- 507 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
MERHAMET
Evet, kış ayı geldi. Özlediğimiz, beklediğimiz beyaz örtü bir yorgan gibi ağaçları, evleri ve yolları sarıp sarmaladı. Doğa kendi içine çekildi ve biz insanlar da kendi kabuklarımıza çekildik. Yollar tenhalaştı, artık işini halleden herkes evinin yolunu tutmaya bakıyor. Bizim zaviyemizden her şey yolunda değil mi? Peki gelin bir de başka pencerelerden bakalım hayata; kuşlara bakalım şiirlere ses vermiş, şarkıları seslendirmiş, özgürlüğün ve barışın ne olduğunu anlamak için sürekli başvurduğumuz kuşlara bakalım.
Hayat kuşlar için kış ayları olduğu kadar hiç zor geçmemektedir sanırım. Ağaçların ziynetlerini kaybettiği, yiyecek buldukları toprağın beyaz tülle örtünmesi ve hava sıcaklığının hızla düşmesi onlar için zor günlerin habercisi oluyor. Yollarda bu şartlara dayanamayan ya da penceremizin camını tıklatarak insanoğlundan yardım istediklerine şahit olmuşsunuzdur. Bizler her ne kadar doğaya hak ettiği değeri verme konusunda sınıfta kalsak da diğer canlılar bizim içimize bırakılmış “merhamet” ten bir şekilde haberdar oluyorlar. İnsani vasıfların en önemlisini bize bir serçe vesilesiyle anlatan Yaratan aslında bizim de o kelimeye ne kadar ihtiyacımız olduğunu açık bir şekilde gösteriyor. Merhamete bu kadar ihtiyacı olan bizlere de bu şekilde merhamet etme şansı vermesini apaçık bir şükür sebebi olarak saymak gereklidir.
İnsan olarak, diğer canlılardan farklı vasıflarla yaratılmış olarak insana ve insan dışındaki canlılara sahip çıkmak en büyük vazifemizdir. Biraz geçmişe giderek bu necip milletin atalarının neler yaptıklarına bakmakta fayda var. 600 küsur yıllık bir çınar her şeye değer verdiği gibi hayvan haklarına da özel bir ihtimam göstermekteydi. Araştırmacı yazar Dursun Gürlek bu önemi şu satırlarla gözler önüne seriyor: “Yakın zamana kadar, giden herkes görüyordu. Eyüp Sultan Camii’nin avlusunda, asırları arkada bırakan ağaçların altında, kanatları kırık, ayakları topal bir iki leylek, Mihmandar-ı Resûlullah’ı ziyaret etmek için bu uhrevi beldeye gelenlere melûl mahzun bakıyorlardı. Bu zavallı hayvanlar sakat oldukları için sürüden ayrılmışlar, tek başlarına kalmışlardı. Çanak, çömlek, testi, bardak gibi eşyayı kırıp da ustalarından ve efendilerinde dayak yiyeceklerini düşünerek bunlar için tedbir alan, yollara tükürenlerin balgamlarının üstüne kül dökmek için çare düşünen, kütüphanelerde araştırma yapanlara kalem ve kâğıt tedarik edilmesi için vakıf kuran, şuradan buradan atılan kedilere ciğer hazırlamak maksadıyla aynı hayır müesseselerini tesis eden ecdadımız bu sakat leylekleri de düşünmüş, onların da hayatını garanti altına almak için vakıf meydana getirmişlerdi. Osmanlı cihan medeniyeti, öyle muazzam bir medeniyetti ki, şefkat kanatlarının altına sadece insanları değil, hayvanları da alıyordu. Bunun en canlı örneği olan Kuş evlerine bugün bile büyük bir hayranlık duyuyoruz.”
Birer eğitimci olarak çocukları yaşama hazırlamayı kendimize en büyük görev olarak addediyoruz. Bu eğitim sürecinde insani vasıfların neler olduğunu fark ettirmeli, insanın dünya yaşamındaki yerini en somut şekilde açıklamalı, değerlerin ilk elden yaşantılarla özümsemeleri sağlamalıyız.