- 1118 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Uçurum
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir insan o noktaya nasıl gelebilirdi ki?! Oradan kendini boşluğa bırakırken en son düşündüğü neydi kim bilir?! Gazetelerde yazdığına göre herhangi bir madde bulunmamıştı kanında. Ölümün ta gözlerine bakmıştı yani. Bulutlarda uçmadan, her şeyin biteceğinin tam olarak bilincinde bırakmıştı kendini.
Hayat bu kadar üşütebilir miydi? Kimi zaman o ürpertiyi hisseder gibi olmuştu kendi de… “Bir düğme olsa ve basınca her şey bitse basardım” diye düşünmüştü hatta bir keresinde. Ölüm acı çekmekten bağımsız bir hale girince çok da korkunç görünmüyordu aslında. Peki, o adam nasıl becermişti bunu? O kadar yüksekten acısız bir şekilde hiçliğe gitmek çok düşük bir ihtimal olmalıydı. Kayalıklar vardı… Bir sürü sert köşeler… Nasıl göze alabilmişti bunu? Hayatın sert köşelerinden kaçmamış mıydı oradan atlarken? Finali daha yumuşak bir şekilde yapabilirdi pekâlâ. Öyleyse kaçtığı acı değildi belki de. Boş mu hissetmişti içini? Hiçbir şeyin dolduramayacağı kadar büyük bir çukura düşmüş gibi… Bir köşeye çekilip her şeye uzaktan bakanlardandı belki de. O mesafeyi iyi ayarlayamamış mıydı yoksa? Her şeyin anlamını yitirdiği, değersiz bir oyuncağa döndüğü o sınırı aşmıştı belki de. Kalabalığın içinde kaybolmayayım derken fazla uzağa gitmiş, koca bir ormanda kaybetmişti yolunu.
”Anne, lacivert tişörtüm nerde?”Oğlunun bu tarz sorularına öfkelenirdi genelde. Kendisini tişörtleri, atletleri çekmecelere yerleştiren bir kadın konumuna indirgeyen küçültücü bir bakışın yansımasını görürdü onlarda. Oysa bir yanıyla da bilirdi, çok masum bir soruydu bu. “Anne, seni seviyorum.” demek kadar doğal… Şimdi bu anlamsız öfkeyi hissetmiyordu işte! Gazeteden kendisine bakan adamın gülüşünde kaybetmişti onu. Hiçbir şeyi çok derinden sorgulamayacaktı artık. Küçüklüğündeki masumiyetine kavuşturacaktı kelimeleri. Onları evirip çevirip kimliğine ilişkin anlamlara bürümeyecekti. Yoksa çok uzaklaşırdı her şeyden. Ayrıntıları kaçırır, geri dönmek istemeyeceği bir sıradanlığa mahkûm ederdi dünyayı. Biraz kaybolmalıydı aslında. Kendisini aradan çekerek her şeyi gerçek anlamına kavuşmuş olarak görebilmek için kalabalığa karışmalı; o insanların, içinde kayboldukları tüm önemli şeyleri onlar kadar olmasa da önemsemeyi öğretmeliydi kendine. Yoksa tıpkı o uçurumun kenarından bakan adam gibi çok uzaklaşırdı her şeyden. Oradan görünen o boşlukta kendi içini görürdü.
YORUMLAR
Güzel bir hikaye.
Konusu itibarı ile, önce biraz kaygılı başladık okumaya.
Bu intihar vakalarını oldum olası sevmeyiz.
Bu konuda yazılan yazıları da.
Ancak,
yazının ikinci paragrafı ve finali,
gerçekten mükemmel kelimesi ile tarif edilebilecek bir güzellikte geldi.
Hele de,
ana yüreğinin olanca sıcaklığını yansıtan cümleler,
tam anlamı ile mest etti bizleri.
Gerçekten güzel bir çalışma.
Ancak, yazarının affına sığınarak, bir konuya parmak basmak istiyorum.
''Kendisini tişörtleri, atletleri çekmecelere yerleştiren bir kadın konumuna indirgeyen küçültücü bir bakışın yansımasını görürdü onlarda.''
Bir kaç kes okudum bu cümleyi.
İtiraf edeyim ki dehşete kapıldım.
''Annelerimiz, kız kardeşlerimiz, eşlerimiz de böyle mi düşünüyorlar acaba?'' diye telaşlara düştüm.
Bu güzel sayfanın, bu küçük yorum köşesini çokça meşgul ettiğimizin farkındayız ama,
bir anımızı anlatmadan geçmek istemiyoruz. Önemli bir mesele bu zira.
2002 yılında, bir yıl kadar Gürcistan'da bulunmuştum iş gereği.
Üç yöneticiydik ve şirketimiz güzel bir ev kiralamıştı bizlere.
Yaşının 75-80 arasında olduğunu tahmin ettiğim çok sevimli bir Gürcü ninenin evi idi.
O, zemin kata taşındı, asıl evini eşyası ile bize kiraladı.
Cüzi bir ücret karşılığında, evimizi de temizler, eşyalarımızı yıkar, sobamızı yakıp, oturma odamızı ısıtırdı.
Mükemmel bir insandı. Öldü ise Allah'tan rahmet, sağ ise sıhhat vermesini diliyorum.
İşe gittiğimizde o, arkamızdan dolaplarımızı dolaşır, kirlilerimizi toplar, bir güzel yıkardı. Bununla da kalmaz, çorabımıza, iç çamaşırımıza kadar her birini ütüler ve müthiş bir düzenle dolaba geri yerleştirirdi.
İç çamaşırlarımı ona yıkatmaya utanırdım.
O nedenle saklar, vakit bulduğumda ben yıkardım.
Bir hafta sonu, yine bir çamaşır yıkama faslına başlayacaktım ki, baktım eşyalar yok yerinde.
Benim iyi yürekli nineciğim, fark etmiş olayı, aramış bulmuş kirlileri, bir güzel yıkamış, ütülemiş, yerine yerleştirmiş yeniden.
Sonra da beni yakaladı, Rusça epey bir nasihat etti.
Ben anlamıyorum dilinden ama, gönül köprüsü kurulmuş ise aranızda, pek anlamaya da gerek kalmıyor hani.
Azarladı beni az buçuk.
Eşyalarımı bir daha saklamamamı tembihledi.
İşte,
o cümleyi okuyunca bu anım geldi aklıma.
Bir bukle hüzünlendim, dudaklarıma yerleşen buruk bir tebessümle tekrara andım o güzel insanı.
Güzel bir çalışmaydı.
Güne yakışmış.