Allah'ın hakkı çok mu ucuz?
Bu bir paylaşım yazısıdır.Ali Ünal-zaman
16 Haziran 2008
[email protected]
Hayatın hayatı olan dini, Allah’ın hakkını ne kadar hafife alıyoruz? Aslında insanlar var olduğu için var, dolayısıyla fert fert insanlara hizmet etmekle mükellef bir aygıttan başka bir şey olmayan devlet, karşılıklı mukaveleden kaynaklanan sorumluluklar dışında üzerimizde hiçbir hak sahibi olmadığı halde bizden kendisine mutlak itaat istiyor.
Kendilerini sistemin sahibi, daha ötede yeryüzünün hakimi addedenler de, gerekirse milyonlarca insanın hayatı pahasına da olsa hakimiyetlerinin savaşını veriyorlar. Oysa hepimiz, Allah’ın kullarıyız. Hepimizi yaratan da, yaşatan da O. Bütün kareleriyle varlığımızı, hayatımızı, her ânımızı, bütün hücreleriyle vücudumuzu, acıkıp doymanın, susayıp kanmanın, yorulup dinlenmenin, hastalanıp şifa bulmanın zevkini sadece ve sadece O’na borçluyuz. Sevdiklerimizin de varlığını, sevmeyi, merhamet etmeyi, "vatan" dediğimiz toprağımızı, güneşimizi, ayımızı, baharımızı, çiçeklerimizi, bunlarla olan münasebetimizi ve bu münasebetlerin idrakini, aldığımız havanın her bir molekülünü, içtiğimiz suyun her bir damlasını, yediğimiz ekmek için gerekli olan tohum, toprak, hava, su, güneş ve mevsimler arasındaki münasebeti de sadece O’na borçluyuz. Böyle iken, kendileriyle varlık sahasında ve varoluş temelinde, hem de hepimizin irademizin dışında olarak aynı konumda bulunduğumuz bazıları, Allah’ımıza karşı ve kendilerinin de yerine getirmekle mükellef bulundukları vazifelerimize sınır koyuyor, o vazifeleri yerine getirmeye çalışmamızdan rahatsız oluyor, hattâ hayatımızda O’nun yerini almaya çalışıyorlar.
Kaldı ki hayatımız, bu hayatla sınırlı değil. Varlıktaki mutlak gayelilik, her bir varlık türünün kendisini iradesi dışında olarak karşı karşıya bulduğu ve yerine getirmekten alıkoyamadığı varoluş vazifeleri, bütün unsurları birbiriyle mükemmel bir ilgi ve ilişki içindeki evrensel âhenk, her bir vicdanın meftun bulunduğu mutlak adalet duygusu ve özlemi, kötülüklerden rahatsız olup onları cezalandırma, iyiliklerden huzur bulup onları mükâfatlandırma isteği, vicdan azabı veya rahatlığı, bir başka hayatın varlığını açıkça ortaya koyuyor. Her canlı ölümlü; hayatımızda Allah’ın yerini almaya çalışanların kendilerinin bile doğumla dünyaya gelmeleri ve ölümle dünyadan gitmelerinde hiçbir rolleri yok. Gelecek bir ağacın bütün hayatını canlı bir program halinde kendinde barındıran her bir çekirdek, her canlının hayatının önceden yazılı bulunduğunu gösterdiği gibi, her bir ağacın hayatının nihayeti ve bir başka ağacın başlangıcı olan çekirdek de, bütün hayatların kayda alındığını ve ölümün, çekirdeğe nispeten ondan çıkan ağaç gibi çok daha şümullü ve büyük bir hayatın başlangıcı olduğunu göstermeye yetiyor. Bir evden diğer eve taşınırken yerleşeceğimiz evi temizliyoruz ve her şeyin yerli yerinde olmasını istiyoruz. Gideceğimiz evin çöplük gibi olmasını, o evde bizi sönmeyen ateş ocaklarının, bazısı kaynar sularıyla bazısı donduruculuğuyla yakan kazanların olmasını istemeyiz.
Bir ejderha gibi ağzını açmış bizi yutmaya hazır ve ne zaman yutacağı elimizde olmayan ölümün ötesinde bizi bir başka ev, âhiret evi ve o evde sonsuz bir hayat bekliyor. Bu evin bütün müştemilatını hayatımızla buradan ve önceden gönderiyoruz. Bu eve, dünyada taşınmaya hazırlandığımız eve ulaşmadan gönderilebiliriz de. Her birimiz, taşınacağımız bir evden daha bir ihtimam ve acelecilikle bu evi hazırlamamız gerekirken onu umursamadığımız gibi, varlığımızda en küçük bir katkıları olmayan, kendileri de bizim gibi ölümün pençesinde âhiret evine gönderilecek olan bazıları, bu evimizi hazırlamamıza da mani olmaya çalışıyorlar. Ayrıca bizi, kendilerine göre koydukları ama kendilerinin bile saygısızca çiğnedikleri kanunlarla, cezalarla korkutuyorlar. Oysa Hz. İbrahim (as), ne de güzel söyler: "Düşünün; hangimiz korkudan emin olmakta haklıyız? (Mutlak doğru yol olarak Allah’a iman ve tevekkül yolunu tutan) ben mi, yoksa (ilim iddianıza rağmen) hiçbir ilme dayanmadan, kendilerine tapılabileceğine dair Allah’ın elinize hiçbir delil vermediği varlıklara tapınan sizler mi?"