- 500 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ACININ YAZARI
Onun yaşamı adeta acı ve ızdıraplarla doludur. O bir derviş gibidir. Ermiş ve mitik bir yaşamı vardır. Karısını ve çocuğu kaybetmiştir. Acıdan ve ızdıraptan zevka alır bir hale gelmiştir. Kendisine eziyet edilmesinden hoşlanmaktadır. Yaşam onu üç kere zirveye çıkarmış ve üç seferinde de yıkmıştır. Şan ve şöhrete kavuşmuş ve Sibirya ‘ ya sürgün edilerek hapse atılmıştır ölüler evinden Anılar adlı yapıtını işte bu dönemde yazmıştır. Bu eser tüm Rusya’yı altüst etmiş, Çar bile bu kitabı gözyaşları içinde okumuştur. O gençlik için bulunmaz bir yazardır. Rusya’da tanınan ve etkin bir yazardır artık. İlk romanlarını yazmaya başlamış ve o sırada sara hastalığına tutulmuştur. Sara hastalığı ondan ayrılmamıştır. Bu yüzden hayatı boyunca beş parasız kalmış ve nerdeyse Rusya o büyük sanatçıyı unutmuştur artık. Fakat yenidene gündeme gelmesi çok uzun sürmeyecek, beklediği fırsat Puşkin’in yüzüncü doğum gününde yapılan anma töreninde çıkacaktır karşısına. Puşkin’in yüzüncü doğum gününde önce Turgeniev konuşur. Batı hayranı ve Dostoyevski’nin rakibi Turgeniyev’in konuşması kitleler üzerinde etki yapmaz. İkinci gün Dostoyevski konuşur. Rus halkının birliğini anlatır ve gelecek için mesajlar verir. Konuşması büyük bir heyecan dalgası yaratır. Böylece o umdun bir yaratıcı olmuştur. Dostoyevski artık yeniden şöhrete kavuşmuştur. Dostoyevski’nin babası Doktor’dur. Buna rağmen onun çocukluğu çok kötü koşullarda geçmiştir. Yinede o çocukluğundan hiç bahsetmemiştir. Sanki ona göre çocukluk hiç yaşanmamıştır. Ama çocuk kahramanlarında Kolyai İlyuşka gibi bazı tiplemeleri kendisinin hayatı gibidir. Tutkulu karakteri nedeni ile kumarhanelere düşer, sefahatın her yolundan geçer. Duyduğu zevkten nefret eder. Mutlu olduğu zaman adeta bir suçluymuş duygusuna kapılır. Dostu yoktur ve yalnız yaşamaya alışmıştır. Yalnızlık yaşamının bir parçası gibidir.
Dostoyevski Schiller’in Don Carlos’unu çevirerek parasal sorunlarını çözmeye çalışıyordu. Bu dönemde “ İnsancıklar” adlı bir romanı yazdı. 1884 yılında 23 yaşındayken insan ruhunu inceleyen bu kısa romanı yazmasının esas amacı acı çekenlere duyduğu derin sevgi ve acıma duygusudur. Yoksulluk ona bu romanı yazdırmıştır. Dostoyevski bu romanı çekine çekine şair Nekrosov’a götürür. Nekrosov Rusya’nın en büyük şairlerindendir. Sonra bir gece kapısı hızla çalınır. Gelen Nekrosov’dur. Ona atılarak kucaklar. Eseri olağanüstü beğenmiştir. Sonra şair Nekrasov yine Rusya’nın en büyük eleştirmeni Belinski’ye gider “yeni bir Gogol doğdu” diyecektir. Eleştirmen ise size göre her gün yeni bir Gogol doğuyor diyerek eseri küçümser. Ama Belinski daha sonra bu eserin önemini anlar ve ona olumlu bir eleştiri yazar.
Dostoyevski’nin melodramla başlayan hayat çizgisi çoğu zaman trajediyle son bulmuştur. Hayatı adeta bir semboldür. Ezilen kitleler arasında yoksul bir hayat sürdürmüştür. Yoksulların ücretsiz olarak tedavi gördüğü bir hastanede doğan yazar bir işçi evinde ölmüştür. Onun yaşamı ve sanatı arasında doğrudan bir paralellik vardır. Yaşamı adeta bir sanat malzemesidir. Yaşamında trajedi eksik değildir. Sara hastalığı gibidir. Sonra “Beyaz Geceler” i yazar. Ancak bu eser borçlarını ödemek için yazılmıştır. Yoğun bir çalışma atmosferine girer. Daha bitirilmeden eserleri satmaktadır. O edebiyatın bir kürek mahkumudur adeta. Bir gece Dostoyevski’nin evi basılır. Evi basan Kazaklardır. Soint Poul kalesinde 4 ay boyunca bir hücrede hapsedilir. Üzerine Petrovski suikasti yüklenmiş ve hakkında kurşuna dizilme kararı verilmiştir. Sabaha karsı dokuz arkadaşıyla birlikte idam gömleği giydirilerek götürülür. Her biri bir direğe bağlanır, ölüm fermanı okunur. Tam o anda subayın birisi beyaz bir mendil sallayarak ölüm hükmünün Çar tarafından kaldıralarak Sibirya’ya sürgün edildiğini belirtilir. Artık onun için acı sürgün yılları başlamıştır. Sibirya’nın dondurucu soğuğunda ağır suçlularla, katillerle, hırsızlarla kalır. Dört yılı böyle geçer. 1500 kazık vardır kaldığı yerde. Her gün kazıkların üzerine dört kere 365 defa olmak üzere birer çizgi çekmektedir. Her türlü işi yapmaktadır. Onun en iyi dostu uyuz bir köpek ve kanadı kırılmış bir kartaldır. Hayaletler gibi bir yerdir burası. Yani ölüler evi. İşte yazar bu arada kurtulunca yaşadıklarını yazar. “Ölüler evinden anılar” İşte bu dönemin eseridir. Bu eser halkı derinden etkilemiştir. İşkence ve zulüm halkın ve emekçilerin gündemine gelmiştir böylece.
Hapishaneden çıktığında artık sağlığını iyice kaybetmiştir. Kitap yazması yasaklanmış ve şöhreti yok olmuştur. Bu arada sağlıklı olmayan birde evlilik yapmıştır. Bu dönemde acıma duygusu ile yapmış olduğu evlilikte eşi normal olmayan hasta bir insandır. Yanında yöresinde hiç kimse kalmamış bütün dostları onu terk etmiştir. Ancak “ölüler evinden anılar” ile tekrar şöhreti yakalamayı başarır. Kardeşiyle birlikte bir dergi çıkarmaya başlar. Ama bir süre sonra dergi kapatılınca bir darbe daha yer. Erkek kardeşini ve karısını kaybeder. Borçlarını ödeyemez hale gelir. Bunun üzerine bir suçlu gibi Avrupa’ya kaçar. Parasız, evsiz, ve yalnız bir sürgün hayatı sürer. Bu hapishane hayatından daha acıdır. Sara hastalığı giderek artmaktadır. Genç bir bayanla tanışarak evlenir. Bu evlilikten bir çocukları olur, ancak çocuk bir süre sonra ölür. Kirasını ödeyemeyen, evine doğru dürüst bir şey alamayan yazar, sara nöbetleri içinde “Ecinni’leri, Budala’yı, Suç ve Cezayı ve Kumarbazı” yazdı. 52 yaşında iken Rusya’ya döner ve “Bir yazarın günlüğü” nü kaleme alır. Bu eser onu ülkesinin sözcüsü haline getirir. Sonra o büyük eserini yazmaya başlar. “Karamazof Kardeşleri”. O hayata bağlı bir yazardır. Ancak o hayatı sevdikçe yaşam ona acı ve gözyaşı vermiştir. Dostoyevski bunu kadere bağlanmıştır. Çünkü o kadercidir. Bu acı ve ızdırap onun için tanırının bir luftudur. Onda tanrı dürüstlüktür, erdemliktir, sevgidir. İlhamını tanrıdan almıştır. O şöyle demiştir;”Tanrı hayatım boyunca azap verdi bana”. Onun sırrı budur işte. Dostoyevski hemen inançlı hem de tanrı tanımazdı. Onun bu konudaki şu sözleri meşhurdur; “İnanmak için duyduğun şiddetli arzu, bana ne kadar azap verdi. Hala da vermekte. Beni inançsızlığa sevk eden kanıtlar ne kadar artarsa, inanmak için duyduğum ihtiyaç ta o ölçüde artıyor.” Dostoyevski düşüncede idealisttir, ama yaşamda devrimcidir. Bir çocuk kadar temizdir. Gelenekleri alışa gelmiş değerleri alt üst eden bir yazardır. Hayatının örsü üzerine inen çekiş darbeleri onun manevi gücünü yoğurmuş ve şekillendirmiştir. Kadercilik onun günlük yaşamını belirlemiş ve bir dizi hata yapmasına da yol açmıştır. Bunlardan biriside Sibirya’da sürgündeyken kendini zincire vuran Çar’a övgüler yazmasıdır. Her acı sonrasında o adeta yeni acıların ve darbelerin özlemini çeker. Dostoyevski’nin hayatı bir trajediler zinciridir. Ama o bu trajediden dünyanın en büyük eserlerini çıkarabilmiştir. Sanatçı insan ruhunu mimarıdır derler. Gerçekten Dostayevski’de insan ruhunun mimarlarından birisidir. Zira ondan daha üstün hiç kimse insan ruhunun derinliklerine inememiştir.
Dostayevski insanlığı etkileyen büyük bir sanatçıdır. Onun sanatı insanlığı hayvanlaşma sürecinden kurtararak yeniden ayakları üstüne diken bir sanattır. Yaşamı büyük bir trajedilere sahne olsa da o insanı seven, insanı sevdikçe kendini ve sanatını güzelleştiren bir sanatçıdır. Dostoyevski eserlerinde sorunsuz insanlar yerine sorunlu insanlarla uğraşır. Toplumla ve kendisiyle kavgalı insanları işler romanlarında. Dostayevski karakterleri acı çektiği ölçüde sever ve acı çektiği ölçüde kahramanlaştırır. Onun insanları hayatın yaşadığı serüvenlerin insanlarıdır. Bu insanlar sistem tarafından ezilen emekçilerdir. Ona göre her insan eninde sonunda tanrının yarattığı bir varlık olarak tanrıya benzemelidir.
Onun yarattığı kahramanları anlamak için bazı yazarların kahramanları ile karşılaştırabiliriz. Mesela Balzac, Dickens, veya Tolstoy ‘da kahramanlar belli bir amaç üzerine şekillenmişlerdir. Yönelimleri bellidir. Söz geleneği Balzac’ta Goriat Baba fedakarlığı temsil ederken, Rastignac ise harisliği temsil etmiştir. Dostoyevski’de ise kahramanlar belli bir amaca kilitlenmemiştir. Amaca ulaşmak sonsuzluğa gitmenin önünde engeldir. Balzak’ta amaç olan Dostoyevski’de amaç değildir. Ayağını yorganına göre uzatmak yoktur onun kahramanlarında. Hayatı olanca şiddetiyle yeni dünyanın öncüleridir. Yeni insanın destanıdır… Diskens’te küçük bahçeli ev, Balzac’ta bir şato birer amaçtır. Bunlar Dostayevski’de yoktur. Onun kahramanları bu dünyadan bir beklenti içinde değillerdir. Duygu yüklü insanlardır. Duyguların derinliklerini yaşarlar. Buradan onlar için zayıf karakterli kişiler tanımı çıkarılmamalıdır. Tersine karakterler güçlüdür. Söz gelimi “ Karamazof Kardeşler “ güçlü ve yaşama tutkulu insanlardır. Yeni bir insanlık dünyası için mücadele ederler. Hareket ve kavga temel kişilik karakterleridir. Kahramanlarından Alyaşo’yu şöyle konuşmuştur:” Kişi merdivenlerin ilk basamağına adımını atmış olsa bile en üst basamağa inmek zorundadır.” Amaç bir ev veya güzel bir kadına ulaşmaksa orada her şey biter. Ölüm başlar. Hareketin bittiği yer ölümün başladığı yerdir çünkü…
Özellikle çağımız son yıllarında kapitalizmin dizginsiz vahşeti, insanlığın bireysel kurtuluşu arayışları ve toplumsal kimliğimizin erozyona uğraması yaşadığımız gerçeklerdir. Bu aslında insanlığımızın da bitirilmesidir. Halkların yeniden kollektif yaşama dönmesi ve insanların bireycilikten kurtulması için yeniden Dostoyevski’lerin gündeme gelmesi zorunlu olmaktadır. Dostoyevskinin edebiyat dünyası gerçek yaşamdaki gibi bir rüya ile gerçek ölüm ile yaşam arasındaki bir dünyadır. O bütün varlığı ile bize yaşam duygusu aşılar. Yalnız yaşamış ama milyonlarla birlikte olabilmiştir. O bir yaşam labirenti gibi “ edebiyat labirentidir.” Karanlık bir dünyada aydınlığı bulmanın yolu da insanlık sanatından geçer. Yani Dostoyevski’nin sanatından geçer. O büyük eserlerini yazarken yakasını bırakmayan hastalığı ile birlikte üretebilmiştir. Hastalıklı bir beden dünyanın en büyük eserlerini yaratabilmiştir. Beethoven sağırlığından, Byron topallığından şikayet ederken, Dostoyevski hastalığından te bir gün bile şikayet etmemiştir. O adeta hastalığını acıya ve yoksulluğunu sever haldedir. Acaba sağlam olsaydı bu derece büyük eserler verebilirmiydi diye sorulabilir. Merejorvski’nin söylediği gibi onun yaratıcılığı Tolsto’yun terine (ki Tolstoy sağlığına borçluydu). Dostoyevski’nin hastalığına bağlıdır. O adeta ölüler dünyasından yaşayan gerçek dünyaya ışıklar sunabilmiştir. Acı ve sevinç onun yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Kumara tutkunluğu böyledir.
Ya hep ya hiçtir. Onun derdi para kazanmak değildir. O Karamazof Kardeşler gibi yaşamak istemekteydi.
Dostoyevski’nin yaklaşık yirmi bin sayfa yazdığı söylenir. Dostoyevski eserlerini zor koşullarda yazdı. Oradan oraya sürükleniyordu. Çünkü ekonomik sıkıntılar hayatından hiç eksik olmadı. Tolstoy’u ve Tugeniyev’i kıskandı ve onlara özendi. Oda malikanelerde ve şatolarda yaşamak isterdi. Bu eserlerini yoksulluk içinde ve sara nöbetiyle birlikte yazdı. Eşi açlık çekerken ve ebe parasını bulamazken Budala’yı iki defa yazıp yırtmıştı. Yinede o güç şartlarda en büyük romanı “ Karamazof Kardeşleri “ yazabildi. Dostoyevski bireyciliğin egemen olduğu günümüzde yeniden okunmalı ve yeniden insanlığımıza dönüşün yolları aranmalıdır. Şimdilerde adına “ küreselleşme” denilen vahşi kapitalizmin acımasız yıkımına karşı duracak kollektif insanı oluşturmanın bir yolu da onları yeniden incelemekten geçmektedir. Çünkü ünlü bir teorisyenin dediği gibi daha insancıl daha toplumsal bir sistem insanlığın bilgi hazinesini hazmederek yeniden kurulabilir. “ Bunun ilk yolu da yaşamımızda Dostoyevski’leri çoğaltmaktan geçiyor” …
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.