum olmuştu.
Çatışma kültüründen beslenen Siyonist yapılar, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) nin olduğu Tek partili dönemden çok partili döneme geçişte ki süreçte 7 Ocak 1946’da kurulan ’Demokrat Parti,(DP) ile ivme kazanan demokratikleşmeden rahatsız olmuş ve bu gelişimin önünü kesebilmek, ekonomik anlamda atılan adımlara engel olmak adına. 27 Mayıs 1960’ daki Askerin Müdahalesi ile‘’DP iktidardan düşürülmüş ve 29 Eylül 1960’da, kapatılmıştır.
Bu yapıların Ülkedeki demokratik ve ekonomik gelişmişlikten rahatsız olduklarının göstergesi açısından 1960 ve 1980 askeri darbesi bunun somut bir örneği olmuştur.
‘’1960 askeri darbesi ile 1980 askeri darbesi arasındaki süreçte yaşanan hukuk dışı muhtıralar, sıkıyönetimler vs gibi sivil iradeye dönük anti demokratik müdahaleler aynı zamanda 1980 askeri darbesinin de alt yapısını oluşturmuştur.’’
1960 askeri darbesi sonrasında büyük yara alan Türk demokrasisi, kan kaybediyordu ve bu durum ABD’ nin bölge çıkarları ve emperyalist güçlerin güvenliği anlamında tehlike içeriyordu çünkü kocaman bir SSCB komünist bloğunun askeri gücü ve siyasal anlamda ciddi tehdidi söz konusuydu. Dolayısıyla bir şeyler yapmak lazımdı. Yapılacak şey darbe sonrası hazırlanacak ana yasının çok partili siyasi sürece imkân vermesiydi. Öylede oldu Ama bir şartla kurulacak siyasi partiler ‘’Siyonist yapıların oluşturduğu Kemalizm’in ekseninden çıkmamalıydı.
Aslında pekte gönüllü olmadıkları halde ülkede dibe vuran demokrasi boşluğundan oluşacak zafiyetin halk bazında komünist bloğa dönük eğilimlerin oluşmasından korkuyorlardı. 1961 anayasasıyla Kısmen demokratik bir anayasa hazırlansa da gerçekte despotik devlet anlayışından uzaklaşılmamıştı. Ve bu sürecin sonunda,
1961yılında iki yeni siyasi parti Türk siyasetinde yerini almıştı.
,,,,,,,,,,,
11 Şubat 1961’de ’Adalet Partisi (AP) kuruldu. 27 Mayıs da yapılan askeri darbenin ardından Demokrat Parti’nin bütün yönetici ve milletvekilleri Yassı ada’da toplamış ve partileri kapatmıştı,16 Eylül 1961’de Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’yu, 17 Eylül 1961’de ise Adnan Menderes’i idam ettirmişlerdi. Adalet Partisi Demokrat parti’nin devamı olarak kurulmuştu.
İkinci olarak ta 13 Şubat 1961 de ‘’Türkiye İşçi Partisi (TİP) kuruldu. Sosyalist siyasi görüşe sahip bir parti olarak kurulmuş olsa da, bir biçimiyle Siyonist yapıların kontrolündeki Kemalist prensiplere bağlı olarak hareket ediyordu.
Fakat!! Siyonist yapılar için önemli bir sorun vardı !!?
(Devam edecek)
Serhat BİNGÖL 27.03.2015
YORUMLAR
Yazınızı 'dışa bağımlılığın yakın tarihi' bağlamında okudum, algıladım...
Dolayısiyle 'siyonist yapılanma' konusunda şu sorunun cevabını içermesinin yazınıza hatırı sayılır bir ağırlık kazandırabileceğini düşündüm: Söz konusu yapılanma, 'yeni devlet'in hangi gerekçesini kullandı ve/veya hangi açığından yararlandı?...Bu sorunun cevabını ben bilmiyorum, ama sorunun yersiz olmadığına inanıyorum... Yani, Cumhuriyeti kuran güçlü kadroların elini kolunu bağlayan durumun ekonomik açıdan açıklanabileceğini kolayca anlıyorsak da...
En heyecanlı yerinde bölünen yazının devamının bu soruyu açıklaycı olmasını umuyorum...
Selamlarımla.
Serhat BİNGÖL
İlginize ve yorumunuza çok teşekkür ederim hoş geldiniz
Yorumunuzdan hareketle öncelikle şu hususu belirtmek isterim. Dışa bağımlılık konusu sadece yakın tarihin bir sorunu değil ispanyadan kovulan yahudilerin Osmanlının ana yurdu olan Anadolu topraklarına yerleştirilmeleriyle başlayan bir süreç e dayanır aslında birinci öncelikli olan da daha çok iç yapılanmaya dönük sıkıntılardır. Siyonist oluşumların parelerinde bu yapılar vasıtasıyla tabi ki dışa bağımlılık ta otomatikman oluyordu. Bu süreci yazın birinci bölümünden itibaren sade bir anlatım diliyle aktarmaya çalışıyorum.
Bu yapılanmalara dönük geçmişte Atatürk’ü veya İsmet İnönü’yü suçlayan kitaplar okumuştum. Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün bu Siyonist yapıların adamı olduğunu da iddia eden satırlara da denk gelmiştim ve hatta Atatürk’ün yahudi, İsmet İnönü nünde ermeni dönmesi olduğunu bahsediyordu. KUR’AN-I KERİMİN okunmasının yasaklanmasını toplatılıp yakılmasını Camilerin ahıra çevrilmesini vs gibi uygulamaları örnek gösterildiği bir suçlama vardı.ne kadarı doğrudur net bir kaynak yok ama evet böyle bir itham söz konusuydu. kaldı ki böyle bile olsa bu iddiaların hiçbiri Osmanlının devlet iradesindeki zafiyetini hafifletmek için bir mazeret olamaz. Öyle ya o Siyonist yapılar 1492 den başlayan bir süreçle devlettin siyasi iradesini elle geçirmişlerdi zaten bu nedenle Cumhuriyeti kuran kadroları tek başına suçlamak kolaycılık olur.
Yinede hiçbir şey için geç kalınmış sayılmaz ülkemizi gerçek manada demokratik sosyal hukuk devletine dönüştürmek bizlerin elinde bu yazı dizisinin sonlarına doğru,başara bildiğim ölçüde bunu da anlatmaya çalışacağım.
Saygı sevgilerimle.
‘’Kemalizm ve derin devlet işbirliğinden,demokrasi ayrımına, Türkiye halklarının paradigması (değerler dizisin)den, günümüz Türkiye sine ,,,,,,, "
Kemalizme ne anlam yüklüyorsunuz anlaşılmıyor.
Çok bileşenli bir genel "siyonizm" ve "derin devlet" lafı ile gidiyorsunuz.
Genel hatlarıyla yazdığınız dizgenizin "Türkiye halkları" paradigması kısmı da aynı durumda.
Kemalizminizi anlayamıyoruz. Bileşenlerini, ayrışanlarını siyonizm ve derin devlet niceli durumundan kurtarırsanız, anlamaklığımız ve katkı yapmaklığımız yanlış anlamadan kurtulmuş olacak.
Kemalizm "algı"nız ve bundan mütevellit "olgu"nuzun içinde ne ya da neler var?
Soru net olarak bu olsun.
Okumaya devam ediyoruz, esenlik...
Göktürkmen tarafından 3/27/2015 10:56:19 AM zamanında düzenlenmiştir.
Serhat BİNGÖL
İlginize ve yorumunuza çok teşekkür ederim
Doğrusu bu yazı dizisini lütfedip başından beri okuyan birisi olarak, bu yorumunuzdan da âcizane ben pek bir şey anlayamadım.
Yazıda da belirttiğim gibi ‘’ATATÜRKÜN vefatından sonra Osmanlı da ki süreciyle anlattığım Siyonist yapıların, Türkiye’nin siyasal yaşamında ki etkinliğinden bahsetmeye çalışıyorum. Bunu yaparken de mümkün olduğunca sade bir anlatım dili kullanmaya çalışıyorum.
Kemalizm ve Siyonist yapılardan sıklıkla bahsetmem konusuna gelince yazının ana konusunu teşkil ettiği için maalesef yapacak bir şey yok.
Saygı sevgilerimle
Göktürkmen
İkinci yazı da ise, yine devlet modellerinin ve bir model olarak Kemalist devletin gelişme ve kalkınma ya da gelişememe veya kalkınamama hızları (diğer modellerle mukayeseli olarak)...
Burada tam bir belirsizlik var.
ikinci yazıda yani, eklektik ve belirsizlik kaygısı temelli denge sağlama eşitliği gibi...
Kemalizme yaptığınız eleştiri gibi ya da, özgün değil eklektik dediğiniz ...
Üçüncü kısımdaki derin devlet, siyonizm ve halklar dizgesindeki "halklar" vurgusu ile "federatif" veya" konfederatif" devlet mi öneriyorsunuz.?
Ulus-üniter-kemalist yapı yerine ve bir öneri olarak..
Bu bağlam içindeki "kalabalık ordu" eleştirinizi de bunlarla bağlantılayamadım?
Bunların, emperyalizmle birlikte düşünürseniz eğer; siyonizm, devlette derinlik, yönetimde ilkesizlik ve kapitalizm ve sömürgeciliğe jandarmalık olarak yani, daha mantıklı olmak adına kolay açıklanabilirliği olurdu.
Esenlikle, umarım anlatabilmişimdir. :)
Serhat BİNGÖL
Az, çok, yazı ve yorumlarıma denk geldiyseniz bilmeniz gerekir ki, nacizane söyleyeceğim şey,her neyse lafı dolandırmadan direk ve net söylen birisiyimdir bundan emin olabilirsiniz.
Değerli dostum bu sayfalrda ki doslarımızın hepsi akademisyen kimliğe sahip insanlar değil. İçlerinde ev hanımlarıda var ssk’lı emekli doslarımızda bu nedenle dediğim gibi mükün olduğunca intellectus, içseliğinde ki kelimerdense daha kolay anlaşılır bir anlatım dili kullanmaya çalışıyorum.
Şu ana kadar yazdıklarımda federatif veya konfederatif önermesini sunduğum bir cümleyi kullandığımı hatırlamıyorum yani federasyon yada konfederasyon eğer bunu Türkiye ‘’halkları’’ sözümden çıkardıysanız,buna ne söylenir bilemiyorum. Sadece Saygı duyarım.
bu sözümden de kalkıp bir çekincem olduğu sonucunu çıkarmayı sakın!
Türkiye halkları derken, Lazlar,Boşnaklar,Kürtler,Araplar,vesaire ve dahi Türkler Türkiye halkları olmuyor mu? başka ülkenin halkları mı? yoksa sizde herkes Türk'tür ne mutlu Türküm diyene falan mı diyeceksiniz. Neyse yazının diğer bölümlerinde belki konfederasyondan bahsederiz şaka şaka hemen korkmayın , espiri yaptım)))
Saygı sevgilerimle
Siyasi tarihimizin hoş bir sunumu olmuş yazı.
Yakın tarihimizi, bir kez daha ilgi ile, ibret ile okuduk.
Bir kez daha üzüldük.
Bir kez daha şaşırdık.
Kendini aydın ve ileri görüşlü zanneden bir zümrenin,
aslında çağın ne kadar gerisinde kaldıklarının farkına varamamalarına üzüldük.
Saçma sapan, çoktan tarih sayfalarına karışmış ideoloji kalıntılarını ''Kemalizm'' makyajı ile kamufle edip,
hala enayi zannettikleri milletin önüne yenilik diye sunmalarına şaşırıyoruz doğrusu.
En acı olan tarafı da, bu duruma kendilerinin de yürekten inanmaları.
Bu millet,
çok acılar çekmiş, çok sıkıntılara katlanmıştır tarih boyunca gıkı çıkmadan.
Ama,
ne zaman, nerede devreye gireceğini iyi bilir.
Şu anki iktidarın, o muhteşem Kemalist fırtınanın(!) karşısında sapasağlam dikilmesinin, başarı ile dördüncü kez iktidara yürümesinin ana nedeni bu işte.
Ne güzel demiş Mevlana;
''Ne kadar söz varsa düne ait, dünle beraber gitti cancağızım. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.''
Geçmişe mazi diyoruz.
Şimdi yeni fikirler üretmek lazım.
Milletin gözü açıldı.
Güzel gidiyor yazı...
İbret verici anlatımlar...
Umarım birileri okur da, ders alırlar.
Hiç ümidim yok ya...
Serhat BİNGÖL
80 öncesi daha yeni lise talebesi olduğumuz zamanlarda, semtimiz deki ve okulumuzdaki büyük ağabeylerimize özenerek siyasetin içerisinde yer aldık. Ağzı süt kokan bıyıkları yeni yeni terlemeye başlayan ilk gençlik çağlarımızda okuduğumuz siyasi içerikli kitaplarda da bu olayların iç yüzü bu netlikle anlatılmıyordu.
Yazıda da belirttiğim gibi o yıllarda bir avuç sağcı yâda solcu yürekli aydın bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama maalesef o insanlarda, toplumdan vatan haini damgasını yiyordu.
Dolayısıyla siyasi işlerle ilgisi olmayan insanların bu işlerin iç yüzünü bilmemesi gayet doğal. Ulusalcı anlayışta olan insanlar ise onlarında önemli bir bölümü resmi ideolojinin öğretileriyle yetinen mukayese reflekslerini geliştirememiş, olaylara derinlikli bakabilme özelliğine sahip olmayan insanlardır. Onlar ancak kendileri gibi düşünmeyenleri küçümseyerek tatmin yaşıyorlar. Sonuçta onları da anlamak lazım, kolay değil on yıllarca tek tip düşeme refleksine zorlanmışlar. Nihayetinde 80 darbesi sonrası solcularda sağcılarda ağır bedeller ödeyerek ve çok okuyarak, tabiri caiz ise el yordamıyla parçaları bir araya getirip bütünü oluşturarak neyin ne olduğunu kavradılar.
‘’Zaman her şeyi yoluna koyar. Öyle yâda böyle eninde sonunda gerçeği, herkes görecektir.
İlginize yorumunuza çok teşekkür ederim dostum sağ olun.
Saygı sevgilerimle