ZOR OLAN YAŞAMAKTIR
Kimi zaman çoğumuzun kendi kendine sorduğu bir soru bu. Ölmek mi kolay yaşamak mı? Öyle bir dar boğaza girer ki hayat denilen nefes denizimiz, yutkunamayız. Gerek ağır sözlerin, gerek ağır yaşam şartlarının ardını hep karanlık görürüz. Gecenin içinden çıkılmaz, güneş bir daha doğmaz, bu hayat böyle çekilmez der, kahrederiz.
Kimimiz kadehlere anlatır derdini, kimimiz fosur fosur sigaradan çıkarır acıların dumanını, kimimiz dua kapısını tıklatır, kimimiz intikam peşine düşer kendini kaybeder…
Ya ümit?
Yaşanan onca çilenin, sıkıntının ardından doğacak güneşe ne oldu? Acılar, ruhumuzu bu denli yakarken, ümit suyunu nerede kuruttuk? Ölümün gerçekliğini yüzde yüz biliyorken, “her nefis ölümü tadacaktır” ayeti gün gibi ışıldarken, ümidimizi, fani dünyanın fani nimetleri ile mi kuruttuk?
Ev, araba, eşya, mal, mülk, rahat bir yaşam, tatil, eğlence, gırgır şamata için önce çileye battık, sonra da karanlıklara. Tüm bu faniliğin içinde eridik durduk yıllarca. Sabahın erken saatlerinde başlayan mücadele, ertesi günün sabahına kadar devam etti hep. Ve sonra yeni günün yeni mücadelesi. Şunu alamadım, bunu giyemedim, şuraya gidemedim, hoş sohbete katılamadım, oğlan şöyle, kız böyle, ailem beni anlamıyor serzenişleri ile huzurlu olabilecek hayatımızı faniliğin çukuruna gömdük. Bu dünyaya ve bu dünya nimetlerine o kadar çok taptık ki; kendimizi, varlık nedenimizi unuttuk.
Küçücük çocukların bile gözleri hüzünle bakıyor artık.
Toplum olarak mutluluğu, mazinin pençesine kaptırdık. Dünyaya o kadar düşkün olduk ki; elde edemediğimiz her arzumuz için bir çile daha doldurduk cebimize. Çile üzerine çile, artık çileden çıkartı herkesi. Pek çoğumuzun zihninde “ölmeliyim” düşüncesi hâkim oldu. Bu mu hayat? Bu mu mutluluk? Kaçış değil midir bu? Hem fani dünyanın çilesini kendin satın al, hem de ağır gelince çek git. O kadar kolay mı? Hani mücadele, hani varlık sebebimizin neticesi, hani insan olma erdemi? Kolay olan ölmektir. Ölümü seçmek kaçmaktır. Zayıflıktır. Kaybetmektir. Evet kaybetmektir. Hem dünyayı hem de ahireti kaybetmektir.
Biz insanız. Düşüncesi, duygusu, iradesi ile özel olarak yaratılmış insanlarız. Yok, öyle kaçmak. Yok, öyle hemen pes etmek. Yok, öyle ümitten ümit kesip ölümü seçmek. Ölümün takdirini beklemek, beklerken hakikat yolunda mücadele etmektir bizim insanlığımız. Mücadelemiz, ev, araba, mal, mülk değil; huzur, saadet, birlik, düzen, doğuluk içindir.
Kimseye muhtaç olmayacak kadar nimete, kimseyi kırmayacak bir kalbe, kimsenin hakkına gasp etmeyecek bir beyine sahip olmalı insan dediğin.
Ölmek, takdir i ilahidir. Lakin kendini öldürmek, bir tercihtir. Bu ise hem korkaklık, hem zayıflık hem de ahiretin karanlık yörüngesine girmektir.
Mücadelemiz, maddiyatta sınırlı kaldığı sürece, o maddenin altında canımızı veririz. Kısa bir süre sonra yok olup gidecek madde için, koca bir ömrü heba etmenin, sonsuz bir hayatı kaybetmenin bir anlamı var mı? Hayır. Hiçbir anlamı yok. İnsan dediğin, yaşamalı, yaşatmalı, varlık gayesine sarılıp hayatına huzuru, manayı katmalı. İnsan dediğin, insan gibi dimdik ayakta durmalı. Çalışmalı, mücadelesini doğru kulvarda vermeli.
İnsan dediğin, yılan gibi sürünmemeli, goril gibi yiyip içip yatmamalı, aslan gibi pençesine avını takıp tüketmemeli, akbaba gibi fırsat kollayıp leşe üşüşmemeli, tilki gibi haylazlığın kurnazlığını hesaplamamalı, ot gibi gelip saman gibi gitmemeli.
İnsan olarak doğduysak, insan gibi yaşamalı, insan gibi ölmeliyiz. Acıya, çileye inat yaşamalı, hayata, insanlara rağmen kazanmalıyız. İşte başarı budur. Ve zor olan yaşamaktır. Zoru başarmak ise yalnızca insana mahsustur.
Huzurlu ve başarılı bir hayat için, mücadelenizin zafer kazanması dileklerimle…
Haziran 2008 ( [email protected])
Elvan USUL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.