- 1265 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Nankör Abla
(Amacım edebi değildir. amacım mizahtır, eğlendirmektir. iyi okumalar.)
BÖLÜM 1
Küçücüktü Ayşegül. Kahverengi gözleri ile etrafını süzüyordu. Ablası Serapsa Ayşegül’ün altını değiştirirken söyleniyordu. Sabahın 5’inde onun yüzünden uyanmıştı. Sevmiyordu kardeşini. “gideceğim buralardan gideceğim. Ühü!” diyor gözlerinden yaşlar yuvarlanıyordu. Ayşegül yürüyemiyordu, emekleme dönemindeydi. Sarı sarı saçları alnına düşüyor, kahverengi gözlerini kapatıyordu ve önünü göremiyordu haliyle. Serap kardeşini sevmediği için arada o saçlarını çekiyordu ve annesine çaktırmadan kesiyordu onları. “seni bir gün komple keseceğim göreceksin” diyordu. Ayşegül anlamadığı için sadece gülüyordu. Şirinlikler yaparak ablasının gönlünü kazanmaya çalışıyordu.
Bir gün Serap kardeşini kucağında gezdirirken Çaykara’da, oradaki akıl hastanesinin önüne bırakıp sessizce uzaklaşır. Ondan daha ne bir haber alınır ne de görülür duyulur.
Serap önceden biletini alamadığı için ve kararı aniden aldığı için İstanbul’un yolunu yürüyerek tuttu. Gece gitti gündüz gitti dere tepe dümdüz gitti. Dedelere yoldaş oldu kartallara gardaş oldu. Kah koştu kah coştu. Bıkmadı usanmadı kendi yoluna taş oldu. Derken kendini 4 yıl sonra Zonguldak’ta buldu. Biraz yürüdükten sonra Karaelmas tabelası ilişti gözlerine. Şaşırdı: “elmasın karası mı olurmuş lan?” diye sordu kendine. Sonra biraz durdu ve gözleri parladı: “Ben şimdi buraya girersem hayallerime bir adım daha yaklaşmış olacağım.” Diye düşündü. birkaç gün burada çalışıp karaelmas alacak ve bunları İstanbul’da satacaktı. Parasıyla da hayallerine kavuşacaktı. Yaşı daha 16 olsa da hayalleri yaşından büyüktü. Hayallerinden biri meşhur olmaktı. Sırf bu yüzden kardeşini bırakıp gelmişti buralara. Yürürken bir yandan da kardeşini düşünüyordu. “Napıyo acaba o salacık? Amaan neyse, ondan kurtuldum ya o bana yeter.” Diye.
Karnı çok açtı ve yiyecek hiçbir şeyi kalmamıştı. Üstelik parası da yoktu. Üstü başı kirlenmişti ve kıyafetleri yırtılmıştı. Dilenmekten başka çaresi kalmamıştı. Yere çöktü bir mendil serdi yere. Avuçlarını açarak:
-“Allah rızası için bu dilsize bi sadaka, Allah rızası için bu dilsize bi sadaka, ühü” diye söyleyerek ağlamaya başladı. Yavaş yavaş başına toplanmaya başladılar. Serap hem utandı hem de gururu kırılmıştı. Hüngür hüngür ağlıyordu. Yavaş yavaş kalabalık arttı ve her kafadan bir ses çıkmaya başladı. “Aaa bak Suriyeli.” “vay bee Suriye’den buraya yürüyerek gelmiş” “vah zavallı hem de dilsizmiş.” “utanma yavrum utanma, dilediğin kadar dilenebilirsin” “hem de Türkçe konuşuyor helal olsun bize değer veriyor” diye. Gencin biri de yaşlı amcanın yanına yaklaşıp: “Dede, ne dersin şu Suriyeliyi alalım mı sana?” diye sorunca dede o akıllara zarar cevabı yapıştırdı: “Acele etmeyelim evlat, Ukrayna da karışık şuan.” Serap ağlamayı kesti meraklı bakışlarla kalabalığı izlemeye başladı. Derken kalabalığı yararak bir adam ve bir kadın Serap’ın yanına geldi. Serap’ın kollarından tutarak götürmeye kalktı. Serap buna engel olmadı zaten yorgundu hali yoktu. Onu götürenler melek yüzlü görünüyorlardı. Serap’a tatlı dille bir şeyler söylüyorlardı. Serap’ı evlatlık almaya karar vermişlerdi. Ve bunu yaptılar da… 15 dakikalık yolculuğun ardından eve geldiler ve eve gelmeleriyle değişmeleri bir oldu. O melek yüzlü anne baba şeytana döndü ve Serap’ı hırpalamaya başladılar. Onu döverek ineklerin bulunduğu ahıra getirdiler ve oraya bağladılar.
Artık Serap’ın yüzü gülmemeye başladı. Her gün ona işkence ediyorlardı aç bırakıyorlardı. Çok aç olduğu için ineklerin otlarından faydalanmaya başladı. Bir gün yanındaki ineğe artık yemek getirdiler. Serap dayanamadı bir avuç yemek alıp attı ağzına. Bunu gören kötü kadın eline küreği alıp bir güzel dövdü. Burnundan getirmişti fitil fitil. O kadar pişman oldu ki bacaklarına sarılıp af dilemek zorunda kaldı. Geceyi ağrı sızı içinde ağlayarak geçirdi. Kaçmayı düşündü. “Sabaha karşı kaçıp gideyim buralardan.” Diye söylendi. Zincirini kırmak için sabahlara kadar uğraştı ve sonunda başardı. Ama başardığında gün çoktan ışımıştı. Ama geç sayılmazdı. İneklerin arasından sıyrılarak çıktı. Ve kendini dışarı attı koşmaya başladı gizlice. Sonra bir kamyonet gördü. 34 plakalı. Sevindi ve hemen kasasına atladı. Birileri taşınıyordu. Nakliyeciydi araba. Tıka basa doldurulmuştu eşyalarla. Çok geçmeden kamyonet hareket etti.
BÖLÜM 2
Ayşegül 4 yaşına basmıştı ve birçok kelimeyi söyleyebiliyordu. Bazen hayallere dalar geçmişi düşünürdü. O gün takvim 3 Martı gösteriyordu. 3 Martta 3 yıl önce ablası terk etmişti onu. Bugün 3. Yıl dönümüydü onu terk edişinin. Hüzünlendi ve o sahneler canlandı gözünün önünde.
Ablası onu akıl hastanesinin önünde bırakıp gittikten sonra sürüklene sürüklene karşıdaki caminin avlusuna kadar geldi. “ablam yanlış yaptı beni buraya bırakacaktı, filmlerde böyle değildi.” diye geçirdi aklından. Çok üzgündü o gün. O sırada dedenin biri onu izliyordu gülümseyerek. Yanına gelip kucağına aldı onu. “sen ne sevimli şeysin öyle” diye sevdi onu. Ayşegül de bu nur yüzlü dedeye içtenlikle gülümsedi.
Dede onu evine götürdü. Ona birkaç gün dedenin eşi sevimli nene baktı. Ardından ailesi onu buldu ve yuvasına geri döndü. Serap için kayıp ilanı vermişlerdi. Ayşegül konuşamadığı için onlara gerçeği söyleyememişti. Ama konuşmayı söktüğü ilk gün ilk onu söylemişti ailesine. Zaten ailesinin pek umudu kalmamıştı. Onu artık öldü biliyorlardı. Kalplerindeydi tazecik mezarı. Artık kendi önlerine bakacaklardı.
BÖLÜM 3
Birkaç saatlik yolculuğun ardından İstanbul’a varmıştı Serap. Arabadan atlayacakken araba durdu. Kapaklar açıldı ve karşısında üvey babasını gördü. Şok oldu ikisi de. Çok geçmeden üvey baba kıza tekme tokat girdi.
Aile bireyleri olayı görünce şok oldular. Onlar da bir güzel dövdü Serap’ı. Sonra üvey baba telefona sarılarak karaelmastaki babasını aradı.
-“Alo?” dedi karşıdaki. Baba öfkeli sesle:
-“Şu nağled olası Suriyeli bizimle kaçmış gelmiş buralara kadar. Bugün ptt kargoyla size yollayacağım onu. Siz de onu ineklerle beraber satacaksınız. Paranın bi kısmını kendinize ayırın bi kısmını da Sokakta yaşayan Suriyeliler derneğine bağışlayın.” Deyip kapattı. Ardından Serap’ın yakasından tutup ptt kargoya verdi. VİP olarak. Kargo uçakla gidecekti.
Uçak havalandı. Ama yanlış uçağa koymuşlardı kızı. Ama bunun farkında değildi Serap. Uçak Trabzon’a doğru ilerken serap pilota:
-“Gaptan, ileriki bulutlarda enecek var.” Diye seslendi. Kaptan uçağı durdurdu ve Serap’a baktı. Sonra yanındakine:
-“Şunun ağzını koli bandıyla kapat.” Diye talimat verdi. Adam Serap’a yaklaşınca Serap:
-“Kapı otomatik değil mi? sen mi açacaksın?” diye sordu. Adam hunharca güldü ve eline bandı aldı. Serap durumu çaktı ve uçağın kapısına bir tekme savurdu. Kapıyla beraber aşağı düşmeye başladı. Bulutlara çarpa çarpa düşüyordu. Bir yandan uçağa kaptana küfrediyordu:
-“Ulan dangalak, ben sana demedim mi ileriki bulutlarda endir beni diye? Çok ilerde endirdin beni, alacağın olsun” diye.
Çok geçmeden bir nenenin üstüne düştü sağ salim. Nene neye uğradığını şaşırmıştı. İnleyerek ayağa kalktı ama ayakta durması uzun süremeden yere yığıldı. Nene ölmüştü.
Dedenin biri koşa koşa geldi. nenenin öldüğünü görünce o da kalp krizinden gitti. Serap bu olanları görünce başından aşağı kaynar sular döküldü. Çok geçmeden bir yaşlı kadın geldi. 100 yaşlarında görünüyordu. Yüzü kırış kırıştı. Dedeyle nenenin yanına çöküp “Oğluum, geliniiiim” diye ağlamaya başladı. Serap’ın ağzı bir karış açık kaldı. “yok artık” diyebildi sadece. Sonra nene eline bir değnek alıp Serap’ı bir güzel haşladı. Boğazına bir zincir takarak evin bodrum katına kadar sürükledi. Orada bir direğe bağlayıp bıraktı. Yukarı çıktı. 15 dakika sonra geri geldiğinde Serap daha da şaşırdı, gözlerine inanamadı. nene siyah deri ceket ve pantolon giymiş. Siyah bir makyaj yapmış, burnuna bir hızma takmıştı. Yanağını da delmişti. Dili ve dişleri yanağından görünüyordu. Elinde de bir kırbaç vardı. Serap’ın yanına geldi ve bir demir kızdırdı. Serap olacakları anlamada gecikmedi korkudan bağırmaya, ağlamaya başladı. “yapma nene, nolur yapmağğğğ ühüüğğ” diye. Ama çılgın nene ona çirkin kahkahalarla gülüyordu. Derken demiri Serapa arkadan yapıştırdı. Serap böyle bir acıyı daha önce hiç tatmamıştı. Daha fazla dayanamadı bayıldı.
BÖLÜM 4
Aradan 3 hafta geçmişti. Serap hala o çılgın nenenin elindeydi. Artık vücudu alışmıştı işkencelere. Acımıyordu artık… Ama yorulmuştu. Usanmıştı. Kaçmak istiyordu. Günlerce nasıl kaçacağını planladı. Sonra olduğu katta yeri eşeleyip tünel yapmaya karar verdi. Tünel yoluyla kaçabileceğini düşündü. Ama buna gerek kalmamıştı. Çünkü nene ölmüştü bir gece vakti. Üzülmüştü aslında. Onun işkencelerine çok alışmıştı. “Kim işkence edecek bana” deyip ağlamaya başladı. Sonra sessizce orayı terk etti. İstanbul’un yolunu tuttu tekrardan. Başına gelecekleri düşünmeden yoluna devam etti.
Artık onu herkes Suriyeli biliyordu. Şehri terk ederken Samsun tabelası ilişti gözüne. Ve geriye baktı. Trabzon’u düşündü. Geri mi dönseydi? Ama yok, aradan kaç yıl geçmiş onu ailesi çoktan unutmuş olmalıydı. Ayşegül geldi aklına. Acaba yaşıyor muydu? Büyüdü mü? Annesi babası onu bulabilmiş miydi? Bulmuş olmalıydılar. Yoksa…
Üstü başı berbattı. Çok pis kokuyordu. Bir hamama gidip temizlenmeliydi. Ama parası yoktu nasıl olacak? Dilencilik? Hayır, dilencilik olmayacak! “İyi de beni kim görse sadaka verir. Zaten Suriyeli sanıyorlar.” Diye söylenirken hafif bir rüzgar esti. Göğe baktı, hava kararıyordu. “zaten ömrüm yollarda geçti. Artık hiçbir şey için acele etmiyorum. Bari gidip bir dinleneyim.” Diye söylendikten sonra ormana giren yola doğru ilerledi. Küçük bir kulübe gördü orada. Sevinçle oraya doğru koştu. Ama hayal kırıklığı ile geri döndü. Biraz da korkmuştu. Orada bir ölü vardı. Ama ölüden ne zarar gelebilirdi ki? Yarısı çürümüştü hem. Gerisin geri koşmaya başladı. Girdi içeri ama biraz korktu. Bu gece ölüye misafir olmuştu. Zar zor etti sabahı. Kalktı ölü kankasına teşekkür ve veda ederek oradan uzaklaştı.
Kararlıydı. Bu sefer İstanbul’a varacaktı.
Günler ayları kovaladı aylar yılları yıllar tam asra yetişecekti ki uyandı. Evet, aradan 20 yıl geçmişti. Ve Çılgın Serap İstanbul’daydı. Sokaklarda yaşıyordu. En azından hayallerinin bir kısmını gerçekleştirmişti.
BÖLÜM 5
Ayşegül 24 yaşındaydı ve o gün doğum günüydü. Doğum günü için İstanbul’a gelmişti üniversitedeki arkadaşlarıyla. Arkadaşının jeepiyle İstanbul sokaklarında gezerken “Biraz da yürüyelim mi kanka?” diye sordu arkadaşına. O da kırmadı Ayşegül’ü. Aracı müsait bir yere park ettikten sonra sokaklarda dolaşmaya başladılar. Dilenciler yollarını kesti. Bizimkiler önce itibar etmediyse de Ayşegül cebinden birkaç bozukluk çıkarıp bir tanesine atarken göz göze geldiler. O gözlerin sahibi “Ayşegül?” diye seslendi. Ayşegül etrafına baktıktan sonra o gözlerin sahibine dönerek: “Sen, sen benim adımı nerden biliyorsun?” diye sordu. O gözlerin sahibi Serap’tı. Ve yaşardı o gözler.
-“Be- ben, seni yıllar önce terk eden ablanım Ayşegül. Seni gözlerinden tanıdım” Deyiverdi birden. Ayşegül beyninden vurulmuşa döndü.
Kendine geldikten sonra:
-“Ne? Şaka mı yapı- yapıyorsun se- sen? Be- benim- benim…” deyip bayıldı.
Yarım saat sonra kendine gelmişti ve konuşuyordular. Ayşegül:
-“Hadi açıkla!” dedi sakin ses tonuyla. Serap Ayşegül’e dik dik bakarak:
-“Ben seni 23 yıl önce terk ettim.” Dedi. Ayşegül ayağa kalkıp alkışlayarak:
-“Bravo! Çok güzel bir açıklama oldu bu!” diye bağırdı. Serap devam etti:
-“Benim de hayallerim vardı.” Dedi. Ayşegül:
-“Kes kes kes! Yeter şu haline bi bak! Hayalleri varmışmış!” diye bağırdı.
BÖLÜM 6
Güneşliydi hava Trabzon’da. Aile çok mutluydu. Yıllar sonra kızlarına kavuşmuştu anne baba daha ne olsundu? Mütevazı malikânelerinin bahçesinde çaylarını yudumlarken Serap Ayşegül’e:
-“Canım kardeşim, haydi seninle bir Trabzon turu atalım, ne dersin?” diye sordu. Ayşegül sevinçle ablasına sarıldı ve:
-“Tabii ki de canım ablam! Haydi kalkalım!” diye bağırdı ve yarım saat sonra kendilerini Trabzon’da buldular. Arabayı Serap sürüyordu ve Ayşegül hayranlıkla: “Abla, çok iyi sürüyorsun helal sana ya” dedi. Serap gülümseyerek teşekkür etti ve rotayı 23 yıl önce kardeşini bıraktığı ilçeye yani Çaykara’ya çevirdi. Serap bir ah geçirdi içinden. Hayatını değiştiren yerdi burası. “Ayşegül, Çaykaraya gelmişken, akıl hastanesini de ziyaret edelim mi? Bilirsin hasta ziyareti sevaptır. Zaten günahım çok” Dedi. Ayşegül bu öneriye memnun göründü ve gülümseyerek: “Ah benim iyi yürekli ablam. Ne kadar iyi bir insansın sen. Melek yüzlü melek yüzlü.” Diye hayranlığını dile getirdi.
15 dakika içinde Ataköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin bahçesindeydiler. Birbirlerine gülücük göndererek ilerliyorlardı. Hastanenin koridoruna geldiklerinde Serap:
-“Ben çok susadım, kantinden bi su alıp hemen geleyim. Sen bir şey istiyor musun?” diye sordu kardeşine. Kardeşi hayır anlamında başını salladı ve “ben burada bekliyorum seni ablacım, sen git hemen gel.” Dedi ve oturdu. Serap geriye dönüp yavaş yavaş ilerleyerek koridorun bir ucundan kayboldu.
Ayşegül hayallere daldı. Biraz bekledikten sonra ablasının gelmediğini fark etti. “aman, gelir şimdi biraz daha bekleyeyim” diye söylendi. Ama gelmedi. 15 dakika geçti yok… 30 dakika geçti yine yok… Saate baktı 45 dakika geçti yine gelen yoktu giden yoktu. Ayağa kalktı “hay Allah, nerde kaldı bu?” diye sordu kendine. Telefona sarıldı numarayı çevirdi ama telefonu kapalıydı. Koşarak dışarı çıktı arabayı park ettikleri yere gitti. Ne var ki arabanın yerinde yeller esiyordu.
Günlerden 3 Mart Perşembe idi.
Aynı şekilde gitmişti nankör abla…
Okuduğunuz için teşekkür ederim
Ayşegül AKTAĞ